Translate

Bu Blogda Ara

431)Şaban Dayanan...UNUTMA BENİ…Evrensel - özcan Yaman-27 Temmuz 2018


Şaban Dayanan...
Formun Altı

‘’... Yeni dostlar yeni rüzgarlar gelir geçer
Yosun muydum, kaya mıydım nasıl unuturlar
Kahredersin başın önüne düşer
Düşerse beni unutma.
(Gülten Akın)

Şaban Dayanan, İHD’ye emek ve omuz vermiş, fotoğrafçı ve yazardı. Cumartesi Anneleri’nin her daim yanında olmuş, ülke sınırlarında ya da dışında hak hukuk ihlallerine karşı durmuş, kısaca insan hakları aktivistiydi.
Bir temmuz günü genç yaşta aramızdan ayrıldı. 13 yaşında hapisle tanışıp, 2.5 yıl yattıktan sonra yaşının küçüklüğünden serbest bırakılan, işkenceler gören ve 127 defa göz altına alınan mütevazı, hep devrimci bir genç adamdı. Şaban’ın ölümünün ardından yazdığım yazıyı tekrar güncelleyerek sizlerle paylaşmak istedim.

UNUTMA BENİ…
Şaban’la tanışanların mutlaka bir anısı olmuştur.  
Camiye erken gitmiştim. Kapının önünde 5-6 adam saçları sakalları karışmış etrafa yan yan bakıyorlardı. “Tophane’den mi geldiniz?” dedim . “Evet abi, Şaban Abi için geldik” dediler. Tebessüm ettim , onlar “O bizim babamızdı, bizleri korurdu, bize bakardı ama biz de yamuk yapmazdık” dediler. Ardından “Birkaç kere kriz geçirirken yanındaydık, biz onu hayata döndürmüştük. Keşke yine yanında olsaydık, kurtarırdık” dediler. Bir an Tophane olaylarını hatırladım. Neyse…

Yıl 1994 idi herhalde TİHV’den Dr. Önder Özkalıpçı aradı. İşkence gören birinin olduğunu darp izlerinin fotoğrafının çekilmesi için bana göndereceğini söyledi. Gelen tanınmış bir travesti ile Şaban’dı. Fotoğrafları çekip filmi Şaban’a vermiştim. Şaban kimin ne zaman ihtiyacı olsa koşan bir genç arkadaştı. Dr. Önder, Şaban’dan rica etmiş, o da hemen koşmuştu. Sonra sık sık buluşur ve telefonlaşır olmuştuk. Konumuz çoğunlukla fotoğraftı tabii. TİHV bürosu işkence mağdurlarıyla kaynıyordu. Önder telefon açtı “Abi buraya gelip fotoğrafları çekebilir misin yollamaya kalksam çok kalabalıklar?” dedi. Ben de geliyorum ama orada nasıl fotoğraf çekileceğini öğretebileceğim birisi olsun ki acil durumlarda başınızın çaresine bakın” demiştim. Gittiğimde Şaban makinesini hazırlamış bekliyordu.  Sonraları nerede toplumsal bir eylem olsa hem eylemci hem fotoğrafçı olarak Şaban oradaydı. Bir gün aradı “Ya ticari işler de yapmam gerekiyor ama şu renk ayarlarını öğrenmem lazım. Sarı çıkıyor ne yapacağım” dedi. O zamanlar dijital yoktu film kullanıyorduk. Telefonla filtreler pozlandırma vs. eğitim yaptık. Yıllar geçti. İnsan Hakları Savunucusu, Aktivist, Gazeteci, Araştırmacı Fotoğrafçı Şaban Dayanan geniş bir çevrenin bilinen tanınan sevilen arkadaşı,  dostu, yoldaşı oldu. Cenazesi bunun ispatı idi. Yıllarca birlikte olan arkadaşlara sordum Şaban nereliydi? Bir çırpıda cevap veren çıkmadı. Sonra bir arkadaş Siirtliymiş dedi. O da ölüm duyurusundan okumuş. Çoğumuz birbirimizin nereli olduğunu bilmiyoruz. Çünkü bizler her yerliydik. Ermeni, Rum, Kürt, Türk, Laz… Siirtli, Samsunlu, Dersimli, Antalyalı, Bolulu, Hakkarili... Mağdur ve hor görülenlerdeniz. Emekten ve insandan yana olmak böyle bir şey…
İHD’den ayrılıp Tophane Tütün Deposunda çalışmaya başladığında görüşmüştük. Uzun uzun üzüntülerini paylaştı. Yeni rotalar çiziyordu kendine. En son geçen yıl bir söyleşi için Tütün Deposunda uzun  uzun dertleşmiştik. STK’lerden, fonlardan, sanat dünyasında dönen dolaplardan. Ona Evrensel için bir röportaj yapalım demiştim. Şimdi olmaz belgeler hazırlayayım derli toplu bir şey yapalım demişti. Keşke ısrar etseydim be Şaban. En çok çocuklarını düşünüyordu. Kızı Havin’in  yaramazlıkları, oğlu Taylan’ın ağırbaşlılığı. Bir de o sıralar evine bilmem kaçıncı kez girilip göz dağı verilmek istendiğinden. Elinde çok değerli fotoğraf arşivinden bahsetmişti. Bir hatta birkaç fotoğraf albümü yayımlamak istediğini söylemişti. Sonra redfotoğraf’ın neler yapması gerektiğini. Şaban redfotoğrafın etkinliklerine, sergilerine aktif olarak katılıyordu. Bu anlamda redfotoğraf bir aktivistini de yitirdi. Şaban çok emek verdi. Şimdi kurumlar da Şaban’ın emeklerini onun bıraktığı yerden alıp fotoğraf albümlerini yayımlamalılar.
Şaban’ın facebook sayfasında son olarak paylaştığı Gülten Akın’ın “Untma Beni” şiiriydi.
Bu hafta Şaban’ın fotoğraflarına yer veriyorum. Unutma beni şiirini paylaşarak.
Sen onca işkencelere dayanan adam, işkencelerden miras kalan epilepsi krizine dayanama. Seninle benzer sonu yaşayan kim bilir kaç Şaban var? Unutmak mümkün mü seni ve nice Şabanları… 

 foto: Nihat karadağ                              foto: özcan yaman



430) DİKKAT FOTOĞRAF ÇEKEBİLİR.-Evrensel-özcan Yaman- 20 Temmuz 2018



DİKKAT FOTOĞRAF ÇEKEBİLİR.

Herkes fotoğraf çekebilir, hatta robotlar bile. Ama herkes fotoğraf yapamaz. Fotoğraf yapmak gerekli teknik değerleri makineye yüklemenin yanında fikir katmayı ya da fikirden yola çıkarak fotoğrafı oluşturmaktır. Teknik-İçerik ve estetikten oluşan fotoğraf, fotoğraftır. Makineyi havaya atıp uzaktan kumandasına bastığında da fotoğraf çekilir. Fotoğrafın oluşturulmasında iki soru karşımıza çıkar. Fotoğrafçının bu sorulara cevap vermesi gerekir. Birincisi ‘’Ne diyeceğim?’’ Fotoğrafın içerik yanıdır. Ya da sıkça kullandığımız ‘’bu fotoğraf ne anlatıyor?’’ sorusunun karşılığı. İkincisi ‘’Nasıl diyeceğim?’’ Fotoğrafın nasıl sunulacağıdır. Biçimle ilgilidir. Estetik ve kompozisyon yani. Eskiden sanatın ne olup olmadığı İçerik mi, biçim mi? Diye tartışılırdı. Yani ikiside... Biri eksikse fotoğraf olmaz. Ya da kaydedilmiş bir görüntüdür yalnızca.
Yazımın başlığını Fotoğraf sanatçısı Ufuk Kıray’ın 2017 yılında çıkardığı ‘’Dikkat Fotoğraf Çekebilir?’’ fotoğraf albümünün isminden aldım ve bana yukarıdaki satırları yazdırdı. Yöntem doğru olduktan sonra sunuluş biçimi, anlatım tekniği farklı olabilir. Yöntem ise ‘’Neyin gerekli olduğu ve nerede bulunabileceğinin bilinmesidir.’’ Nesnel Gerçekliğin yorumlanması ve yeniden sunumudur. Bu duruma soyutlama deriz. İster doğrudan (belgesel), ister kurgulanarak, ister bilgisayar (photoshop), ister kolaj teknikleri uygulansın mesele ‘’fikirdir’’.
Ufuk bu durumu şöyle açıklıyor; ‘’Fikrin fotoğrafını çekmeyi seviyorum. İroniyi, mizah ve eleştiriyi harmanlayarak fotoğrafımın merkezine oturtuyorum. Elbette içinde yaşadığımız toplum, bizi sarıp sarmalayan dünya yeterince malzeme sağlamıyor da değil. Mesele şu: Tüm bu malzemeyi fotoğrafın diline nasıl çevireceğiz? ‘’Adeta görsel bir tercüme’’ mümkün mü? Benim fotoğrafla kurduğum ilişki, işte böyle bir düşünce ikliminde yeşeriyor. Olay durum ve şey’lerin, fotoğrafın alanına girdiklerinde ‘’gerçek’’le kuracakları yeni ilişki ne olacak? Daha da önemlisi; bu kurguyu yapan fotoğrafçının bir önceki gerçek’le ‘’yeni gerçek’’ arasındaki görsel ilişkiyi kurarken takınacağı tavır ne olmalı? Ben safımı ‘’Eleştirel kurgu’’dan yana alıyorum. Ürettiğim ‘’ Yeni Fotoğraf’ı bana armağan eden duruma olan hürmetimin büyüklüğü, ‘’Yeni fotoğraf’ımın da etkisini belirliyor. Yani benim için ‘’Kurgusal Fotoğraf’’ yaşadığımız rezil dünyaya teşekkür etmekten başka bir şey değil.’’
Albümün alt başlığı ‘’ Toplumsal meseleler üzerine eleştirel fotoğraflar.’’ Ufuk malzemesini güncel sorunlardan alıp yorumlayıp ‘’kavramsal fotoğraf’’ alanından sunuyor. Bunu çokta güzel yapıyor.
Fotoğraf dünyası düşünen, çalışan ve etkili biçimde derdini anlatmaya çabalayan fotoğrafçılara ihtiyaç duyuyor. Kimi belgesel doğrudan, kimi kavramsal açılardan sorunu çözüyor. Dertler ortak olduktan sonra farklı sunum şekilleri olabilir. Dikkat çekici, hafızada kalıcı, bu günü sorgulayıcı yarını anlatan fotoğraflar tarihsel nitelik kazanır ve kültürel birikim sağlar. Sanat kültürel birikimin tarihsel ve toplumsal kalite kazanmasıysa, İroni, mizah ve eleştiri bunun yapı taşlarıdır. Ufuk Kıray’ın fotoğraf çalışmaları bu başarıyı gösteriyor. Toplumun yaşadığı travmalar üzerine bir fotoğraf albümü görmek isteyenlere tavsiye ederim. Ufuk eleştiri ve özeleştiri ekseninde toplum ve fotoğraf ilişkisini bizlere sunuyor, sağolsun.
Ufuk Kıray kimdir; 
1977 doğumlu, Pazarlama ve işletme okumuş diplomasını cebine koymuş ama boynuna fotoğraf makinasını asarak baba mesleği olan fotoğrafçılığı ‘hayatı sorgulama’ aracına dönüştürerek ‘’Toplumsal meseleler üzerine eleştirel fotoğraflar’’ yapmaya başlar. Ufuk Kıray ‘fikrin fotoğraflarını yapıyor’ Kolaj, montaj, kurgu ile  fotoğraflarını biçimlendiriyor. Sonuç olarak kısa belgesel film çalışmaları ve kavramsal fotoğraf sanatçısı olarak hayatı özetliyor. Bir çok sergiler, söyleşiler ve gençlerle deneyim ve birikimlerini paylaşarak yoluna devam ediyor. Son projesi Fotoğrafçı Şevket Şahintaş ile ‘’Sokağın Çocukları’’ adlı belgesel sinema filmi üzerine çalışmaktadır.








429) SOKAĞIN ÇOCUKLARI- ÖZCAN YAMAN- 16 Haziran 2018

Fotoğraf: Şevket Şahintaş

Belgesel fotoğraflardan belgesel sinemaya: Sokağın Çocukları


 

Özcan Yaman, Şevket Şahintaş ve Ufuk Kıray’la gerçekleştirmekte oldukları ‘’Sokağın Çocukları’’ sinema filmi belgeseli üzerine söyleşti.

Hayat kavgasına bir taksici olarak atılan Şevket Şahintaş, herkesin uyuduğu gecelerde uzun yıllar taksi şoförlüğü yapar. Taksici Şevket’in işinin ağırlığı fotoğrafla tanışmasıyla hafifler ve ‘taksiciden fotoğrafçı’ olunabileceğini gösterir. Şevket Şahintaş ‘Beyoğlu’nun arka sokaklarının’ ya da ‘underground’ dünyanın belgesel fotoğraf sanatçısı olarak sergiler açar, söyleşiler yapar. Şevket’in fotoğrafları ‘ötekilerin fotoğrafları’ olarak hafızalara kazınır.
Ufuk Kıray ise, pazarlama ve işletme okumuş diplomasını cebine koymuş ama boynuna fotoğraf makinesini asarak baba mesleği olan fotoğrafçılığı tercih etmiş. ‘Hayatı sorgulama’ aracına dönüştürerek ‘’Toplumsal meseleler üzerine eleştirel fotoğraflar’’ yapmaya başlamış.  Ufuk Kıray ‘Fikrin fotoğraflarını yapıyor’; kolaj, montaj, kurgu ile fotoğraflarını biçimlendiriyor.  
PhotoPlay fotoğraf merkezinde Şevket Şahintaş ve Ufuk Kıray’la gerçekleştirmekte oldukları ‘’Sokağın Çocukları’’ sinema filmi belgeseli üzerine söyleştik:
Biriniz belgesel fotoğrafçı biriniz kavramsal fotoğrafçı. Böyle bir projeye nasıl karar verdiniz? Neden bir belgesel sinema filmi?
Şevket Şahintaş:  Ufuk’un çalışmalarını izliyordum. Yıllardır fotoğraflarını çektiğim dünyanın belgesel filmini yapmak istiyordum. Ufuk’la konuşunca onun da benim gibi düşündüğünü anladım ve birlikte yapmaya karar verdik. Ben 6 yıl o dünyanın içinde çalışarak fotoğraf çektim. O dünyayı tanıdım, tanındım, ahbaplıklar edindim.  Ama ahbaplık 3-5 dakika fotoğraf çekene kadar sürüyordu. Bu nedenle onlarla geceleri de paylaşarak özellerine dahil oldum ve yapmak istediğimizi anlatarak sokak çocuklarının dünyasına girmeyi başardım. Başlarda nasıl yapacağız diye biraz tedirgindik tabii. Uyuşturucu içildikten sonra her şey değişebilirdi. Hayati tehlikemiz bile vardı. Bu anlamda çok gözü kara girdik. Ama süreç içinde karşılıklı bir kabulleniş yaşandı.
Fotoğraf: Şevket Şahintaş
Ufuk Kıray: ‘’Sokağın Çocukları ‘’sinema belgeselinin çekimlerine Kasım 2017’de başladık. Evet kafamızda bir plan vardı ama süreç içinde şekillendi diyebiliriz. Biz başlarda biraz ön yargılı davrandık ama çekimler başlayıp, onlarla, onların dünyasına dahil olunca onları ötekileştirmeyince, endişelerimiz azaldı, samimiyetimizi gördükçe karşılıklı bir güven duygusu oluştu.
Bu tür filmler genellikle teleobjektifle uzaktan ve gizli kamera kullanılarak çekilir. Siz neden bu yöntemi tercih etmediniz.  
Ufuk Kıray: Sorunuza bir sokak çocuğunun ağzından yanıt vereyim: Bir başka sokak çocuğunu göstererek “Bu bir kömür. Yanıyor. Türkiye Cumhuriyeti’nin sobasında yanan bir kömür bu çocuk. Bu çocuk işlense belki içinden elmas çıkacak. Elmas bile bir kömür parçasından çıkar. Yeter ki işlenilsin’’  demişti.  
Çok etkileyici. Böylece o kömürlerden, en azından bu çekimlerde, elmas bazı çocuklar çıkarma fikri oluştu mu?
Şevket Şahintaş: Dediğiniz gibi biz bir film yapma fikriyle girdik ama çocukların içlerinde karakterler çıkmaya başladı. Bu karakterlerin toplamda beş on dakikalık rolleri olacak ama bu yeterli olmayacak. Çünkü her biri başlı başına bir film. O yüzden biz belgesellerin seri olarak devam ettirilmesini düşünüyoruz. Bir ana belgeselimiz olacak tüm karakterlerin olduğu sonra devam edecek. Yani Ana filmimiz ‘’Sokağın Çocukları’’ devam belgesellerimiz ise ‘’Sokağın Çocuğu / Muhammed’’, ‘’Sokağın Çocuğu / Kadir’’ gibi yaklaşık on karakter var. Ayrıca bunlardan 14 yaşında olanı 18 yaşına kadar takip ederek ondaki gelişmeyi belgeleyeceğiz. En uzun belgeselimiz olacak.
Fotoğraf: Şevket Şahintaş
Siz 40-45 dakikalık bir film düşünürken on civarında belgesel fikri çıktı ve bunlardan biri dört yıl sürecek. Genel belgeseli ne zaman izleriz?
Şevket Şahintaş: Çekimlerimiz hızla sürüyor. Ama kimi aksilikler de yaşıyoruz, çocuklardan biri hapse giriyor ya da başka bir şehre gidiyor. Mümkün olduğunca gece gündüz onlarla olmaya çalışıyoruz. Ama onlarla olamadığımız zamanlarda ne yapıyorlardı. Bunun için içlerinden makine kullanmaya meraklı ve yetenekli olanları seçtik. Ona kamera verip sorumluluk verdik. Bu film sizin dedik ve onlara bir anlamda kendi filmlerini de çektiriyoruz. Bu sokak çocuğunun gözünden sokak çocukları filmi olarak ayrı bir film bile olabilir. Örneğin; Kadir’in gözünden, Ahmet’in gözünden gibi ayrı bir film olabilir bakalım...
Ufuk Kıray: Aynı anda hem genel hem karakterlerin devam filmlerini çekiyoruz. Yıl sonu ya da yılbaşı gibi bitirebileceğimizi düşünüyoruz. Her gecen gün bütçemizi zorluyor. Bunun için kitlesel fonlama kampanyası başlattık. Ay sonuna kadar hedeflediğimiz rakama ulaşmamız lazım. Gönlü bizlerle olan insanların yardımını bekliyoruz. Çocuklarla randevulaşmak buluşmak zor oluyor. Çünkü hiç birinin telefonu yok. Numaramızı yazıp verdiğimiz kağıdı kaybediyorlar. Numaramızı geçici dövme kollarına yazmayı düşünüyoruz. Başlarına bir şey geldiğinde ya da bize ulaşmak istediklerinde arasınlar diye.

SOKAK KENDİ ÇOCUĞUNU DOĞURMAZ

Şevket Şahintaş: Sonuç; Bu projeye verdiğimiz parayla bir iki çocuğu kurtarabiliriz belki... Ama bizim sorunumuz tüm sokak çocukları. Birey olarak yardımla bir iki çocuğu kurtarmak sorunu çözmüyor. Sosyal bir devlet gücü gerekiyor. Bizim derdimiz devletin bu konuda etkili ve çözüm getirici yaklaşımını sağlamak. Derdimiz yapacağımız film ya da filmler çok izlensin değil, (Tabii izlenirse iyi olur) sesimiz yetkililere ulaşsın onları ikna etsin. Belediye başkanları hatta Başbakan izlesin. Sosyal medyadan ve belgesel yarışmalarını kullanarak hakikati gösterip gerçeği sorgulatmak istiyoruz.
Fotoğraf: Ufak Kıray
Ufuk Kıray: ‘Sokak çocuğu diye bir şey yoktur. Sokaklar kendi çocuğunu doğurmaz’ diye bir söz vardır. Biz ‘Sokak kendi çocuğunu doğurur’ diyoruz. Olgu olarak gerçek bu. Biz yok sayarsak, görmezden gelirsek bu soruna el atmazsak sokak bir sokak çocuğu daha doğuruyor. Sokak çocuklarının doğmasına ortam hazırlayan nedenler ortadan kaldırılmalı.

‘ANNESİ BABASI OLAN ÇOCUKLARLA OYNADIK’

23 Nisan’dı Çocuk Bayramı’nda acaba ne yapıyorlardır diye onları aradık. Ancak gece bulduk. Muhammed’e Çocuk Bayramı’nda ne yaptınız diye sorduk. ‘’Top oynamaya gittik aşağıya Tarlabaşı’ya arkadaşlarla’’ dedi. Ne oynadınız başka dedim. Saydı onu bunu oynadık diye. Kim vardı, hangi çocuklarla oynadınız diye sorunca ‘’Annesi, babası olan çocuklarla ‘’ deyince biz çok etkilendik. 15 gün falan aklımdan onun bu sözleri hiç çıkmadı. Şu anda bile tüylerim diken diken oluyor.

ANNEMİ BABAMI GÖRMEK İÇİN İÇİYORUM

Şevket Şahintaş: Ana karakterlerimizden biri, yaşı oldukça küçük, suça bulaşmamış çok tatlı bir çocuk. Bali, tiner gibi uyuşturucu kullanıyor. “Ben içiyorum keyif için, trip atmak için değil” diyor. Aslında hikayesi burada başlıyor. ‘’Hayal kurmak için içiyorum. Annemi, babamı görmek için içiyorum’’ diyor. ‘’Tineri içince annem babam karşıma geliyor, benimle konuşuyorlar’’ diyor. Ne diyorlar sana diyorum? ‘’İyi çocuk ol, kötülük yapma deyip kafamı okşuyorlar’’ diyor. Bu mesela bizi çok etkilemiştir.

‘... MARTILAR Kİ SOKAK ÇOCUKLARIDIR DENİZİN’

Fotoğraf: Ufak Kıray
(Muhammed Suriyeli mülteci bir çocuk. Savaşın bölüp parçaladığı çocukluğun acı bir gerçekliğinin de karakteri olmuş.)
Muhammed çok merak ediyormuş Galata Kulesi’ni. Hatta birkaç arkadaş sıraya girip ziyaretçilerin çocuklarıymış gibi girmeye çalışmışlar. Bir keresinde birinci kata kadar çıkabilmişler ama yakalanmışlar. Bir gün Muhammed’le çıktık.  Çok sevindi gözlerinin içi parlıyordu. Galata Kulesi çok kalabalıktı. Bir martı iyice yaklaşmış kenar demirin üstünde duruyordu. Herkes fotoğraf çekiyordu. Fakat büyük bir martı sanki poz veriyordu. Selfi falan çekiliyorlar. Muhammed martıyı görür görmez ‘’Ya bunun karnı aç, neden yemek vermiyorlar’’ dedi. Hemen içeriye koştu restoran gibi bir yer var biraz sonra geldi belli ki bir dilim ekmek alamamış üzgündü. Biz izliyoruz ne yapacak diye. Biraz sonra nereden bulduysa elinde simit parçalarıyla geldi ve eliyle martıyı besledi. Biz şaşırmıştık. O anda fotoğraflarını çekebildik. Aklımıza Can Yücel’in şiiri geldi. Martılar için şöyle der; ‘’... Martılar ki sokak çocuklarıdır denizin.’’ Bu ilişki bizi çok etkiledi. Martıların dilinden sokak çocukları anlar. Orada bizler anlamamıştık ama Muhammed martının aç olduğunu anlamıştı. Aslında bu durum insanların sokak çocuklarına yaklaşımıyla, sokak çocuğunun martıya yaklaşımının çelişkisiydi.
Belgeselin/belgesellerin tamamlanmasında katkılarımız nasıl olabilir diye düşünenlere;
www.sokagincocuklari.com        
 Projeyi kitlesel fonlamaya acılan site www.fongogo.com

SOKAĞIN ÇOCUKLARI | Trailer