Translate

Bu Blogda Ara

471-NEOOSMANLI VE YENİ TÜRKİYE- Evrensel 29 kasım 2019-özcan yaman


(Fotoğraf: Murat Bergiİftar sonrası Eyüp’te fotoğraf çektiren bir aile. Osmanlı tarihinin yeniden kurgulandığı televizyon dizileri oldukça popüler. İsteyenler, seyyar kurulan stüdyolar sayesinde bir anlığına Osmanlı Hanedanı’nın bir parçası olabiliyorlar.

Neoosmanlı yeni Türkiye


Beyliklerden imparatorluğa, imparatorluktan parçalanmaya yaklaşık 600 yıl süren Osmanlı hanedan imparatorluğu sonunda Türkiye oldu. 
Osmanlı’yı yıkan feodalizmden kapitalizme geçiş zamanına ayak uyduramamasıdır. Birçok ülkede hanedanlıklar yıkılmıştır ve biri de Osmanlı İmparatorluğu olmuştur. Osmanlı’nın nesini severiz? Kardeş katliamcılığını mı? haremini, halifeliğini, Osmanlıcasını, Yeniçeri Ocaklarını, ağalık sistemini mi? Venedik kapılarına dayanan işgal ve fetihçi ruhunu, antilaikliğini mi? Hukuk sistemini, sarık-cüppesini mi? Seçin gitsin.
Zaman zaman Osmanlı ruhu canlandırılıyor. Dünya lideri ülke olmak, Ortadoğu ve Balkanlarda ağırlık koymak, batıya caka satmak Osmanlıyı kaldığı yerden devam ettirme sevdasından kaynaklanıyor. ABD ile Rusya arasına sıkışıp Ortadoğu bataklığından medet ummak. Tebaa ve cemaat kültürü ile toplumu uyutmak. Din, iman, sermaye ve kudretli ordu ile alimallah marş marş ileri.
FOTOĞRAF AÇISINDAN BURADAN BAKARSAK NASIL OLUR?
19 Ekim/7 Kasım 2019 tarihlerinde sessiz sedasız bir sergi bana bunları hatırlattı. İFSAK’ta açılan sergi izlenmesi gereken bir sergiydi. Geç oldu paylaşmam ama hep aklımdaydı. Fotoğrafçı Murat Bergi proje dahilinde çektiği fotoğraflarla “Neo Osmanlı Yeni Türkiye’’ adıyla açtığı sergi için şöyle diyor; “Zamanın ruhundan bahsedeceksek eğer, yaşadığımız dönemi neyle tarif edeceğiz? Geçmişe özlem, ihya arzusu? “Çılgın’’ projeler; “EN’’lerle ifade edilen büyüklük tutkusu? Bugünü ve geçmişi birbirine bağlayan süreklilik; icat edilen tarih, ihmal edilen destanlar? Hepsi ve daha fazlası muhafazakar bir kimliği yeniden inşa eden yapı taşları. Bu kimliğin etrafında örülen hikaye gücünü ecdattan alıyor. Son model tekniğiyle “yerli ve milli’’ bir istikbal vadediyor. Buna karşın “kökü dışarıda’’ trendleri “makbul’’ beğenilere dönüştürüyor. Bu hikayeyi temsil eden sembollerin peşine düşerken hep şu soru oldu aklımda. Sokakta, meydanda televizyonda kısaca her yerde karşılaştığımız hayaller hangi hayatlarda yaşanır?’’
Murat güncel toplumsal çelişkiyi proje kapsamına alıp fotoğraflamış. Sergisini İFSAK’ta açmış. Gerçekten her gün görmek zorunda kaldığımız İslam ve Osmanlıca muhafazakarlığını tarihe notlar düşer gibi göstermiş. İnternet sitesinde fotoğraflarını yorumlarıyla birlikte izleyebilirsiniz(http://www.muratbergi.com) 
Reis dede selamünaleyküm
Hazır yeri gelmişken geçen hafta tüm havuz kanallarında ballandıra ballandıra gösterilen videodan Sabah gazetesinin internet sitesinden aynen aktarıyorum: “Başkan Recep Tayyip Erdoğan’ın İzmir’e yaptığı ziyaretten geriye güzel görüntüler kaldı.
Erdoğan’ın konuşma yaptığı sırada İzmir Milletvekili Binali Yıldırım’ın yanında oturan küçük kız, “Reis dede, selamünaleyküm” dedi. Salonda herkesi güldüren bu çıkışın ardından Erdoğan, “İşte bu da bir Hatice” dedi ve güldü.
‘Yaşasın İslam, elimizde Kur’an’     
Minik kız daha sonra “selamünaleyküm, aleykümselam, bu ne güzel kelam. Yaşasın İslam, elimizde Kur’an...” diye devam etti…” (https://www.sabah.com.tr/gundem/2019/11/24/baskan-erdoganin-izmir-ziyaretine-damga-vuran-minik-kiz-reis-dede-selamun-aleykum) İşte böyle sosyologların işi zor…

Murat Bergi kimdir?
Samsun’da doğdu. Fotoğraf çalışmalarına 2008 yılında Fototrek Fotoğraf Merkezinde aldığı çeşitli kurs ve atölyelerle başladı. Çektiği fotoğrafların bir kısmı National Geographic Magazine dergisinin global editörleri tarafından internet sitesinde yer alan çeşitli derlemelerde yayımlandı. Bununla birlikte haftalık olarak Cumhuriyet gazetesinin haftalık Cumhuriyet Pazar ekinde fotoğrafları “Bir Resim Bin Kelime” başlığı ile yayımlanmıştır. Fotoğraf çalışmalarını Türkiye’deki milliyetçi-muhafazakar-piyasacı dönüşümün muhafazakar hayat tarzı ile etkileşimi üzerine yoğunlaştırmıştır. Belgesel çalışmalarını İFSAK Belgesel LAB bünyesinde devam ettirmektedir. Aslen özel sektörde vergi müşaviri olarak çalışmakta olup İstanbul’da yaşamaktadır.


  
Keşan’da bir sünnet düğünü. Tuğra, ailelerinin şehzadesi sünnetlik çocukların da kıyafetlerinin ayrılmaz bir parçası.



Panaroma 1453 Fetih Müzesi. Top sesleri, at kişnemeleri ve mehter marşı eşliğinde müze bekçisi hariç ziyaretçiler fetih ruhunu yeniden yaşıyor.



İstanbul Trump Tower üzerinde yer alan dev billboaddta TRT'nin Payitaht Abdulhamit dizisinin reklamı. Yedi düvele kafa tutan Abdulhamit mitinin yaratımı için yapılan büyük prodüksiyonların reklamı kaderin cilvesiyle ABD başkanı Donald Trump'ın ismini taşıyan binada yer alıyor.



470-SİZ UYURKEN- EVRENSEL 15 KASIM 2019 - ÖZCAN YAMAN


Siz Uyurken…

Sınıflı bir toplumda iki kutuplu bir dünyada yaşıyoruz. Bilimden sanata kullanılan tüm kavramlar da ait olunan sınıfsal içeriğe göre anlam taşıyor. O yüzden neredeyse tüm kavramlar önüne ya da arkasına ek yapılarak kullanılır. 
Örneğin ‘demokrasi’ kavramı. Nasıl bir demokrasi diye sorduğumuzda ‘burjuva demokrasisi’ ya da ‘halk demokrasisi’ diye açarız. Bu örneği hak, hukuk, adalet, özgürlük, sanat, bilim … diye çoğaltın.
Örneğin ‘yarışma’, ‘ödül’ bunlar da sınıfsal bakımdan konumlandırılabilir. Kapitalist sistemde yarışma, ödül; ne, nasıl bir anlam taşır? Önce hangi sınıfsal açıdan baktığımızın altını çizmek gerek. Dahası, hangi sınıfa ait olduğumuzla ilgilidir. Hakim sınıf kavramlara, nasıl bir içerik/anlam veriyorsa öyle kabul etmemiz isteniyor. Karşı literatürle çıktığınız zaman muhalif, marjinal veya modası geçmiş düşüncelere sahip kişi (Sıradan, bilim insanı, sanatçı fark etmez) olarak yok sayılırsınız. Bir şekilde sesiniz ve görünürlüğünüz artarsa ilerleyen dönemlerde yeni kavram ve söylemlerle liberalleştirilirsiniz ve hizaya getirilmeye çalışılırsınız. Sonunda ‘Bir zamanlar öyleydi şimdi böyle oldu’ denir.
Başa çıkılamayanlar için ise ‘Eh artık ne yapalım o zaman onlara paye verip kullanalım’ olur. Böylece karşıt görüşlülere / muhaliflere demokratik davranılmış olur. Bu da burjuva düzenine prestij kazandırır. Örneğin, Nâzım Hikmet, Yılmaz Güney, Orhan Kemal… Sonra mı? İşi parayla para kazanmak olan bankaların, holdinglerin cicili bicili kültür sanat kurumlarında çok satan klasikler olarak eserleriniz yer alabilir. Ve telif hakları, miras hukuku derler… Bir banka neden Nâzım ve diğer sanatçılarımıza böyle değer verir? Örneğin bu şiir o bankanın yayınları arasında yer alabiliyorsa bir kez daha düşünmemizi gerektirir.


‘‘…Evet, vatan hainiyim, siz vatanperverseniz, siz yurtseverseniz, / ben yurt hainiyim, ben vatan hainiyim. / Vatan çiftliklerinizse, / kasalarınızın ve çek defterlerinizin içindekilerse vatan, / vatan, şose boylarında gebermekse açlıktan, / vatan, soğukta it gibi titremek ve sıtmadan kıvranmaksa yazın, fabrikalarınızda al kanımızı içmekse vatan, / vatan tırnaklarıysa ağalarınızın, / vatan, mızraklı ilmühalse, vatan, polis copuysa, / ödeneklerinizse, maaşlarınızsa vatan, / vatan, Amerikan üsleri, Amerikan bombası, Amerikan donanması topuysa, / vatan, kurtulmamaksa kokmuş karanlığımızdan, / ben vatan hainiyim. …’’ Nâzım Hikmet 1962 
Zaman zaman bazı demokratik kitle örgütleri güzel, faydalı sanat etkinlikleri yapmak isterler ve ‘hadi bir yarışma’ açalım derler. (Yarışmalar konusunda görüşlerim sabit.) Neden, diye sorarım. Farklı önerilerde bulunurum.  (Bu köşede daha önce yayımlanan ‘Yarış-ma Kültürü’ adlı yazımda) Özetlersem; sol, sosyalist, demokratik kurumların, vakıf ve derneklerin yarışma açmaları ve sistemin içeriğiyle ödüller koymalarını doğru bulmuyorum.  
Geçen ay İzmir Büyükşehir Belediyesi Adnan Saygun Kültür Merkezinde ‘‘Siz uyurken’’ isimli bir fotoğraf sergisi açıldı. Hacimli bir foto-öykü albümü basıldı. Öncelikle böyle güzel bir çalışmaya olanak sundukları ve destekledikleri için İzmir Büyükşehir Belediyesine ve kültür/sanat işleri müdürlüğüne teşekkür edeyim. İFOD derneği üyesi bir grup fotoğrafçının uzun soluklu çalışmalarıyla gerçekleşen proje bence bu konuda ‘Nasıl yapalım’ diye düşünen kurumlara örnek olmalı.

SİZ UYURKEN;
Belediye kurumlarında çalışan işçi ve memurların (Keşke üst düzey yöneticiler, belediye başkanı, yardımcısı vb. kişiler de olsaydı. Belki ikinci bir çalışmada) gece mesailerini belgelemişler. Otobüs, trenlerin temizlenmesi, elektrik, kanalizasyon tamir ve onarımları gibi. Her bölümle ilgili çalışan kişi portresi ve çalışmalarından kesitlerin yer aldığı fotoğraf öyküleri. 55 foto öykü. Uzun zaman ve emek harcanarak hazırlanmış.
İzmir Fotoğraf Sanatı Derneği (İFOD) Üyesi Fotoğrafçılar, Adil Alpkoçak, Ahmet Kılıç, Ayhan Turan Menekay, Ayşe Aytün Aytar, Celal Erdem, Kamile Kurt, Levent Aydınoğlu, Nejat Gündüç, Nihal Ağruslu, Özlem Sülo, Şenol Sert, Ufuk Karhan, Veyis Polat’ın birlikte gerçekleştirdikleri belgesel bir ‘foto-öykü’ çalışması.
Kurumlar illa fotoğrafla bir şey yapacaklarsa boş verin yarışmayı demek istiyorum. Dayanışma ve kolektif çalışmalarla kalıcı işler yapın. Bu çalışma, sergi ve foto-öykü kitabı bunun güzel bir örneği.
10 Ekim günü Ankara Katliamı’nın 4. yılı nedeniyle etkinlik için bulunduğum İzmir’de Adnan Saygun Kültür Merkezi Sergi Salonu’nda, tesadüf olarak denk geldiğim Veyis Polat ile Nejat Gündüç ile hem tanıştım hem de serginin kitabını edindim. Bu çalışma üzerine epey daha yazılır, konuşulur. Belki ileride uzun uzun yazma fırsatım olabilir ama yerim dar. Bu çalışmaya katkı ve emek sunan yukarıda saydığım fotoğrafçı arkadaşlara, projenin öznesi olan işçi/memur tüm çalışanlara şükranlarımı sunmak isterim. Örnek ve kalıcı bir çalışma olmuş. Yarış-ma değil, dayanışma güçlendirir diyerek başarılarının devamını diliyorum.






FOTOĞRAFLAR SERGİ KATALOĞUNDAN

469-BELLEK VE FOTOĞRAF-Evrensel 1 kasım 2019-özcan yaman

BELLEK VE FOTOĞRAF
“Bütün fotoğraflar, unuttuklarımızı hatırlatmak için vardır. Bu açıdan bakıldığında fotoğraf; resmin tam tersidir. Resim, ressamın hatırladığını kaydeder.
Her insan, her birimiz farklı şeyleri unuttuğumuz için bir fotoğrafın bir resimden daha farklı biçimde, ona bakana göre anlamı değişebilir…” JOHN BERGER




Mekan/Zaman Ve Bellek ‘’Geçmiş-Gelecek’’
Mekan/Zaman birlikteliği ‘Belleği’ oluşturur. Bellek; Bir ‘zaman’ sürecinde ve ‘mekan’da gerçekleşir. . İnsanın doğayla olan mücadelesiyle başlayıp, kendini sürekli yeniler ve geliştirir. İnsanlığın doğayı tanıma bilme ve dönüştürme çabaları kültür kavramını oluşturmuştur. İnsanlık tarihinin kültürel gelişimini iki alanda özetleyebiliriz. Bu alanları “Bilim ve Sanat” olarak tanımlarız.
İletişim araçları ses,yazı ve görüntü (resim,video-fotoğraf)aynı zamanda bellek araçlarıdır. Bugün 3000 yılın tanıklarıyız. Hatırlanırsa Milenyum çağına 2000 lerin sonunda şaşaalı kutlamalarla giriş yaptık. Rivayet olunur ki; İnsanlık güzel bir geleceğe, Hak, Hukuk ve Adaletin sağlandığı, Ekoloji, Barınma, Sağlık, Eğitim gibi sorunların tarihe karıştığı yeni bir binyıl olacak (tı). Oysa bu gün yaşadıklarımız yani Milenyum çağının ilk 20 yılında Savaşlar, Rant düzeni, Hak, hukuk ve Adaletsizlikte sınır tanımaz bir şekilde insanlığın yok edilişine doğru gitmekte.
Yaşadıklarımız göstermiştir ki; Adaletsizliği yaratan koşullar ortadan kalkmadan gerçek huzur ve mutluluk gelmeyecek!
Nasıl bir dünyada yaşıyoruz?
Dünyadaki tüm üretimlerin %80lik dilimini nüfusun %20si , Nufusun %80 ni ise tüm üretimin %20sini paylaşıyor. Bu durum aşağı yukarı Ülkemiz için de geçerlidir. Toplumun birikimlerinin belli bir zümre tarafından kullanıldığı, Barınma, Sağlık, ve Eğitimin sosyal devlet sorumluluğundan çıkarıldığı milenyum çağında sorumluluklarımızda o derece ağırlaşıyor. 
Fotoğraf bu anlamlarda önemli bir işleve sahiptir. Dün’ü – Bu gün’le karşılaştırmamızı sağlar. İçinde bulunduğumuz zamanın ve mekanların değişimi, yaşayan nesille birlikte yok olup giderken, fotoğraflar sonraki kuşaklara bu değişimi gösterir. Değişimin sonuçlarının doğru - yanlış, iyi - kötü gibi ortaya konmasını sağlar. Neden – sonuç ilişkisi kurulur ve yeni neslin önlem almasını, düşünmesini ve ne yapmasını da söyler. Bu nokta politik alandır. İnsanlık tarihi göstermiştir ki; Egemenlerin parayla ilişkileri sürdükçe, Adaletsizlik piramidi tersine çevrilmeden kurtuluş yok. Fotoğraf yaşananları ve yaşanmışlıkları kayıt altına alır. Gelişen teknoloji artık her kesin fotoğraf çekebildiği bir duruma gelmiştir. Fotoğrafın Doğrudan, Kavramsal ya da kolaj yöntemiyle yapılması fikirlerin hayata geçirilmesini sağlayabilir. Fotoğraf bilgi, birikim ve felsefeyle ele alındığında hayata dokunur.
Sorulması gereken soru
Bilimin ve sanatın toplumsal gelişime ne oranda yararlı olduğudur. Bilim ve sanat insanları, insanlığa hizmet amacıyla üretirler ve paylaşırlar. Ne yazık ki bu sonuçlar aynı zamanda topluma karşı kullanılan silahlarda olabiliyor. Atomun bulunuşu tıbbi amaçlar dışında bomba olarak savaş nesnelerine dönüşüyor. Medyada kullanılan fotoğraflar dezenformasyon üretiminin bir parçası yapılıyor. O zaman bilim ve sanat kime veya kimlere hizmet ediyor? diye sorgulamak gerekiyor. Bu noktada ideoloji ve siyaset, bilim ve sanatla birlikte ele alınma zorunluluğunu doğuruyor.
Kısaca, sınıflı toplumlar olduğu sürece, bilim ve sanat da sınıfsal bir içeriğe sahip olacaktır. Bu sınıfsal bakış açısı kavramların literatüre göre değerlendirilmesi ve yorumlanması şeklinde hayat bulur. Bu da yöntem bilimsel bir çalışmanın sonucu olarak bizi yönlendirir. Sanatçıyı, nesnel dünyanın, öznel tasarımı sürecinde durduğu yer ve hayata bakışı yönlendirir. Bu da tarafsız sanat eseri yaratılamayacağına işaret eder. Bilimin ve sanatın, son tahlilde her zaman sınıfsal bir niteliği vardır, ama bu nitelik toplumsal çelişkilerin keskinleştiği dönemlerde daha bir netlik kazanır.

Yazıyı sonlandırırken, sanatın ideolojik yapısını ve bir aydın olma bilincini özetleyen şu notu hatırlatalım:                                                                                                                                                                                Louis Aragon’a sormuşlar; ”Nesiniz siz, yazar mı, yoksa komünist mi?” Aragon,” …Her şeyden önce bir yazarım , ben . Onun içinde komünistim.”





fotoğraflar özcan yaman