Translate

Bu Blogda Ara

446-Teşekkürler Fazıl Say-Özcan Yaman- Evrensel-25 ocak 2019



Teşekkürler Fazıl Say

Sanatçı Fazıl Say ile Başkan/Cumhurbaşkanı/AKP Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın konser hikayeleri geçen haftanın gündemi oldu. Yandaş ve muhalif medyalarda geniş çaplı değerlendirmeler, eleştiriler yapıldı.  Sonuçları üç ana grupta toplayabiliriz.
- Fazıl Say konser zamanına kadar çizdiği muhalif duruştan çark etti. İktidarın gücüne boyun eğdi. Dünya çapında önemli bir sanatçı olabilir ama iktidar karşısında biat etti. Otoriter devlet yapısına boyun eğdi. Fazıl Say’ın attığı tweetlerden, söyleşilerdeki konuşmalardan örnekler, Recep Tayyip Bey’in, Fazıl Say için söyledikleri vs. yazılıp çizildi. Liberallerin döneklikleri vs. vs.
- Fazıl Say’ın doğru olanı yaptığı, koskoca bir başkanla kavgalı olunmaması gerektiği, sanatın ülkenin mutluluğu için iktidarla vatan millet adına barışık olunması gerektiği...vs. Ama haddinin de bildirilmesi önemliydi ki Akit gazetesi bu işi üstlenmişti.
- Sanat ve siyasetin ayrı şeyler olduğu, sanatçıların duyarlı ve yaratıcı insanlar olduğu, Fazıl Say’ın  8.5 yaşından beri piyano çaldığı, dünyanın tanıdığı bir büyük sanatçı olduğu, ülkenin bekası ve geleceği için insani duyarlılık  ve hassaslığın önemi, Fazıl Say’ın sağduyulu davranarak ve Recep Tayyip Bey’in hatasını anladığını göstermesi bakımından doğru olanı yaptığı, hatta Recep Tayyip Bey’le kavgalı olan diğer sanatçılarda da aynı hassaslığın olması gerektiği vs...Demokrasinin hoşgörü olduğu, Fazıl Say’ın sanatçı duyarlılığı ile güzel bir davranış sergilediği vs.
Kabaca bu üç grupta ideolojik bakış açılarına göre olayı değerlendirdiler.
Ben biraz farklı yaklaşıp tersinden yorumlamak istiyorum.
“İki temel sorunu var insanlığın; adaletsizlik ve anlamsızlık.
Birine karşı hukuku bulduk, diğerine karşı sanatı.
Ama insanlar hukuka ulaşamadı… ve sanat insanlara…”
Nietzsche 20. yüzyılı böyle özetlemiş. 21. yüzyıla girdik epey bir sürede bu özet geçerliliğini koruyacak gibi. Buradaki terazinin bir kefesinde sanat-toplum ilişkisini, öbür kefede de yaşadığımız adalet(siz)-hukuk(suz)- antidemokratik yapısıyla siyaset ve iktidar yapısını tartınız.
Evet Fazıl Say’a teşekkür etmek lazım. Çünkü;
Seçimler gündem olmuşken, Suriye’de satranç oyunları sürerken, Metin Akpınar ile Müjdat Gezen meselesi yaşandı derken, Fazıl Say ile Recep Tayyip Erdoğan’ın karşılıklı incelikleriyle mesajlarını alınca kızdık veya sevindik. Dünya ölçeğinde yaşananları değerlendirdik. Yeniden okuduk, izledik. Sanat ile siyaset ilişkisini, sanatçı duruşu ile iktidar ilişkisini yeniden sorguladık. Hitler döneminden, Soğuk Savaş dönemine sanatçıların tavırlarını, köy enstitülerinden AKP iktidarına, geçmişi bir kez daha güncelledik. Fazıl Say’ın bir istisna olmadığını gördüm. Ya da Fazıl Say’ın duruşunun pek de garipsenecek bir tarafının olmadığını gördüm. Yazıp çizeceksek  AKP’nin ilk hükümetinde kültür bakanı olan Ertuğrul Günay’dan, onun bakanlığı zamanında içine tükürülen sanat eserlerine ve Mehmet Aksoy'un heykelinin yıkılışını hatırlayın. Bir uçak dolusu şarkıcı türkücü arasında bir zamanların Fazıl Say’dan daha solcu sanatçılarının savrulmalarını hatırlayın. Dünya çapındaki fotoğrafçımız Ara Güler’in duruşunu hatırlayın. Emine Hanım’ın modern sanata muhafazakar bakışıyla destek ve katkılarını hatırlarken, çağdaş sanatçıların hatıra fotoğraflarını hatırlayın. O kadar çok hatırlayacağımız sanat ve iktidar ilişkisini yaşadık ve yaşıyoruz ki...
Yarın başka sürprizlere de hazır olun derim.
İktidar güç demektir. Toplumun en az yarısı güce tapıyorsa, sanatçılar bundan azade değildir. Sanatçının görevi toplumu sorgulayan kitlelere dönüştürmektir. Bunun başarılamadığı ülkelerde elit ve korunaklı alanda olduğunu düşünen sanatçılar da toplumuna benzer. Toplumla ilişkileri yaşadıkları korunaklı alanların sarsılmasına kadardır. Yani sanat da , bilim de ideolojik bir içerik taşır. Kısaca üç tip sanatçı vardır.
A) İktidardan yana olanlar: Mevcut sistemin devam etmesi için sanatı meslek olarak yaparak iktidarın şatafatından yararlananlar.
B) Liberal olanlar: En çok da hümanizmden söz edenlerdir. Emek ve emekçinin haklarının savunulmasından, demokrasi söylemine kadar her alanda iktidarla halk arasında denge kurmaya çalışırlar. Hür teşebbüsün sanat yatırımlarını organize ederken sponsorlar düzeninin gelişmesinin faydalarının sanata nasıl dönüştüğünü ballandırırlar. Tarafsız ve bağımsız olduklarından dem vururlar. Zoru görünce iktidardan yana seçimlerini yaparlar.
C) Muhalif olanlar: Taraf tutarlar. Daima umut saçarlar. Sanatı bir meslek olarak değil, duygu ve düşüncelerin biçime kavuşturulmuş ifade biçimi olduğunu savunurlar. Sınıfsal yaklaşırlar. Sennur Sezer’in tanımlamasıyla işçi sınıfının yanında değil, içinde yer alırlar.
Şimdi soru şu olmalı;  sizin sanatçılarınız hangi gruptan?
İşte tüm bu sorgulamaları yeniden yaptırdığı ve hatırlattığı için bir kez daha teşekkürler Fazıl Say’a.

445-‘Lütfen şu dikey yapılaşmaya müsaade etmeyelim’* Evrensel- Özcan Yaman-11 ocak 2019


foto-kolaj: özcan Yaman

Foto-kolaj: Özcan Yaman

‘Lütfen şu dikey yapılaşmaya 

müsaade etmeyelim’*

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, 11.11.2017 tarihinde Kültürel Mirası İhya programında konuşmuştu. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın konuşmasından satır başları şöyleydi:
- Tarihimize sahip çıkacağız. Tarihimizle güçleneceğiz. Geleceğimizi bu eserlerin üzerinde inşa edeceğiz.
- Fatih’te selatin camilerin ara bölgelerindeki yüzlerce mescidi, o malum, tarihi inkar edenler yıktılar. Onlar yıktı biz ise inşa ediyoruz, ihya ediyoruz.
- Şehirlerimiz gecekonduların, zevksiz yapıların istilasına uğradı.
- Valilerimiz, belediye başkanlarımızdan rica ediyorum; lütfen şu dikey yapılaşmaya illerimizde, ilçelerimizde müsaade etmeyelim. Bu konuda, bizim mimari anlayışımızda yatay mimari esastır, biz buna odaklanmalıyız. Fevkalade şartların dışında buna odaklanmamız halinde şehirlerimizin çok daha güzel olduğunu, çok daha farklı olduğunu göreceksiniz. Şehirlerimizin çirkin binalarla kirletilmesine daha fazla tahammül edemeyiz. Köylerimizi, yaylalarımızı çirkin yapıların istilasına izin vermemeliyiz.
- Restorasyon deyince aklımıza içimizi acıtan nice görüntü de geliyor. Ülkemizde tüm gayretlerimize rağmen hâlâ önüne geçemediğimiz şekilde tarih ve kültür cellatları kol geziyor...
Evet yukarıdaki açıklamaları Mimarlar Odası değil, Cumhurbaşkanı/Başkan/AKP Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan yapmıştı. Seçimlere aylar kala hatırlatayım istedim.
Gördüğünüz gibi  fotoğrafla çok güzel yalan söyleniyor, bakış açısına göre algı yaratılıyor,  bu vesileyle “Fotoğraf ve gerçeklik” ya da fotoğrafla nasıl yalan söylenir görelim dedim. Osmanbey’den ne zaman Mecidiyeköy’e gitsem aklıma hep bu sözler ve bu görüntüler takılıyordu. 17 yılda kentlerin çehresi çok değişti. Binalar dikeyleşti. Yatay bina yapacak alan kalmadı. Taksim Meydanı beton alan ve saksıda ağaç şov meydanı oldu. Yazın sıcaktan yürümek zorlaşırken, kışın rüzgar ve soğuktan tir tir titreten bir modern anlayışın ürünü olarak duruyor. Hadi Cumhuriyet dönemi yapılanları yok sayıyoruz da Osmanlıdan kalanların silüet ve peyzajları ne durumda? Süleymaniye Camiinin minareleri 16.9 kulelere el sallıyor. Haliç’teki metro köprü Süleymaniye Camii’ne el sallıyor. Ataşehir’e yapılan  Mihrimah Sultan Camii taklidi yanındaki dev gökdelenler tarafından eziliyor. Peki bunları yapanlar kimlerdi? Neyse fazla uzatmayayım. Sizler fotoğrafları inceleyin ve söyleyin hangisi gerçek;  Caminin arkasında duvar gibi duran cam bina mı? Yoksa minaresi cam binayı geçen cami mi?
Şişli Camii için not:
“Erken Cumhuriyet Döneminde Bir Osmanlı Yapısı: Şişli Camii” Cumhuriyet İstanbul’unun ilk anıtsal dini yapısı” İstanbul’un Şişli ilçesinde, Halaskargazi Caddesi ile Abide-i Hürriyet Caddesi arasındaki adacıkta yer alıyor. Vasfi Egeli tarafından tasarlanan yapının inşasına Haziran 1945’te başlandı. 1949’da tamamlanan cami aynı yıl hizmete girdi.
(*) Cumhurbaşkanı / Başkan/AKP Genel Başkanı Erdoğan)


444-Metin Göktepe ve Yılmaz Onay’a sevgiler..- Özcan Yaman -4 Ocak 2019 .Evrensel-

444-Metin Göktepe ve Yılmaz Onay’a sevgiler...

Her ocak ayı Sevgili Metin Göktepe’yi hatırlatırken geçen yıl aramızdan ayrılan Yılmaz Onay Ağabey de hatırlananlara eklendi. 8 Ocak 1996 Metin’in katledilişinin 23. yılı. Metin’i uzun uzun anlatmaya gerek yok. O gerçeğin habercisi, sınıf mücadelesinin yılmaz gazetecisi olarak hep yaşayacak. Can Yücel’in dizeleriyle anıyorum...
metin’e metin bir metin...
metin’in kafasında bir darp var
polis karakolundan morga kadar
mosmor
bir darbe var
yüreğimizde beynimizde
soruyor bir işaret fişeği
biz ölerek mi yaşamayı
öğreneceğiz hala..
CAN YÜCEL
10 Ocak 2018 ise Yılmaz Ağabeyinin aramızdan ayrılışının birinci yılı. Yılmaz Ağabey ile 2005 yılında ‘Faşizmin yenilişinin 60. yılı etkinliğini hazırlarken tanışmıştım. Türkiye’de B. Brecht denilince akla ilk gelen kişilerdendi. “Savaş  El Kitabı” adlı Brecht çevirisinden mini bir okuma oyunu hazırlanacaktı. Av. Enver Akan ile Mehmet Esatoğlu’nun atölyesinde merhabalaşmıştık. Sonra 2007’de Hayat TV kuruluş toplantılarında, 2010 Bilgi Üniversitesinde sendikal mücadelede, 2011’de redfotoğraf ve Evrensel Kültür’ün düzenlediği “Mücadelede Kadın” sergisinde ve “Tiyatroma Dokunma” eylemlerinde hep objektifime takıldı.  Zaman zaman Teşvikiye’deki evine misafir oldum. Yılmaz Ağabey ‘Her ölüm erken ölümdür’ sözünü doğrulayarak gitti. 8 Mayıs 2005 tarihinde “Faşizmin yenilgisinin 60. yılı” için  ‘Savaş El Kitabı’ından  hazırladığım sunuma yazdığı ön sözle anmak istiyorum.
“1930’larda Alman burjuvazisi kendine bir führer buldu ve Hitler faşizmi adım adım önce kendi ülkesini ve halkını esir aldı, sonra tüm dünyayı ikinci dünya savaşı felaketine sürükledi. Sonrası malum. Ya bugün?  Bugün ABD’nin Neocon führerlerinin badem bıyığı yok. Üstelik kendi ülkelerinde tam bir Hitler rejimi uygulamıyorlar, henüz. Ama dünyada uygulamaya başladılar bile. Ve başlayan savaş felaketinin sonrası hiç de malum değil. Öyleyse, bugünü de görmek üzere bakalım geçmişe…”
Yılmaz Ağabey ‘Her ölüm erken ölümdür’ sözünü doğrulayarak gitti. Tanıdığım en naif, kibar ve hassas insanlardan biriydi. Şimdi yıldızlara bir dünya güzeli insan daha takıldı.
(‘Savaş El Kitabı’nı izlemek isterseniz  link: https://vimeo.com/251984100)