Translate

Bu Blogda Ara

63-SENDİKALAR SANATÇILARI NEDEN ZORLAMALI?-Evrensel-25 nisan2010-özcan yaman



SENDİKALAR SANATÇILARI NEDEN ZORLAMALI?

Neo liberal politikalar ve onun ekonomik etkileri Kültür ve sanatı da etkiledi. Küresel Kapitalizm tek merkezli bir yapıyı hayatın her alanına dayatırken “sanatçıyı”da özneliğinden koparıp sistemin bir parçası haline getirip “hakikati” de iktidarın bakış açısına göre sunmaya çalışmaktadır. Bu amaçla uygulamaya koydukları “”Kentsel Dönüşüm” ile Kentte yaşayan, Kentliyi merkezden dışarı doğru savurarak yerine ekonomisiyle, kültür ve sanatıyla bir “finans ve sanat” merkezi yapılanması dayatmaktadır. Tüketim ve gösteri toplumu yaratarak, her alanda kuşatılmış bir üretenler ve yönetilenler toplumunu mekansal düzenlemeleri ile hizaya sokmaya çalışıyorlar. En büyük lojistik desteği de sanatçı ve aydınların özne olarak işçi-emekçi sınıf ile olan bağını kesmeye çalışıyorlar. Bunun için uluslararası sanat piyasası  sterilleştirilmiş dar alanlara sanatçıları çekerek sınıf bağlarını zayıflatmayı hatta yok etmeyi dayatıyor. Bunu da soylulaşma olarak sunuyor.

Sendikalar bu dayatmalar karşısında, neo liberal politikalarla mücadele eden önemli emek örgütleridir. (Ya da öyle olduklarını farzediyoruz.)Sendikalar ekonomik mücadele, demokrasi mücadelesi derken Kültür ve sanat alanında da politikalar geliştirip, neo liberal politikalara karşı işçi sınıfının da sanatı var! Demeli Tek başına bir özne olarak  “emekten yana bir sanatçı  yada aydın olmak” yetmez bu sanatçı ve aydının emek örgütleri tarafından  mücadele içine çekilmesi ve sınıf perspektifiyle üretmesi-paylaşması ancak sendikaların sahip çıkmasıyla mümkündür. Dahası işçi sınıfı kendi sanatçı adaylarını çıkartmalı- yetiştirmelidir.
Bütün sanat alanlarında bu yönde çalışmalar yapılmalı. Konumuz fotoğraf olduğu için, fotoğrafta nasıl olabilir üstüne devam edelim.

Bilindiği gibi fotoğraf 1800’lerden itibaren en etkili iletişim alanıdır. Özellikle teknolojik gelişmelerin sonucu fotoğraf ve video herkesin çok çabuk ulaşıp kullanabildiği bir noktaya gelmiştir. 1900’lü yıllarda yazının kullanımı ve broşürün etkili olan, propaganda ve ajitasyon gücü fotoğrafın gücüne yerini bırakmıştır. İşin özneleri olan üretenler/işçiler fotoğrafı öğrenip kendi sorunlarını fotoğrafın anlatım gücüyle birleştirebilirse içeriden dışarıya gerçeğin hakikatle olan ilişkisini kurup, işçi sınıfının sanatsal yaratım gücünü göstermiş olurlar. Gerekli olan alanlarda estetik ve içerikle ele alınmış görseller olarak ihtiyaç alanlarında kullanılacak materyaller üretebilirler.

Sendikaların en ücra şubelerinden görsel kalitesi yüksek fotoğraflar elde edilir. Bu fotoğraflarla basın bültenleri etkinlikler ajitasyon ve propaganda çalışmalarında kullanılacak materyaller olarak işlevsel olarak yararlanılır. En önemlisi sergiler ve Kataloglar basılır ve geleceğe tarihsel değeri büyük arşiv bırakılır. Tıpkı bugün hala kullandığımız  Jacop Riis, Lewis Hine  gibi yüzyıl öncesinin fotoğraf ustalarının miraslarının teknolojik olarak sınıfın içinden çıkmış fotoğraf ustaları yetiştirilerek mirasın sürdürülmesi gibi. …
…………………………………………………………………………………………………….
 
 
 
EL TUTUŞA TUTUŞA
Ne kadar çok elimiz varmış meğer!
İlkin, senin elinle tutuşan benimki
Sonra çocuklarınki
Gençlerinki
Tekel İşçilerininki
Sonra, ellerin elleri...
Ne kadar çok elimiz oldu, baksana,
Tutuşa tutuşa
Bir orman yangını gibi
 
CAN YÜCEL

          
Fotoğraf : Evrensel arşiv
                        Can yücel ve cem Yalın bir imza gününde.
                        Hayatlarını emekle örmüş Can Baba ve Cem Yalın’dan bize kalan …


Fotoğraf: Sezai Akyıldız.
Direnen Tekel işçisi, 26 Mayısı örüyor…


 fotoğraf: Orhan Köse



62-Emek, ancak emek örgütlerinin ortak mücadelesi ile kurtulur!-evrensel-18nisan2010



Emek, ancak emek örgütlerinin ortak mücadelesi ile kurtulur!

Emek sinemasının yıkılacağı duyulunca eylem ve etkinliklerde gündeme geldi. AKM yıkılacaktı, verilen mücadeleler sonucu şimdilik kurtarıldı. Harbiye Muhsin Ertuğrul Tiyatrosu tüm itirazlara rağmen yıkıldı yenisi yapıldı, tartışmaları hala sürüyor. Hukuk ve demokrasi mücadelesi birlikte veriliyor.İstanbul’da özellikle Mimarlar Odası ile birlikte mücadele eden kişi ve kurumlar bu mücadelenin başını çekiyor. Son olarak Emek sinemasının yıkılması gündeme gelince, Mimarlar Odası Büyükkent şubesi Karaköy’deki yerlerinde geniş katılımlı bir toplantı yapıldı. Duyarlı tüm kişi ve kurumların katılımına açık olan bu toplantıda, süreç tartışıldı ve nasıl karşı konulacağının yol ve yöntemleri tartışıldı. Sivil toplum kuruluşları ve İKSV ilgilisi yada yetkilisi de vardı.Kimi Emek sinemasının nostaljisinden bahsetti, kimi tarihin yağmalanmasından. Bir grup genc arkadaşın sorgulayıcı yaklaşımı önemli idi. Birde Kentsel dönüşüm üzerine belgesel ve bilimsel çalışmalar yapan arkadaşlar. Sonuç Emek Sineması yıkılmasın yaşasın.
Kentsel Dönüşüm Projesinin amacı  olan Finans ve Sanat merkezli bir steril alan olarak  Beyoğlu bölgesi ve Ülkenin bir çok ilinde yürütülen dönüşüm çalışmaları hızla devam ediyor. Emek Sineması meselesi lokal kalıyor, Toplumsal muhalefet örgütlenirken o tiyatrocuların sorunu, bu sanatçıların sorunu, diğeri işçilerin sorunu gibi darlaştırılırsa ki öyle görünüyor, parçalara bölünmüş toplumsal muhalefet ne kadar başarılı olur?
İktidar özellikle böyle parçalı bir muhalefet olsun diye kendi sivil toplum örgütlerini kuruyor olmadı var olanların yönetimlerini ele geçirmek için taktik savaşları veriyor. Herhalde şimdilerde en büyük arzuları da Mimarlar odasında etkili olma sevdalarıdır.
Breht’li Bienaller, Su Forumları, Kültür ve sanat soslu etkinliklerine son olarak ekledikleri Avrupanın başkenti İstanbul 2010 ve  Kentsel Dönüşüm’ün Toki ile gerçekleşen muhteşemliği!
Seka, Sümerbank, Tariş, Tuzla, Tekel, Hes, Suyun Ticarileştirilmesi, AKM, Emek Sineması gibi saymakla bitmeyecek sorunların birbirleriyle ilişkisi ve genel bir direniş hattının önemi ortada. Bu noktada Sanatçıların ve Aydınların birleştirici, aydınlatıcı olma rolleri vardır. Tekel direnişinde gösterilen dayanışmanın yaygınlaştırılması ve lokal sorunlarda değil bütün bir direniş hattında örgütlenmesi gerekiyor.
Neo liberal politikalara karşı mücadele yalnızca ekonomik alan mücadelesi olmayıp, sanat ve kültür alanında oluşturduğu dile karşı kendi dilimizi kullanacağımız alanları da kapsamaktadır. Aydınların Sanatçıların  işçilerle buluşması sağlanabilmeli. Şimdiye kadar katledilen ve bir çoğu karanlıkta kalan cinayetlerin aydınlatılması bu anlamda da önemlidir. Ancak aydınıyla, işçisiyle birleşmiş bir güç, gerçek toplumsal muhalefeti sağlar. Sanatçılar kendi başlarına bir şey yapamazlar. Emekten yana sanatçıların ürettiklerinin emek ve demokrasi örgütleri tarafından değerlendirilmesi, paylaşılması ve desteklenmesi önemlidir.
Bu yıl 1 Mayıs İstanbul’da 1 Mayıs alanında kutlanacak. 1977 de 500 bin emekçinin doldurduğu Taksim meydanı, uzun yıllar sonra resmi olarak ta valinin açıklamasıyla ;
1 Mayıs, resmi olarak işçi ve emek bayramı olduğu için, mitinglere kapalı olduğu halde, bayram olduğu için bu yıl sendikaların öncülüğünde izin verilebileceğini açıkladı.” Hayırlı olsun diyelim. O zaman sendikalara düşen de o meydana 500 bin bir emekçi ile girmek olmalı. Atölye atölye, fabrika fabrika, ev ev, mahalle mahalle çalışıp Tekel direnişinin meyvalarını olgunlaştırıp 26 Mayıs da yapacaklarını açıkladıkları genel grevin başarıya ulaşmasını sağlamaları gerekiyor. Yoksa Taksim 1 mayıs alanı olmuş, yalnızca iktidarın seçimlerde kullanacakları ‘demokratik açılım’ dan sonra kullanacakları “1 mayıs “ reklam malzemesi olabilir. Meseleyi birde bu yanıyla değerlendirmek gerekiyor.
Mayısa ait notlar:

-Emek Partisi’nin düzenlediği  1 Mayıs afiş tasarımları sergisine katılım için zaman daralmakta. Gerekli bilgileri www.emep.org  ve emekpartisi@emep.org.  mail adreslerinden alabilirsiniz.
-V. İşçi filmleri festivali kapsamında bu yıl yapılması açıklanan fotoğraf sergisine katılım için geri sayım devam ediyor.
Detaylı açıklamaları: www.redfotograf.com, www.iff.org.tr , www.sendika.org. sitelerinden edinebilir redfotograf@gmail.com ve  galatafotografhanesi@gmail.com mail adreslerinden bilgi alabilirsiniz.

Bu hafta Kütahya’dan Sevil Tunç’un “Hayatın İşaretleri” yorumuyla fotoğrafını veİstanbul’dan Özgür Özdemir’in 2 fotoğrafını paylaşıyoruz. Sizlrinde yorumlarınızı ve fotoğraflarını beklediğimi hatırlatırken bol fotoğraflı bir hafta diliyorum.

1— Fotoğraf: Özgür Özdemir: Yansıma
            Sevil’in hayatın işaretlerine de uyan bu fotoğraf, yalnızlığın yansıması olarakta algılanabilir gibi. Kompozisyon bakımından gayet iyi yerleştirilmiş bir kare. Bu yalnızlığı giderecek bir insan ya da insanda, suya yansıyan görüntünün yarattığı estetiğin içinde olma isteği. Gözüne sağlık Özgür.

2-  
















          Fotoğraf : Özgür Özdemir
Güzel ama eksik bir fotoğraf. Gök yüzü fazla boş bulutlar yok vs. Belki daha az bırakılıp sandallar daha fazla olmalıydı. Kompozisyon olarak sandalların elips olarak yerleştirilmesi iyi. Üç figür ve ağ yerinde. Yinede anlatım olarak başarılı. Bir işe başlarken yapılması gereken hazırlığın önemini anlatıyor.

      



      Fotoğraf Sevil Tunç.
Sevil zaten fotoğrafın yarattığı duyguları dile getirmiş. Sağolasın Sevil.


61-MAYIS AYLARIN GÜLÜDÜR!-evrensel-11 nisan 2010-özcan yaman



MAYIS AYLARIN GÜLÜDÜR!

Tekel direnişi, sendikalar tarafından 26 Mayıs genel direniş-genel grev günü olarak ilan edilerek iki ay öncesinden kamuoyuna duyuruldu. Öncesinde 1 Mayıs. Bu yıl, sınıf dayanışmasının bir yansıması olarak 1 mayıstan alınan güçle gidilecek 26 mayıs genel grevine.  Yani havalar ısınıyor ve mayıs ayların Gül’üdür!
Redfotoğraf, işçi filmleri festivali kapsamında 2010, 1 Mayıs fotoğraf sergilerine katılım çağrılarını yaptı. 2009 yılına kadar olan 1 mayıslar  dokümanter olarak hazırlanacak. Özellikle 12 eylülün 30. yılı olması ve 1 mayısların 1980 den 2010’na gelişen ve yok oldu bitti denilen işçi sınıfı mücadelesinin tekel direnişiyle geldiği yeri göstermesi bakımından önemli. 1980 sonrası ilk legal 1 Mayıs kutlaması 1987 de Emek sinemasında kapalı mekanda gerçekleştirilmişti.
redfotoğraf, Afsad, İfod, Fotoğraf Vakfı ve Galata Fotoğrafhanesi Fotoğraf Akademisi tarafından organize edilen sergi ve paneller  1-10 Mayıs tarihlerinde V. İşçi filmleri festivali kapsamında Ankara-İzmir- ve İstanbulda eşzamanlı olarak yapılacak. Fotoğraf çeken herkesin katılabileceği sergi 2010, 1 Mayısı  için  slayt show  olarak sergide yer alacak. daha detaylı bilgiyi redfotograf@gmail.com ve galatafotografhanesi@ gmail.com adreslerinden edinebilirsiniz.

Heryıl 1 mayıs afiş yarışması düzenleyerek emekten yana tasarımcıların afiş tasarımlarını sergileyen Emek partisi bu yıl yine afiş sergisi düzenlemiştir. Beş yıldır yapılan yarışmalardan ve bu yıl yapılacak sergi katılımcılarının afiş tasarımlarından oluşturulacak 1 mayıs 2010 Afiş tasarım sergisi düzenliyor. 2 mayıs günü açılacak sergi için katılım süresi 23 nisan da doluyor. 
Bilgi için; Emek Partisi /  e-posta: emekpartisi@emep.org   www.emep.org. 










60-Yarış-ma Kültürü-Evrensel-4 nisan 2010-özcan yaman



Fotoğraf: JAMES NACHTWEY  /    “Yoksulluğun vatanı olmaz!”

Yarış-ma Kültürü

“Ben, fotoğrafçılıkla ilgili açıklama yapmaya çalışmıyorum. Dünyada olup bitenlerle ilgili açıklama yapmak için fotoğrafı kullanmaya çalışıyorum.” JAMES NACHTWEY

Her şeyin  yarışması yapılıyor.
Televizyonlarda yarışmalar, Gazetelerde yarışmalar, Resim yarışmaları,Fotoğraf yarışmaları, En güzel çocuk yarışması, En güzel genç kız yarışması, Bilgi yarışması, Ses yarışması, Spor yarışmaları, Gelin Kaynana yarışmaları, Evlenme yarışmaları…Birde uluslar arası çapta yapılan ülkeler arası yarışmalar vardır. Eurovizyon müzik yarışması, Altın ayı film yarışması, Futbol yani spor karşılaşmaları gibi gibi…

Hep daha çok, daha iyi, daha güzeli kazanma iddiasında olan bir kültür oluştu ve gelişti. Günümüzün modası, gerçi dünde modaydı ya…Şimdi neresinden başlasak ta bir nokta koyabilsek.Genel olarak aynı alanda çalışan ve uğraşan  kişilerin, grupların, ülkelerin birbirleriyle karşılaştırıldıkları ve belirli kategorilere göre sınıflandırılmalarına yarış diyoruz. Bu insanlar, grupları ve ülkeleri diğerlerinden üstün ve iyi olduklarını ispatlama çağrısını yapanlar, yarışma açan kişi ve kurumlardır. Bu sınıflandırılmayı yapanlarda Jüri denilen heyetlerdir.

Eğer kendi rızamız ile katılıyorsak adı yarışma oluyor. Yok bir sınırı geçmek için yapılıyorsa adı sınav oluyor. Bunlara da örnek Öss, Ösym, Memur olma sınavı, işe girerken girdiğimiz sınavlar, sınıf geçme için girilen sınavlar. Bu sınavları da bir anlamda yarışma bağlamında değerlendirebiliriz.

Sınıflı toplumlar olduğu sürecede yarışmalarda olacaktır. Peki sınıfsız toplum olduğunda yarışmalar olmayacak mı? Ya da Sosyalist ülkelerde yarışlar yokmuydu? Elbette vardı. Fabrikalar arası en fazla üretim yapma yarışmaları ve her alanda yaygın olarak yapılan yarışmalar vardı. Burada yarışmaların amaçlarına ve fonksiyonlarına bakmak gerekiyor.

“Kapitalist sistemde yarışmaların amaç ve fonksiyonları”diye bir başlık açabiliriz artık;
Yarışmaların içeriği de sisteme göre şekilleniyor. Bilindiği gibi sistemin özü para ile para kazanmaya ve emeğin sömürülmesine dayanıyor.Sosyal Devlet bir kandırmaca olarak vardır. Toplumsal yarar yerine kişi ve şirket çıkarlarına göre yasalar yapılır. Bireyin değeri değirmene su taşımaya yarayan araç olmaları kadardır. Özgürlük. Demokrasi, Barınma hakkı, Sağlık hakkı vb. hepsi hikayedir. Oligarşik bir yapıya sahiptir ve Meşhur olmak, Marka olmak sosyal statü için olmazsa olmazlardandır. Bunların toplamı da kaderle (!), çok çalışmakla (!) yada başarı (!) ile açıklanır. Kaderi değiştirmenin de bir çok yolları vardır. Derin devlet içinde yer alabilirsin, Piyango bileti çekip ertesi gün zengin kalkabilirsin, Bir yarışmaya katılıp derece alıp meşhur olabilirsin. Peki çok çalışıp ne yapabilirsin; Sınıflarını geçersin, üniversiteye girersin (fırsat eşitliği var ya! Büyük kentlerde yaşayanlar daha şanslı) Ya da işini bilmeyen memursan, en fazla orta sınıf bir vatandaş olarak yaşarsın. Bütün mesele bir dayı bulup üst sınıfa kapağı atmak olmalıdır. Yani toplum sınıflara bölünmüş olduğundan sınıf atlamak için sistemin kurduğu barajları geçeçeksin. Sonra mı? Yukarıda saydığımız, Özgürlük. Demokrasi, Barınma hakkı, Sağlık hakkı vb. senin için var olacaktır. Yani bir sınıf için var olan diğer sınıf için yoktur. Denklem budur. Sistemin olası zarar ve saldırılarından korunmanın bir yolu da “Sanatçı, Avukat, Doktor, vb” korumalı alanlardan birinin duvarlarının ardında olabilmektir. Bir zamanlar şöyle bir söz vardı; “Bir doktorun bir işçiden daha şerefli olduğu” hatta bu söz Cem Karaca’nın bir şarkısında işlenmiştir. Ve sistem tüm bu alanları kontrolü altında tutmaya çalışır. Bu alanların, toplumun zararına işletilmesine karşı çıkan kişiler, muhalif ve alternatif örgütlenmeler içinde yer alırlar. Sanatçılar, Doktorlar, mühendisler, Avukatlar velhasıl tüm alanlarda bu mücadeleyi veren kurum ve kişiler toplumsal çıkarı kişisel çıkarların üstünde tutmanın mücadelesini verirler ve çoğununda başı dertten kurtulmaz. Şimdi böyle bir düzende yarışlara niye katılınır? Meşhur olup statü sahibi olmak,Ödül olarak para kazanmak,
Hayatının akışını değiştirmek, gibi açıklayabiliriz. Ama manevi laflarla da süslemek gerekir değil mi? Hak ettiği yere gelmek, Başarılarının herkes tarafından görülmesi, Çalışmasının karşılığını almak gibi….
Niye yarışmalar açılır ? Şirketlerin reklamını yapmak için,Sosyal ve sanatsal bir iş yapmış olmak için, Ürünleri pazarlamak için,
Özellikle vakıflar aracılığı ile kültür hizmetinde (!) bulunmak için
Yaşadığımız ülke, bu standartları koymaya çalışan bir ülke olduğuna göre yarışmalarında içeriğinin böyle olması doğaldır.
Bu durumu internette yaptığım incelemelerde “Burjuva rekabet ve Sosyalist yarışma” başlıklı  yazısında Seyfettin Arslan şöyle özetliyor;  “…Sınıflı topluma özgü ilişkilerde yarışma; ötekilere üstün gelmek isteğine dayanır: Kendimi özne görürüm öteki ise nesnedir, hasımdır anlayışı. Her ne kadar ideal burjuva rekabet emeğe dayansa da pratikte bu ezici çoğunlukla kurt kanunu olarak gerçekleşmektedir, yani gözünü zayıf durana dikmek, onun düşmesini beklemek ve düşeni parçalayıp yemek yasası; orman kanunu, büyük balığın küçük balığı yutması hikâyesi. Burjuva insan ilişkilerinin özeti budur.
Rekabet, hırs, paraya bitmez-tükenmez doyumsuzluk, mevki-kariyer hevesi; bunların hepsi günden güne çürümesine tanık olduğumuz sınıflı toplumdaki insanı insanlıktan çıkaran bireyciliğin ifadeleridir. Bireycilik; insanın sosyal bağlara yaşamsal ihtiyacını ve insanın insana karşı ahlaksal sorumluluğunu inkâr eder, onun yalnızlığa mahkûm eder. Kişi belki ilk bakışta yalnız görünmeyebilir ama öz olarak yalnızdır. Sıradan insan kişiliği işte bu kapitalist çirkefin belirleyici olduğu koşullarda şekillenir…. “                                           Bende katılıyorum.

“Sosyalist sistemde yarışmaların amaç ve fonksiyonları” diye bir başlık açarsak, Özetle yukarıda söylediklerimizin tersine olandır diyebiliriz.
Yarışmaların içeriği toplumsal fayda ile açıklanır. Toplumun ilerlemesinin özünde bireyin gelişimi olduğu bilinci hakimdir. İnsan doğasında var olan kendini ispatlama ve gösterme özelliğinin iyi yönde geliştirilmesine hizmet eder.
“Burjuva rekabet ve Sosyalist yarışma” başlıklı  yazısında Seyfettin Arslan’ın yine yazısından alıntılayarak;”…İnsanın insana sevgi ve yakınlığından, sorumluluk duygusundan ve devrimci eleştiricilikten kaynaklanır. Birbirinden etkilenmek, derin sevgi ve sorumluluk duyduğun insanlığın ve arkadaşlarının gözünde hak edilmiş değer sahibi olmak, onların hak edilmiş takdirini kazanmak sosyalist yarışmanın itici gücüdür. Devrimci eleştiricilik de burada kendini devrimci objektif bir bakışla sürekli gözden geçirmeye, var olanla yetinmemeye ve daima daha iyisini gerçekleştirmek için çalışmaya hizmet eder…
Marks bu saptamayı “madem ki insan yaşadığı çevrenin ürünüdür o halde çevreyi insanca şekillendirmek, yani dünyayı insanileştirmek gerekir” düşüncesiyle yapmıştı. Sosyalist yarışmanın hedefi işte budur. ..Devrimci yenilenme yolunda Eğitim ve Dayanışma Hareketi yaratmak için sosyalist yarışmaya çok ihtiyacımız var. ..Bu aşamada sosyalist yarışmanın en önemli alanı da… grup çalışmalarıdır.”

“Peki ne yapmalı?”
Ya yeni bir yol bulacağız, yada yeni bir yol yapacağız…” Hannibal
Yarışmaları reddedemeyiz. Bütün mesele Yarışma kültürünün içeriğini doldurmakta. Bildiğimiz gibi bir çok kavramın ve kelimenin içi nasıl sistemin mantığıyla örüldüyse bizde kendi içeriğimizle kullanmalıyız. Bu anlamda yarışma kelimesi sistemin anlamlandırmasıyla özdeşleşmiştir.
Bir çok Demokratik kurum ve kuruluş iyi niyetle yola çıkıp yarışmalar düzenliyorlar.  Sonuç genellikle zayıf oluyor. Ya katılım düşük kalıyor, gelen işler yeterli kalitede olmuyor, dolayısıyla sessiz sedasız istenilen sonuç alınmadan heba olan emekle kapanıp gidiyor.
Benim düşüncem kolektif çalışma gruplarının oluşturulması ve projeli işlerle etkinlikler yapılması. Bu her alan için geçerli olabilir. Ödüllendirme ise etkinliğin çeşitine göre değişebilir. Katılımcıların genelinin ortak çıkarına hizmet eden paylaşımlar olabilir. Sergileme, Broşür, Katalog gibi kalıcılığa hizmet eden yayınlar yapılabilir.  Ayrıca kurumlar arası işbirliği ve dayanışma ruhu ile genişletilebilir. Buna örnek çalışmalar olarak; redfotoğraf grup çalışmalarının 1 Mayıs çalışmalarını ve Alternatif platform içinde yer alan birçok kolektif ve grupların yaklaşımlarını görebiliriz. Son olarak AFSAD’ın Tekel işçileri için açtıkları sergiyi gösterebiliriz. Üzerinde düşünerek yeni formüller geliştirilebilinir. Jüri / seçici kurul olarak kendi alanında uzman arkadaş ve kurumlar yer alabilir. Bu kurulun görevi de katılan işlerin teknik anlamda ve yapılması düşünülen içeriğe uygunluğun denetlenmesi olabilir.
Yarış-ma paylaş kültürünü geliştirelim…


-Fotoğraf: Paşa İmrek- Urfa



“5 aralık 2009 da urfa’daki dtp yürüyüşü ve mitingi sonrası, onlarca kişi gözaltına alındı. içlerinde biride yerde baygın şekilde yatan bir bayan protestocuydu. “






 

-Fotoğraf: Semra Arslan- Balıkesir
“Balıkesirın dar sokaklarında çektıgım bır fotograf, fotografa bakınca benım aklıma sevdiğim bir şarkı geliyor
 sözleri a.kadire ait sabah türküsü....”

   ağzımda bal gibi tatlı bir türkü
      bir iner bir çıkarım bu yokuşu
      ağzımda bal gibi tatlı bir türkü
      kazanırım çocuklarıma ekmek parası

      ben deniz üstünde, rüzgar önünde
      ben sevda içinde, tatlı türküde.
      inişte yokuşta, ekmek parasında

     iki oğlum var, mehmet'le ali
     gönlümde bir dünya, pamuk gibi...



 

-Fotoğraf:  Sevil Tunç_ Kütahya