Translate

Bu Blogda Ara

428) Hacizli Emekliler...-Özcan yaman- 22 haziran 2018






Hacizli Emekliler...
Geçen hafta ülkenin başkenti Ankara’da idim. Kızılay, Sıhhıye caddelerinde ‘’Hacizli emeklilere çağrı’’ ilanları yerlere yapıştırılmıştı. Sokaklar toplumun aynasıdır. Ülkemizdeki emeklilerin sorunlarının ne boyutta olduğunu gösteriyor. Üstelik seçim öncesi.
16 yıldır ülkeyi yönetenler pembe tablolar çiziyor ve muhalefetteymiş gibi propanganda yapıyorlar. Ama özellikle Ankara’nın sokakları onları yalanlıyor. Hacizli emekliler var eyyy iktidar diyor, biz kredi verip para kazanacağız diyor... Onlar Kıraathanelerde emekliler torunlarıyla oturup hasbıhal edecekler kekler, börekler ve çaylar eşliğinde diyorlar. Ohal’i kaldıracağız diyorlar şaka gibi. Muhalefet ne derse iktidarda bir fazlası diyor gibi.
Durum şu ki;
Özgürlük, demokrasi, hak, hukuk adına var olan kırıntılarla bir seçime gidiliyor. Anti demokratik bir seçim dönemi yaşıyoruz. Eğer maazallah tek adam rejimi devam ederse Emekliler Kıraathaneler de tefecilere borç senetleri imzalamaya başlayacaklar gibi görünüyor.
Eğer 16 yıllık iktidar yıkılırsa, gelecekte emekli olacak çocuklarımıza tefecilere düşmeyecekleri bir ülkeyi kurma mücadelesinin şansını vermiş olacağız.

 

427)ADALET-- Özcan Yaman- Evrensel- 15 haziran 2018




ADALET

Adalet, zarar veren ile zarar gören arasında hakkaniyeti sağlamaktır. Mağdur olanın hakkını aramaktır. Türkiye Cumhuriyeti’nin yaşamış olduğu en büyük katliam olarak tarihe geçen 10 Ekim 2015 anKARA katliamının 9. Duruşması 12-13 haziran 2018 tarihlerinde gerçekleştirildi.
Burada uzun uzun mahkemede yaşananları yazacak değilim. Zaten Evrensel’de okuyorsunuz. Fakat tarihe not düşmek bakımından ifademde geçen aşağıdaki satırları yazmak ihtiyacını duydum. Çünkü; 250 kişiden fazla katliam mağduru müşteki olarak günlerce, duruşmalar boyunca ifade verdik. İfade neden verilir? Davada belge, bilgi delil olabilecek araştırılıp incelenecek maddi gerçeklerin bulunup çıkarılması için verilir. Anlaşılan odur ki bizler mahkemeyi boşuna meşgul etmişiz. En az 250 kişinin ifadelerinden mahkemenin işine yarayacak hiçbir şey söylememiş, belge bilgi vermemişiz. Nereden mi çıkarıyorum, savcının hazırladığı mütaaladan.
Daha ilk duruşmalarda söyledik bizlerin derdi yalnızca sanık olarak yakalananlar değil. Onların arkasında olanlar diye. Bu dava kendini bilmez 3-5 sapkın teröristin cezalandırılma davası değil, IŞİD ya da her ne zıkkım ise adları bu örgüte yol veren resmi, sivil, tetikçi, kişi ve kurumlardır diye.
Ben bir gazeteciydim. Bir fotoğrafçı. Kamusal sorumluluğum yaşadıklarımı tanık olduklarımı kayıt etmem gerektiğini söylüyordu ama ben makinayı gözüme götüremiyordum. Karşımda acıyla kıvranan çırpınan insanların gözlerine bakarak deklanşöre basamazdım. Uzun bir süre çaresizce çekim yaptım. Bayraklar örtünmeye başlayınca ancak makinayı gözüme götürerek fotoğraf çekebildim. Beni ve benim gibi görüntü kaydedicileri arkadaşlarımızın kanlarına bastırarak, üstümüzde onların kan ve etlerini taşıtarak bu acıyı yaşatanlar bunu neden yaptıklarını çok iyi biliyorlar.
Ben bu davanın adaleti sağlayacak hukuksal bir zemin olmasını istiyorum/istiyordum.. Ben ölen arkadaşlarımın kardeşlerimin önümde siper olmaları sayesinde tesadüfen kurtulmuş bir tanığım. Patlamadan 3-4 saat sonrasından bahsetmek istiyorum.
Güvenlik şeritleri çekilmiş orada olayı yaşayan insanlara karşı polis tertibat almışken, bir polis amiri hemen yanıbaşımda aklımdan hiç çıkmayan şu cümleleri söylemiştir.
“Ne derlerse desinler, cevap vermeyin. Sineye çekin. Bu gün onların acıları var.” Gelin içinizden tekrarlayın. Bugün onların acıları var!”
Katliamdan birkaç gün sonra başbakan anket yaptırdıklarını söylüyor ve “Oylarımızda yükseliş trendi var” diyebiliyor.
Yine cumhurbaşkanı katliamdan önce seçim üstü “400 yerli ve milli” vekil istiyorum diyor.
O gün internetin yavaşlatılması ve zaman zaman kesilmesi bilinçliydi.
O gün basın açıklaması yapan 3 bakan yalan söylüyorlardı. Bu yalanlarını çektiğim video ve fotoğraflarla belgeledim.
O gün polisin gaz bombaları atıp, plastik mermi kullandığına tanık oldum.
O gün ambulanstan önce polis otosunun olay mahalline girerken canı yanan insanların barikat oluşturuarak durdurduğunu gördüm. Belgeledim.
O gün bir yandan gaz bombaları atılırken hızla olay mahalline girereken yine acı çeken insanların barikat oluşturmasını gördüm hemde peş peşe iki akrep in delil olabilecek kalıntıların üstünden geçtiğini gördüm, çektim.
O gün alana giren ilk ambulansın yaralı almadan çekip gittiğini gördüm.
O gün taksilerle ve özel otolarla karga tulumba yaralı insanların taşındığını gördüm.
O gün Pankartların sedye olarak kullanıldığını gördüm.
O gün bayrak ve flamaların parçalanmış insan bedenleri üstüne örtülüşlerini gördüm. O gün ben çok şeyler gördüm, fotoğraf makinamla belgeledim. Beynimle çektim.

Bu gün ikinci hayatımı yaşıyorum. Bu hayatı bana/bizlere siper olarak feci şekilde katledilen insanlara borçluyum. O gün söz verdim. Ankara katliamının sorumluları bulunup cezalandırılıncaya kadar bu davanın müştekisi, tanığı, mağduru olarak elimden gelen her şeyi yapacağım. Bu gün eğer hala delirmeden yaşıyorsam katledilen insanların ve onların arkasından oluşan bir büyük ailenin bir ferdi olarak gösterdiğimiz dayanışma sayesindedir. 
İlk andan itibaren çektiklerimi hukukçu arkadaşlara anlatarak teslim ettim. Görüntülerin toplanmasına gayret ettim. Yazılı sözlü sosyal tüm medyalarda paylaşmaya çalıştım. Yazdım. Uluslar arası medya kuruluşlarında paylaştım. Tüm dünyada fotoğraflarım kullanıldı.
Yaklaşık 2 ay olayın şokuyla yaşadım. Vicdanlı sağlıkçıların desteğini aldım. PDA (Psikolojik dayanışma ağı) yardımcı oldu. TİHV (Türkiye insan hakları vakfı) psikolojik destek verdi. Hakkımda rapor tanzim etti.
Katliamın 1. Yıldönümünde tüm sosyal medya hesaplarım ırkçı faşistlerce hacklendi.
Manevi tazminat davasını kazandım. Devletin sosyal risk sorumluluğu nedeniyle. Aynı devlet ceza davasında sosyal risk sorumluluğunu görmeyerek piyonlarla davayı sonlandırmaya çalışıyor.
Eyy Adalet nerdesin?







426-Ketıl ve buzdolabı ya da nesnelerin imgeleşmesi...Özcan Yaman-evrensel-8 haziran 2018



Ketıl ve buzdolabı ya da 

nesnelerin imgeleşmesi...

Seçimler hayatımıza yeni semboller kazandırmaya devam ediyor. Gezi direnişleri zamanında tavan yapan yaratıcılık seçim öncesi tekrarlanmaya başlandı. Hatırlarsanız penguenler, Twitter kuşu o günleri anımsatır. 
Bir cumhurbaşkanı adayından buzdolabının bir ülkenin gelişmişlik düzeyini gösterdiğini öğrendik. Şöyle demiş; “Buzdolabı satışı neydi? 1 milyon 88 bin. Nereye çıktı? 3 milyar 107 bine yükseldi. Demek ki fakir fukara değil, eğer her eve elhamdülillah buzdolabı giriyorsa refah seviyesi var demektir” dedi.
Diğer Cumhurbaşkanı Adayı Demirtaş halen tutukluyken, 16 Eylül 2017’de kendi Twitter hesabından bazı paylaşımlar yapılmıştı. Bunun üzerine cezaevi idaresi, Demirtaş’ın odasında ’tweet araması’ yapmış. Demirtaş da bunun üzerine yine Twitter’dan ”Odada twit bulunamadı doğal olarak. Çay için kettle vardı sadece, ondan da twit atılamayacağına kanaat getirildi. Twitter’ın kuşundan bile korkuyorsanız, darı ekmeyin o zaman” diye yazmıştı. 
Şimdi evde her buzdolabını açtığımda refah seviyemi düşünüyorum...
Yine bu yazıyı yazarken olduğu gibi kitılın düğmesine bastığımda ülkedeki demokrasi, hak, hukuk ve adaletin simgesine dokunuyormuşum gibi geliyor. Doğrusu daha bir sever oldum kitılı ...
En son duvarlara kitıl resmi çizip, ‘‘HDP vardır’’ diye yazan gençlerin tutuklandığını gördük. 
Aslına bakarsanız seçim meydanlarından alınan tüyo ile refah seviyesinin göstergesi olan buzdolabının ikonlarının duvarlara yapılmasını da beklerdim. Olmadı.:))
Bir zamanlar ülkedeki refahsızlığı dile getirenlere karşı o zamanların iktidar başı ‘‘Bakın evlere hepsinin üstünde anten var. Yoksulluk nerede hepsinde Tv var demişti.’’ O zamanın Türkiyesi’nden bu zamanın Türkiye’sine değişen TV yerine buzdolabı oldu. Nesneler, eşyalar kalkınmışlığımızın, refah seviyemizin imgeleri oldu çıktı. Kitıl iktidarın imgeleri karşısında muhalefetin imgesi oldu. Aslına bakarsanız buzdolabı TV büyük ev eşyası olarak geçerken kitıl küçük ev eşyası olarak biliniyor. İmge gücü olarak ise hepsini ezdi geçti. 
Sanat mı dediniz işte kitıl. İmgeleştirme mi dediniz işte ketıl. Demokrasi mi dediniz işte ketıl. Anlayacağınız ketıl buzdolabına karşı. Bakmayın küçüklüğüne çok işe yarıyor. Çay kahve yapar, yumurta pişirir, sıcak su sağlar hepsinden önemlisi tweet atar diyelim... 
Sizler de biraz düş gücünüzü zorlayın. Anahtar ketılda. Gençlerin dediği gibi mesajları ketıl veriyor. 
O halde ‘‘Bir oy Demirtaş’a diğer oy HDP’ye...
O halde nesnenin imgeleşmesi nedir diye soranlara açıklama ekleyelim:
(Düşsel olarak tasarlanan ve gerçekleşmesi özlem olarak duyumsanan şey, düş.”Onun imge ürünü olayları çoktur” (hayal, hülya)
Duyu organlarının dıştan algıladığı bir nesnenin bilince yansıyan benzeri, görüntüsü. Duyusal bir uyaran söz konusu olmaksızın bilinçte beliren nesneler ve olaylar.(Hayal, İmaj)
Bir nesneyi doğrudan doğruya yeniden tanımaya yarayacak bir biçimde göz önüne getiren şey, duyu organlarıyla algılanmış olan bir şeyin somut ya da düşünsel kopyası.)