Translate

Bu Blogda Ara

413- HATIRALAR İZ BIRAKIR.-Özcan Yaman- Evrensel 29 Aralık 2017



HATIRALAR İZ BIRAKIR.

Galata Fotoğrafhanesi 2017 yılının son günlerinden yeni yıla hatıraların izlerini taşıyor. Küçük ama yüreği büyük yeni mekanında 23 Aralık’ta ‘Hatıra Sergisi’ni’ açtı. 55 fotoğrafçının 55 fotoğrafından oluşan sergi 24 Şubat 2018 tarihine kadar izleyicilerini bekliyor. 
Açılışta, farklı ifade ve estetik anlayışlarına sahip 55 fotoğrafçının 200’e yakın fotoğrafının yer aldığı “Galata Fotoğrafhanesi Hatıra Kitabı” dağıtıldı. 
2004 yılında kurulan Galata Fotoğrafhanesinin öğreticilerini, atölye katılımcılarını ve fotoğrafhanenin çalışmalarını yakından takip edip katkıda bulunan çok sayıda değerli fotoğrafçıyı bir araya getiren Galata Fotoğrafhanesi “Hatıralar İz Bırakır” diyerek 2018 yılına bu izleri taşıyor.
Sergide ve kitapta yer alan fotoğrafçılar:
Altan Bal, Arzu Aybat Yaşar, Aslı Sander Atasi, Ateş Evirgen, Aysim Altay, Aysun Hürol, Ayten Güven, Barbara Yoaf Karyo, Baytekin Kara, Bedran Tekin, Damla Atak, Delizia Flaccavento, Dora Günel, Edip Yurdsever, Emin Altan, Esra Özban, Fatmagül Mercan, Filiz Tülü, Gençer Yurttaş, Gökhan Gezik, Günseli Baki, Gülnaz Bingöl, Güven Kebeci, Hakan Demirci, Hakan Kalkan, İbrahim Murat Hülya, İsmail Gökçe, Kadri Kurt, Koray Arda Kurt, M. Atilla Erdoğan, Mehmet Kaçmaz, Meliha Eraş, Murat Çiçek, Nursen Bilgin Kadayıfçıoğlu, Orhan Cem Çetin, Ömer Tevfik Erten, Özcan Yaman, Özcan Yurdalan, Özgür Özkök, Pınar Pelin Giritlioğlu, Raziye Köksal Kartal, Selma Eroğlu, Sinan Kılıç, Sultan Güner, Şakir Sağlam, Tahir Özgür, Tansel Atasagun, Tolga İldun, Umur Çolgar, Uygar Şirin, Vehbi Koca, Yağız Savaş, Yılma Doğu, Yusuf Aslan, Yücel Tunca.
Ben de kitaba yazdığım yazıyı paylaşarak daha nice yıllara demek istiyorum...
“Fotoğrafhaneler, ülke fotoğraf tarihinin önemli mekanları olmuşlardır. Zaman içinde dernekler, kulüpler, stüdyolar, kolektifler, gruplar gibi başlıklarda örgütlenmişlerdir. Kimi kısacık yaşam bulmuş kimi halen yaşamaya devam etmektedir. Galata Fotoğrafhanesi bu bakımdan nostaljik göndermeler yapan ismiyle Türkiye fotoğraf dünyasında çeşitli misyonları taşıyan bir kurum olmayı başarmıştır. Bazen bir fotoğraf eğitim kurumu, bazen etkinlikler, festivaller düzenleyen bir kurum olarak fotoğrafın dolaştığı alanlarda olmazsa olmaz bir yer edinmiştir. 
Kısaca Galata Fotoğrafhanesi hem dernek, hem stüdyo, hem galeri, hem kolektif, hem de bir fotoğraf grubudur. Güncel fotoğraf dünyasının içinde kuramsal ve felsefi bir vizyona sahip olmuştur. Fotoğraf alanında söyleyecek sözü, gösterecek fotoğrafı ve tarihe tanıklık kültürüyle fotoğraf hayalinin uzun soluklu kurumudur. Bana göre ‘Fotoğrafla hayata anlam katmak’ derdi olan fotoğrafçıların uğrak yeridir Galata Fotoğrafhanesi. Ustalardan gençlere, dün ile bugün arasında fotoğrafla kurulan köprüdür. 
Bu köprünün üstünde olmak ne güzel...
Galata Fotoğrafhanesi ile toplumsal mücadele içinde 2008 yılında oluşan red fotograf grubunun 1 Mayıs sergi hazırlığında tanıştım. Dertleri ortak olanların yolları bir yerlerde kesişirmiş. Açtığımız sergilerde veya Galata Fotoğrafhanesi etkinliklerinde sık sık buluştuk. Konu fotoğraf ve hayat olunca birlikte çok etkinlikler yaptık. Gezi direnişleri sırasında Galata Fotoğrafhanesi ve fotoğrafçılar olarak ortak çalışmalarımız oldu. ‘Direnişin Fotoğrafı-Fotoğrafın Direnişi’ toplantıları Gezi güncelliğinde gerçekleştirildi. Fotoğrafın geleceğe tanıklığını, toplumsal alandaki duruşunu gazetecilere özgürlük kampanyalarında yer alarak gösteren. Ahmet Şık için yapılan eylem ve etkinliklerden, sansüre karşı etkinliklere kadar fotoğraf ve gerçeklik ilişkisini gösteren bir kurum olmuştur. Belgesel Fotoğraf Günleri etkinlikleri, sergi, panel, seminer ve video gösterimleri, birçok fotoğrafçının katılıp kendini içinde bulduğu üretimin ve kolektif dayanışmanın örnekleri olarak belleklerde yerini koruyor. 
Her alandaki fotoğraf ve fotoğrafçı sorununda görüş ve önerilerine başvurulan bir merkez olmuştur Galata Fotoğrafhanesi. Bu arada yayımlarını da atlamamak gerek. Tabloid boy foto-röportaj dergisi ‘Fotoğraf Notları’, fotoğrafın kuramsal sorunlarıyla ilgili A4 formatta ‘Fotoğrafsız’ dergisi ile kitaplarla dolu yılların birikimidir Galata Fotoğrafhanesi. İnternet yayıncılığında ‘Ajans Tabloid’ ile belgesel fotoğrafın kullanım alanlarının pratiğini de uygulamaktadır. Öğrenciler hem fotoğraf çekmeyi öğrenirlerken hem de pratik içinde fotoğrafın kullanım mecralarını kullanarak eğitimlerini gerçekleştiriyor. Peki tüm bu anlattıklarım yeterli mi? Değil. Ne yazık ki ülkenin siyasal kriz ve kaosları, ekonomik sıkıntılar birçok kurumu olduğu gibi Galata Fotoğrafhanesini de etkiliyor. Yayınlar çıkamaz oluyor, mekan sorunları baş gösteriyor. Bu sorunlar karşısında var olma ve ne şekilde olursa olsun yaşamayı becermenin en azından bu günler için büyük başarı olduğunu düşünüyorum. Bu anlamda Galata Fotoğrafhanesi deyince akla gelen ilk isimler Yücel Tunca ve Gülnaz Bingöl’ün gayretlerinin hakkını vermem gerek diyorum. Sonrasında değerli eğitim kadrosunu, geçmişten aldıkları deneyim ve birikimi Galata Fotoğrafhanesi ile paylaşan fotoğraf dünyamızın ustalarının desteklerini ve de Galata Fotoğrafhanesini var eden öğrencilerin, geleceğin fotoğrafçılarının desteklerini övgüye değer bulduğumu söylemek isterim.
Kısaca dayanışmanın ve kolektif çalışmanın oluşturduğu bir kurumdur "Galata Fotoğrafhanesi.”
Not: Sergi için; İstiklal Caddesi, Gazeteci Erol Dernek Sokak, No: 7 D: 4 Beyoğlu-İst. 
https://www.evrensel.net/yazi/80567/hatiralar-iz-birakir











412-Zenit'in bana bıraktığı miras: Foto Özcan-Evrensel/ 22 Aralık 2017

Zenit'in bana bıraktığı miras: Foto Özcan

Formun Altı

1978’lerde Çayırbaşı’da Foto Özcan olarak isim yapmıştım. Evde yattığım odanın pencerelerini ışık geçirmeyecek şekilde kapatmış siyah beyaz karanlık oda kurmuştum. Yine Sovyet yapımı çantalı Yn6 agrandizörle siyah-beyaz fotoğrafları basıyordum. Poz saatim ve Glasem bile vardı. Mahallede kimin köyden akrabası gelse, yaş günleri, nişanlar ve hatta stüdyovari gelin damat çekimleri bile yapıyordum. Bir yandan da okul sorununu çözmeye çalışırken, kardeşim “Abi kolumuza altın bilezik lazım gel meslek lisesine gidelim” dedi.

Ve Motor Meslek Lisesi-Mecidiyeköy
Okula başlayınca baktım fotoğrafçılık kolu kapalı ilgili hocaya gittim “Ben fotoğrafçıyım” dedim. Bunun üzerine kültür derslerinden muaf oldum. (Haydarpaşa Lisesinde okuduğum dersler) Teknik derslere devam ederken okulun fotoğrafçılık kolunu faaliyete geçirdim. Bu arada kardeşimle pazarlarda çocuk elbiseleri satarak aile bütçesine katkı yapıyorduk...
12 Eylül 1980
Darbenin cuma günü olduğunu hiç unutmam. Sabah 5’te kalkmış çocuk elbiseleriyle dolu bavulları sırtlamış kapıyı açmıştık ki her yeri askerler sarmış ‘Girin eve’ diye bağırıyorlardı. O gün pazarcılığımız da fiilen bitmiş oluyordu. Mahallenin tek fotoğrafçısı Astsubay Emeklisi Zeki amca beni çok severdi. Boş zamanlarımda Zeki amcaya yardım ederek hem yardım hem de bu alanda kendimi geliştiriyordum. Kısaca hem Zeki amcanın rakibi hem de yardımcısı olmuştum. Siyah beyaz fotoları bir günde evde basarak veriyor, renkli fotoları Sarıyer’de  stüdyoya bırakıyor laboratuvarın servisiyle bastırtıp bir hafta sonra alıp sahiplerine satıyordum. Şunu söyleyebilirim Türkiye’de renkli fotoğraf 1978’lerden sonra yaygınlaşmaya başlamıştır. Kitapları kibrit fabrikasının bahçesine gömmüş evde siyasetle ilgili her şeyi saklamıştık. Artık radyolarda yasak ve anarşistlerden başka bir de Hasan Mutlucan’dan başka bir şey yoktu. Ne yapmalıydım? Fotoğrafçıydım o sıralar fotoğrafın sanatla ilişkisi falan yazan dergilerle tanıştım. “Yeni Fotoğraf” dergisi, Afsad’ın çıkardığı “Fotoğraf” dergisi ve bu dergideki toplumsal içerikli yazılar özellikle Özcan Yurdalan’ın “Fotoğrafta  Gerçeklik” yazısı bana “Vay be fotoğraf neymiş...” dedirtiyordu. Böylece sosyalizm ve fotoğraf arasındaki ilişki beni yönlendirmeye başlamıştı. 
Planar grafik ajansta karanlık odacı ve fotoğraf asistanlığı
Endüstri fotoğrafçısı ve grafik ajans sahibi Gülnur Sözmen’in yanında çalışmaya başladım. Burada çalışan ve akademide okuyan Esat Papila ağabey beni çağırmış ve okullar açılıncaya kadar karanlık odacı olarak çalışmamı istemişti. Ben üniversite sınavlarına girmiş sonuçları beklerken Gülnur abla sordu; “Eee ne yapacaksın okul işini.” Ben de “Teknik öğretmen okuluna gideceğim ya da motorcu olacağım“ deyince bana şaşkın şaşkın bakıp “Abi koskoca akademi varken motorcu mu ?” dedi. Ben de “Abla akademiye gitmek kim ben kim, hem resimden anlamam hem de o kadar masrafı karşılayamam” dedim. Gülnur abla hemen bir telefon açtı sonra bana Beşiktaş’a Yıldız Dersanesine gidiyorsun, Aslan’a benim yolladığımı söylüyorsun hemen desen derslerine başlıyorsun” dedi. Bir ay desen dersi alıp Mimar Sinan Üniversitesi Fotoğraf Bölümünü kazandım. 
Ve artık Zenit ve Opemus agrandizörün yanında Miranda, Pentax, Canon ve Linhoff teknik makineler ile Krokus agrandizörle tanışıp kullanıyordum. Yalnızca ucuz Or-wo, filmlerin dışında Kodak, İlford, Fuji gibi filmler hayatıma girmişti. Hatta 35 mm 80 Asa sinema filmleri alıp onları karanlıkta kesip kullanıyordum. İşte burada hey gidi günler diyebilirim...
Tümüyle mekanik olan makineyi tamir bile edebiliyordum. Özellikle enstantane ayar düğmesi bozulur, bazen perdesi takılırdı. Sonunda ihtiyacı olan bir arkadaşıma Zenit makinemi verdim. Bir çok arkadaşım gibi Zenit olmasaydı belki de fotoğrafçı olmayacaktım. Benim gibi milyonlarca fotoğrafçı Sovyetlerin fotoğrafı, sıradan insanların hayatına sokan “ucuz ve kaliteli” makineler üretip, yine özellikle Bulgaristan, Çekoslavakya ve Doğu Almanya’da üretilen fotoğraf filmleri ve kağıtları olmasaydı ne yapardık diye düşünüyorum. 
Fotoğraf insanların bakış açılarını değiştiren, akıp giden zamandan tanık olduklarımızı kaydettiğimiz bir alan. Bunu da “Herkes fotoğraf çekebilir” şiarıyla devlet politikası yapan Sovyet’lere borçlu olduğumuzu düşünüyorum. Fotoğrafı elitlerden ve devlet güdümünden kurtaran gelişmeyi sağlayan Sovyetler Birliği artık yok. Fakat yarattığı kültür hayatlarına işlemiş milyonlarca fotoğrafçı var. Hatta sinemayı da bu dünya içinde sayabiliriz. Ekim Devrimi’nin 100. yılı hepimize kutlu olsun. Yeni bir dünyanın kurulmasında birikimlerimiz paylaşıldıkça çok güzel olacak...
(https://www.evrensel.net/yazi/80523/zenitin-bana-biraktigi-miras-foto-ozcan)






411- Zenit’le başlayan fotoğrafçılığım-evrensel -15 Aralık 2017-




Zenit’le başlayan fotoğrafçılığım
Çatalca yetiştirme yurdunda, 1975-76 yıllarıydı. Boynunda fotoğraf makinesi bir arkadaş parayla fotoğraf çekiyor. Biz de çektirdik. Merak bu ya, arkadaşa “Şunun deliğinden bir bakayım“ dedim. “Olmaz, makine sallanınca bozuluyor“ (Belki de düşük estantenedeflu çıkar demek istemişti de ben anlamamıştım) deyince gurur yaptım. Okulların tatil olmasını bekledim. Yaz tatili oldu, Balat’ta ayakkabıcı Nuri amcanın yanında çıraklığa başladım. 2-3 ay çalıştım. Paramı biriktirip doğru Sirkeci’de bir fotoğrafçı dükkanına gittim. Dükkan sahibine bu kadar param var. Fotoğraf makinesi almak istiyorum dedim. Dükkan sahibi ‘ucuz ve kaliteli’ diyerek  fotoğraf makinesini önüme koydu. İşte o zaman tanıştım ZENIT-E ile... 2 tane Or-wo siyah beyaz film aldım. Dükkan sahibi birini makineye taktı bana “Güneşli havada 125 e 11 yap, gölgede 30 ‘a 5.6 yap şurasına bas film bitmeden kapağını açma” demişti. Dükkandan çıkarken yaşadığım heyecanı unutamam...
Sirkeci’den Balat’a yürüyerek giderken önüme ne gelirse çektim. O zamanlar sebze hali Unkapanı’ndaydı. Hamalları, insanları, kedilerı çekip durdum. Eve vardığımda film bitmişti. Heyecanla odaya girdim, perdeleri kapattım ve yorganın altına girip makinenin kapağını açtım, filmi çıkardım. Film gri renkte bir şerit ama çektiklerim yoktu. Üzüldüm. Herhalde fotoğrafçı bayat film sattı diye de bozuldum. Hemen filmleri makineyi alıp mahallenin stüdyo fotoğrafçısına gittim. Adama yaşadıklarımı anlatınca uzun bir süre gözlerinden yaşlar akana kadar güldüğünü hatırlıyorum. Sonra “Oğlum sen meraklı bir çocuğa benziyorsun. Bu film yanmış” dedi.  Nasıl yani?  “Filmi ışığa göstermeyeceksin. Çektikten sonra bu düğmeye basıp geri saracaksın, karanlık odada kutusundan çıkartıp yıkayacaksın, yoksa banyo yapılmadan film yanar. “ Vay bee ... Sonra elime makineyi verdi “Bu filmi şimdi sen tak,  git çek, film bitince buraya gel birlikte banyo edelim, sakın çıkarma” dedi. Şu banyo ne meret şeymiş diye yine kedi, köpek, sokak çeke çeke filmi bitirip hemen stüdyoya koştum. Fotoğrafçı şaşırdı ‘Ne çabuk filmi bitirdin’ dedi. Gülüştük. 
Filmlerle karanlık odaya girdik. Fotoğrafçı sigarasını kenara koydu, bana banyo küvetlerini gösterdi. Bu birinci banyo, bu ikinci banyo vs... Işıkları kapattı. Şakır şukur su sesinden başka bir şey gözükmüyordu. Çok heyecanlandım. Fotoğrafçı bir ara sigaradan bir nefes çekince ortalık kırmızı bir loşluğa döndü ve karardı. “Daha olmamış” dedi. Şaşırdım. Ortalık kesik bir şekilde kokuyor neyse bir nefes daha çekti sigaradan “tamam” dedi. Biraz sonra ışığı açtı. Bana filmi nasıl banyo yaptığını göstererek anlatırken bir yandan da ikinci banyoda filmi ileri geri sarıp duruyordu. Sonra filmi su dolu büyük küvette yıkadıktan sonra mandalla astı. “Yarın gel nasıl basıldığını da öğreteyim” dedi. 
Demek ki film yıkamak için sigara içmek gerekiyor(!) diyerek ablama yaşadıklarımı anlatmaya koştum. Velhasıl yurda dönmeden makineyi kullanmayı, filmi yıkamayı öğrenmiş, bir de üstüne HISLON marka saat bile almıştım. Yurtta ben de başladım fotoğrafçılığa. Fotoğrafları çekip Çatalca’da bir stüdyoda bastırıyor ve satıyordum. Artık fotoğrafçıydım.
Lise’ye Haydarpaşa lisesinde parasız yatılı başlayınca soluğu fotoğrafçılık kolunda aldım. Birinci sınıf bitti, kayıt yenilemeye gittiğimde İstanbul dışında bir yatılı okula göndereceklerini söylediler. İtiraz ettim, çıkışımı aldım. Yaşım dolduğu için de yurttan da ayrıldım. Kardeşimle birlikte (O da Kabataş Erkek Lisesi’nde parasız yatılı okuyordu. Birinci sınıftan ayrıldı.) Sarıyer Çayırbaşı’nda annemle birlikte yaşamaya başladık. (O sıralar en küçüğümüz olan Hüso’da Bozhane yetiştirme yurdunda kalıyordu. ) Annem Tekel kibrit fabrikasında işçiydi. 
Devamı haftaya...

410-- FOTOĞRAFIN SOVYETLERE, SOVYETLERİN FOTOĞRAFA KATKILARI-Evrensel 8 Aralık 2017


FOTOĞRAFIN SOVYETLERE, 
SOVYETLERİN FOTOĞRAFA KATKILARI

Fotoğrafın icadı batıda hızla yayılırken, Rusya’da buna uzak durmamış ve fotoğraf aynı hızla Rusya’da da özellikle teknolojide Daguerratypler ve renkli fotoğraf alanındaki çalışmalarda katkı bile sunmuştur. Dünyada fotoğraf aristokratlar, iktidarlar ve elitler arasında ayrıcalıklı bir yer edinmişken, halkın fotoğrafa ve fotoğrafın halka ulaşımı oldukça zordu. Bu yeni icadı öğrenmek çekmek ve kullanmak öncelikle parası olanlara tanınan bir ayrıcalıktı. 1888 yılında Kodak “Siz düğmeye basın, gerisini bize bırakın” diyerek parası olanlara sesleniyordu. Fotoğraf makinelerine ulaşmak ve fotoğrafla uğraşmak pahalı ve zor bir işti. Sonuçta sınıfsal bir statünün ve hakim olanların çıkarlarına hizmet eden yeni bir icattı.  (Aristokratların evlerini süsleyen aile fotoğrafları özellikle portreler, Suçluların arşivlenmesi,)
DEVRİME TANIKLIK ETTİ.
Fotoğraf 1917 ekim devriminde devrimin tanıklığı ve belgelenmesinde kullanılmıştır. Daha önceleri dünyada gelişen bir çok olay ve hareketler (Savaşların ve iç savaşların belgelenmesi vb )her ne kadar belgelenmiş olsa da Rusya’da gerçekleşen sosyalist devrimde kullanıldığı kadar başarılı değildir.  Çünkü hakim olan iktidar kendi ideolojisine göre kullanıyordu.
“...Rusya’da 1839'dan itibaren karmaşık teknik evriminin tüm aşamalarından geçti. Özellikle çar ve aristokratların ilgisi nedeniyle, Popülerlik kazanmış ilk fotoğraf türü portre olmuştu.
1860'lı yıllardan başlamak üzere, eğitim ve bilimsel amaçlar için yaygın olarak kullanılan panoramik ve etnografik fotoğraf gibi diğer alanlara yönelindi. Ardından endüstriyel büyüme ve mimari alanında kullanılmaya başlandı. 1870 yıllarına gelindiğinde, güncel olaylar ve hızla değişen yaşam belgesel fotoğrafı geliştiriyordu. 1905 – 1917 yılları ise foto jurnalizmin ve foto muhabirliğinin gelişmesini sağladı. 1917 Sosyalist devrimi öncesi Çarı ve aristokratları memnun ederek para kazanmayı hedefleyen fotoğrafçılar bir şeyi daha gerçekleştirdiler. Objektiflerini günlük yaşama çevirdiler. Halkın yaşamını ve doğayı da belgelediler. Özellikle Volga nehri ve çevresinde yaşam konusunda 1870 lerden görüntüler oldukça etkileyici. Bu dönemde uluslar arası başarılar edinmiş Rus fotoğrafçılar çıkmıştır. Bu fotoğrafçıların çoğu 1917 ekim devrimini benimsemiş ve belgelenmesini sağlamıştır. (Fakat kendisi de bir aristokrat olan Sergey Prokudin-Gorskii 1905 yılında, Rusya’daki hayatı belgelemek için renkli fotoğraf alanında ortaya çıkan teknolojik gelişmelerde katkısı olmuş. İlk defa, yine bu alanın öncülerinden biri olan İskoç fotoğrafçı James Clerk Maxwell tarafından formüle edilen bir teknik de dahil olmak üzere farklı teknikleri kullanan Prokudin-Gorskii 1918 de Fransa’ya kaçmıştır. Bu notu da düşmekte fayda var)
DEVRİMİN BÜYÜK DESTEKÇİLERİNDEN FOTOĞRAF
Büyük ölçüde yoksul, aç ve okuma yazma oranının düşük olduğu bir ülkede gerçekleşen devrime en büyük destek fotoğrafçılardan ve fotoğraftan gelince Sovyet iktidarı bunun farkına varıp devlet desteğini hem endüstrinin kurulup gelişmesine hem de yeni fotoğrafçıların bilim ve  sanat alanlarında gelişime destek vermiştir. "Susmayan ve ülkeyi terk etmeyen herkesi, (ressamlar, yerbilimciler, fotoğrafçılar, amatör ve profesyonel muhabirleri) "Ekim Devrimi'ne katılmaya çağırıyor,  "Objektifle çok güzel tarih yazılır çünkü bu açık ve anlaşılırdır. Hiç bir ressam bir fotoğrafçının gördüğünü keten beze aktaracak kadar yetenekli değildir" diyordu Lenin.
Fotoğraf halkın görme, öğrenme ve bilinçlenmesinde sokaklardan, okullara, fabrikalardan, tarlalara bilimden sanata her yerde idi.
Çarlık döneminde dışa bağımlı olan fotoğraf genç Sovyetler döneminde endüstrileşerek ve herkesin ulaşabileceği  hale gelmiştir. Aynı zamanda dünyada yaygınlaşmasını da sağlamıştır. Sovyetler dünya halklarının fotoğrafa ulaşmasında önemli olmuştur. Fotoğraf makineleri ve kimyasal ekipmanlarını ucuza mal edip dünya pazarlarında da ucuza satarak katkılarını göstermenin dışında fotoğrafın içeriğine ve anlamına ilişkin yeni bakış alanlarını açmasıyla da önemli bir katkı sunmuştur. Özellikle fotoğraf nedir? Ne olmalıdır? Sorularını sunmuş ve en güzel örneklerini göstermiştir. Devrim sonrasında Amerika ve Avrupa’da gelişen anti komünizm ve sansür karşısında yalnızca fotoğraf makineleriyle bilinen ama fotoğraf tarihinde yok sayılmalarına çalışılmıştır. Sovyet Devriminin 100. Yılında bir hatırlayalım istedim.
1949-1990 YILLARINDA YAKLAŞIK 50 MİLYON FOTOĞRAF MAKİNESİ ÜRETİLDİ.
Komsomol ve Lubitel: 1949'daki ilk üretimden 1990'ların başındaki üretim durdurulmasına kadar yaklaşık 5 milyon makine üretildi  ve satıldı.
Etüd Fotoğraf makinesi 1969-1973 yıları arasında üretilen bu süre boyunca 1 milyon 500 bin adet üretilmişti. Makine’nin fiyatı sadece 7 ruble’ydi.
Lubitel-166 fotoğraf makinesi 1976-81 yılları arasında ilk etapta yaklaşık 70 bin adet üretilmişti.
1980-90 yılları arasında üretilen bir üst modeli ise yaklaşık 1 milyon adet üretildi.
Smena-8 ve 8M modeli 21 milyon adet üretimiyle en çok talep edilen makinelerin başında geliyordu. 1970-92 arasında üretimde kalan makine 15 rubleden başlayan fiyatlarla satılıyordu.
Almaz üretimi 1979-89 tarihlerin arasında St. Petersburg’da LOMO fabrikasında gerçekleşen makineden yaklaşık 20 bin adet üretilmiştir. Ağırlığı 1 kg’dan fazla olan makineler 24×36 mm lense sahipti ve yaklaşık 650 ruble fiyatla satılıyordu.
Zorki-4 marka makine 1956-73 yılları arasında Moskova’da üretilen 24x36 mm’lik lense sahipti. Yaklaşık 1 milyon 800 bin adet üretilen fotoğraf makineleri yaklaşık 700 gram ağırlığa sahipti.
Zenit-E” model fotoğraf makinesinden 1966-87 yılları arasında Moskova’da 3 milyon adetten fazla üretim gerçekleştirilmiştir.
Zenit-TTL modelinden 1976-86 yılları arasında yaklaşık 1 milyon 632 bin adet üretilmiştir.
FED-4  marka fotoğraf makinesi Başkent Moskova’da 1964-75 tarihleri arasında üretildi. Yaklaşık 633 bin üretilen bu makinanın ağırlığı 960 gramdı.
Smena-Sembol marka makine 1971-95 tarihleri arasında 4 milyon adetten fazla  üretildi.
 St. Petersburg’da imal edilen makine 24×36 mm kadraj genişliğe ve 400 gram ağırlığa sahipti.
Sokol-Avtomat 1966-78 tarihleri arasında St. Petersburg’da üretilen bu  model, Sovyetlerin Avrupa’ya ihraç edilen ender modellerinden biriydi. Toplamda 400 bin adet üretilen makinanın ağırlığı 845 gramdı.
“Viliya-Avto” modeli 24x36 mm kadraja sahipti. 1973-83 yılları arasında Belarusta üretilen
450 gram ağırlığa sahip makine’den yaklaşık 2 milyon adet imal edildi.

Yukarıdaki marka model ve adetler bulabildiklerim. Bunların dışında bir çok makinenin üretildiğini biliyoruz. Sırf bulabildiklerim bile 1949 dan 1990 yılları arasında yaklaşık 50 milyon makine yapıyor. İnanılması güç adetlerde üretilen ve satılan makinelerin sayesinde fotoğrafla tanışan buluşan binlerce insan bu gün fotoğraf alanında üretiyor, çalışıyor. (Bende Zenit-E marka makineyle başlamıştım.)
Son bir not:
SSCB'de oldukça popüler olan Zenit makinelerden yaklaşık 15 milyon tane üretilmiş ve büyük bir kısmı Almanya, İtalya, Fransa ve İngiltere'ye ihraç edilmişti. Ancak Zenitlerin üretimine 2005 yılında son verilmişti. Sputnik’in haberine göre Rostec'in İletişim ve Bilgilendirme Departmanı'nın başında bulunan Vasiliy Brovko, RNS'ye yaptığı açıklamada; Rusya’nın devlet teknoloji şirketi Rostec, dünya genelinde birçok fotoğrafçının 'fotoğraf makinelerinin tankı’ kabul ettiği Zenit’lerin yeniden üretimine başlayacaklarını duyurdu. Dijital Zenit’leri bende merakla beklemekteyim...
1917 Sosyalist Ekim Devrimi SSCB’de olduğu kadar dünya halkları için de bir umut ve “Bir başka dünya mümkündür” düşüncesinin hayata geçirildiği, devrimin kısacık yaşamı boyunca  hayatın her alanında bilimden sanata bıraktığı kültür ve mirasla önümüzü aydınlatmaya devam ediyor.

https://www.evrensel.net/yazi/80427/fotografin-sovyetlere-sovyetlerin-fotografa-katkilari









409-YOL AYRIMI -Evrensel 30 kasım 2017


YOL AYRIMI
“...Su kaynaklarınız doluyken, susuz kalırsam diye korkulara kapılmak 
en giderilmeyecek susuzluk değil de nedir? 
Kimileri, pek çok mal mülk sahibi oldukları halde ancak pek azına kıyıp da verebilirler. 
Üstelik bunları da salt gösteriş olsun diye verirler. 
Oysa bu içten pazarlıklı veriş, verdiklerinde bereket komaz. 
Kimileri de ellerinde pek az olmasına karşın çıkarır olanı biteni verirler. 
Bu gibiler hayata bağlanmış, ona inanç duyan kimselerdir ve 
onların ambarları hiç boş kalmaz. 
Kimileri sevecenlikle verir ve edindikleri tüm armağan da bu olur...”HALİL CİBRAN
Yollar vardır gittiğimiz. Yollar vardır çatallaşır. Hangi yoldan gitmeli, çok aşınmışından mı? Az aşınmışından mı? Karar verirken vicdan nasıl seslenir? Herkes zaman zaman yol ayrımına gelir. Aşklar biter, Evlilikler biter, işler sarpa sarar. O zamanlarda biliriz yol ayrımında olduğumuzu ve yeni bir yol ararız. Hata deriz, yanlış yaptım deriz, doğru yaptım deriz. Ya da çıkar ilişkisine dayanan bir projeydi deriz. Ne dersek diyelim vicdan bize seslenir. Ya vicdanımızın sesini dinler, özgürleşiriz. Ya da kendimizi hırslarımıza kurban ederiz. 
Evet Şener Şen’in oynadığı, Yavuz Turgul’un yönettiği filmden söz ediyorum.
Son yıllarda izleyip sevdiğim film oldu. Sade, basit, net bir film. İş dünyasının, mülkiyet ve miras ilişkilerinin, Sistem/iktidar ve iş dünyasının yargı ve finansla ilişkisini, Hayat ne, insan ne gelecek ne? Gibi soruları yol ayrımının odağı yapan ve “özgürlük ile zorunluluk” diyalektiğinden bakarak çözen bir film. Teknik kaliteden bahsetmeye gerek yok, gayet başarılı. İçerik olarak belki “Ya her şey bu kadar kolay mı” diye sordurabilir. Burjuvalar, büyük çok büyük patronlar insafa gerçekten gelir mi? diye düşündürebilir. Ama cevabını veriyor zaten. Büyük çok büyük patronlar aynı zamanda birer kölesidirler; projeli evliliklerin, rakiplerinin zayıflıklarını kullanmanın, vs... Örneğin şirketin geleceği için çocuklar rakip şirketin kızlarıyla evlendirilir, oluşan akrabalıktan milletvekili olan devletin olanaklarını seferber eder. Sosyal projeler diye yaptıklarının sonunda kendi çıkarlarına hizmet edecek şekle dönüştürdüklerini, burs verdikleri bir genç hakim olur, yıllar sonra şirketin beka sorunu çıkınca kararlar şirket lehine çıkar. Devletin hastaneleri doktorları bir şekilde bu şirketi korur. Hepsinden önemlisi aile bile kendi içinde miras ve mülkiyet hesabının derdinde olur. Devleti dolaylı yoldan dolandırmanın mübah olduğu, işçilerin haklarının adaletsiz ve hukuksuz bir şekilde nasıl gasbedilebildiği  bir sisteme karşı çıkmanın getirdiği iş dünyasının içinden bir gözle bizlere aktarıyor. 
Acaba gerçekte köle olan kim? Bu durumu da Rutkay Aziz başarılı oyunculuğu ile gösteriyor. Şan şöhret para sahibi olabilirsiniz ama insan olmak başka diyor. ‘Hayatın anlamı ne?’ sorusuna cevaplar veriyor. 
Filmdeki gönderilerin, öznelerini olaylarını değiştirip yeni denklemler kurabilirsiniz. Bir çok soruya yeni cevaplar verebilirsiniz. Bazen bir kaza, bazen bir katliam bazen bir farkına varma, bilinç kazanma hayatınızı değiştirebilir. İyi seyirler...
https://www.evrensel.net/yazi/80381/yol-ayrimi