Translate

Bu Blogda Ara

464-ÇIĞLIK ÇIĞLIĞA-Evrensel-30 ağustos 2019-Özcan Yaman






ÇIĞLIK ÇIĞLIĞA
Kentsel bölüşüm, Orman yangınları, Kuzey ormanları, Kaz dağları, Amazon orman yangınları, Caretta carettalar, Pet şişeler, Denizlerin kirlenmesi, Çevre felaketleri, Yalan, dolan, tüketim, kar hırsı insan eliyle doğanın katli.
Ne zaman bu konularda dertlensem aklıma Edvard Munch’un ‘’Çığlık’’ tablosu gelir. Bir insanın doğa karşısında acizliğini anlatan bir resim. Ekoloji ve fotoğraf ile ilgili bir sergiye davet edildiğimde aynı duyguları yine yaşadım. Mersin’de bulunan arkadaşlarımın çağrısıyla katıldığım ‘’Tabiatın Çağrısı’’ isimli karma fotoğraf sergisi bu gün içinde bulunduğumuz ekolojik talana karşı bir sergi olarak hazırlandı.

TABİATIN ÇIĞLIĞI’NI DUYUN!
Caretta Caretta Sanat Galerisi Adına Adil Okay, Yasemin Arslantaş, Tülin Şahin  Okay’ın kaleme aldığı ve benimde katıldığım sergi metni diyor ki;
‘’Sergimizi başta Aysin ve Ali Ulvi Büyüknohutçu çifti olmak üzere, son on yılda dünyanın birçok yerinde ekolojik talana, iklim krizine karşı mücadele ederken öldürülen binden fazla çevreciye ithaf ediyoruz.
Ekosistemin dünyada ve ülkemizde insan eliyle bozulması, devletin ve siyasi iktidarların kâr daha çok kâr için doğayı yağmalayan özel şirketlere göz yumması sonucu yaşam alanlarımız daralıyor. Özellikle son çeyrek yüzyılda dünyada ve ülkemizde yöneticiler, ekolojik ve sosyal talana karşı timsah gözyaşları dökmekte ve sözde çözüm aramaktadır. Küresel tükeniş doğal bir süreç olarak gösterilmekte, bir kaç günah keçisi bulunup suçun büyük kısmı onların üzerine atılmaktadır. “Çevre suçu” işleyen şirketler değil, onları teşhir eden çevreciler yargılanmaktadır. Bu gün neoliberal politikaların hızlandırdığı yıkım; “her yıl yok olan binlerce canlı türüyle, atmosfere karışan 22 milyar ton karbon gazıyla, atmosferin ısınması sonucu dünya nüfusunun yüzde 30’unun karşı karşıya kaldığı yaşam tehlikesi ile, su rezervlerinin yüzde 67 azalmış olması ile, her yıl yok olan 10-15 milyon hektar orman alanı ile, her yıl çölleşen milyonlarca hektar toprak ile ifade edilmektedir.’’
Duyarlı insanlar, sanatçılar, bilim insanları bu yıkıma karşı ses çıkarmalıdır. Burada sorun sadece sokağa, denize, sahile çöp atan insanlar değildir, o da önemli bir tahribat yaratmakla beraber onların verdiği zararın katlarcasını zehirli atıklarını – çöplerini denizlere, göllere, nehirlere döken, toprağa gömen fabrikalar, troller, yük gemileri, HES’ler, JES’ler, denetimsiz maden arama faaliyetleri ve nükleer santraller gerçekleştirmektedir. Bu tahribatta silah denemelerinin ve savaşların da rolü büyüktür.
Sadece kâr amaçlı enerji ile meta üretimi, betonlaşma, bilinçsiz yol yapımı, santrallerin inşası, dışarıdan çöp ithali ve tabi bunların doğal sonucu olan karbon salımı devam ederse çocuklarımıza miras olarak çöl bırakacağız. Bu gidişe “dur” diyen her çaba kıymetli olsa bile, “yeşille göz boyama (greenwashing) değil”, gerçek bir çevre politikasına ihtiyaç vardır. Talanı frenleme önemli olmakla beraber, daha radikal sistem değişikliğini, üretim, tüketim, bölüşüm biçimini yeniden düşünmek, sorgulamak gerekmektedir.
16 fotoğrafçı bir araya gelerek, Caretta Caretta Sanat Galerisi’nde açtığımız “Tabiata saygı” temalı bu sergi ile bu konuda düşünmeye ve harekete geçmeye davet ediyoruz.’’
SERGİDE ESERLERİ YER ALAN FOTOĞRAFÇILAR
Abidin Yağmur, Adil Okay, Ali Osman Abalı, Ali Ziya Çamur, Derya Narlı,
Fevziye Yürek, Ful Uğurhan, Hakan Ottaş, Hatice Ataç, Köksal Şahin,
Özcan Yaman, Özgecan Aşlamacı, Servet Üstün Akbaba, Tülin Şahin Okay, Yasemin Arslantaş, Yılmaz Kilim.
Caretta Caretta Sanat Galerisi
31 Ağustos-8 Eylül 2019 tarihleri arası sergi görülebilir.
Açılış: 31 Ağustos 2019 Cumartesi saat: 18.00
Yer: Caretta Caretta Sanat Galerisi. Balkaroğlu sitesi. Davultepe / Mersin


Edvard Munch 

463-Gazetecilik, basın, medya üzerine güncelleme...EVRENSEL-ÖZCAN YAMAN 23 AĞUSTOS 2019

Gazetecilik, basın, medya üzerine güncelleme...

“... Ekmek her gün gerekliyse nasıl,
adalet de gerekli her gün,
hem o günde birçok kez gerekli.”
Halkın Ekmeği, Bertolt Brecht
Yıllardır sıkça duyduğumuz gazetecilik, basın, medya kelimeleri artık beraberinde akla sansür, baskı, yandaşlık ve havuz kelimelerini de getiriyor. Aynen belediye deyince kayyumu çağrıştırması gibi. Bir de hamasi slogan olmuş nutukları unutmayalım: Basın hürdür, sansür edilemez! Basın dördüncü kuvvettir!
Eskiden gazetecileri muhabir (Haber yazan), foto muhabir (Haberi görüntü ile anlatan) olmak üzere ikiye ayırırdık. Teknolojinin gelişmesiyle TV’ler eklenince bir de kameramanlar çıktı. Turizm, inşaat, banka vb. alanlarda olan büyük şirketlerin TV’lere el atmaları ve gazetelerle birleştirerek hegemonya kurmaları -internet de onlarsız olmaz tabii- medya diye adlandırdığımız son yılların modasını yarattı. Medyada gazeteciler (muhabir, foto muhabir, kameraman) tek kişide birleştirildi. Böylece üç gazetecinin yapacağı iş bir gazeteciye yüklendi. Foto muhabirlik Ara Güler’in tatlı nostaljilerine gönderme yapar hale getirildi. Artık iletişim ve gazetecilik mezunları asgari ya da daha az maaşla hem haber yazacak, hem fotoğraf çekecek hem de video çekerek TV sosyal medyalara malzeme sağlayacak kişiler olacaklar. Aslında oldular. Teknoloji biçimsel olarak buna olanak sağlarken, kalite ve içerik doğal olarak çöktü. Gerçekler maniple edilerek, sermayenin ve iktidarın talimatlarının duyuru alanına dönüştürüldü. Yakında sanal gazetecilerle (yapay zekalı) bu işleri halledecekler. İşin uzmanlık alanları mekanikleştirildi. Ne uğruna? Ucuz iş gücü ve haberleri denetim altında tutma uğruna...
Gelelim sarı basın kartlarına (Gerçi artık turkuaz olmuşlar ya). Dünkü Evrensel’de manşetten haber vardı. Büyük/yandaş medya devi falan olmak yetmemiş. Halkın haber alma, öğrenme hakkını, (Yukarda saydığım bozulmalara tüm zorluklara karşın) inatla sürdüren, gerçek gazeteciliği bin bir zorlukla yapmaya çalışan muhalif basına bir darbe daha siyasal amaçlı tasarrufla vurulmaya çalışılıyor. Detaylarını Evrensel’in internet sitesinden okursunuz. Yargı-yasama-yürütme zaten birleşmişti. Şimdi de üstüne basını koydular. Kuvvetler ayrılığı falan hikaye anlayacağınız. İleri demokrasi buysa gerisi kim bilir nasıl olurdu dedirtiyor.
Herkesin foto muhabir/kameraman olduğu günler yaşıyoruz. Nerede bir olay olsa, vatandaş muhabirler imdada koşuyor. Slogan da şu; yolla medyamızın WhatsApp hattına ol gazeteci. Bak ne kadar kolay (!) Sarı/turkuaz karta da lüzum yok. Medya WhatsApp görevlisi görüntülere güzel haberler yazar, süsler püsler. Zaten çekmemeniz gereken görüntüler varsa önlemleri alınmıştır. Ama yine de çekenler olur da muhalif kanallara ulaşırsa o zaman da vatan, millet, terör falan internet sansürüyle itinayla sorun çözülür. 21. yüzyıl Türkiye’si böyle ileri demokrasiyi yaşıyor.
Bol retorik, bol manipülasyon işte gazetecilik, işte basın, işte medya güncellemesi.
https://www.evrensel.net/yazi/84593/gazetecilik-basin-medya-uzerine-guncelleme

462-Fotoğraf bölümüne girsem mi?-evrensel-özcan yaman-16 Ağustos 2019

Fotoğraf bölümüne girsem mi?

Eylül ayında birçok genç büyük umutlarla üniversitelere girecek. Bir bölümü güzel sanatlar fakültelerine girmenin heyecanını duyuyor. Fotoğrafla ilgili olanlar da fotoğraf bölümüne girmek isteyecek. Kimi yetenek kurslarında kimi fotoğraf çekmeyi öğrenmeye çalışarak bu süreci atlatmaya çalışıyor. Hayaller, umutlar ve geleceksizlik...
Artık neredeyse her ilçede bir üniversite var. İki oda bir salon ve tuhaf isimli birçok üniversite büyük reklamlarla en iyisi olduğunu söylüyor.
Yoksul ailelerin tercihi mühendislik, mimarlık ve tıp... gibi bilim alanları ve mezuniyetten sonra devlet garantili iş bulma umudu. Zengin ailelerin tercihi güzel sanatlar. Eğer ısrarla güzel sanatlara girmeyi başaran yoksul aile çocukları varsa onlar mutlaka burslu olarak kazanacak ve en çalışkan olanlar olacak.
Para kazanma garantili sayısal bölümler yoksulların tercihi iken, toplumun manevi alanı olan sanat ve reklam dünyasının sosyal/sözel bölümleri tercih edenler zenginler olur. Bu bir tesadüf değil elbet. Sınıflı toplumun tercihe zorlama nedenleri.
Toparlayacak olursam fotoğraf bölümünde okumak için güzel sanatlara girmek isteyenlere önerim şöyle olabilir. Fotoğraf makinaları günümüzde teknolojik bir aletin kullanımı. Aynen CNC makinaları gibi. Siz CNC makinası kullanmayı öğrenmek için mühendislik okumayı nasıl düşünmüyorsanız, fotoğraf makinesi kullanmayı öğrenmek için de güzel sanatları düşünmeyin derim. Felsefe, Sosyoloji gibi hayat ve anlam üzerine bir bölüm okuyun. Beyninizi geliştirin, neden ve sonuç bağlantısını kurabilecek, sorgulayıcı bakış açısı kazanmaya çalışın. Sonra duygu ve düşüncelerinizi ifade edebileceğiniz bir araç ihtiyacı duyar ve fotoğraf makinesi kullanmanız gerekirse en fazla 2-3 ay içinde bunu becerirsiniz.
Her yıl güzel sanatlar bölümünden binlerce arkadaş mezun oluyor ve büyük çoğunluğu hayal kırıklığı içinde hayata atılıyor. Güzel sanatlar fakültelerinde “sanat” kelimesi cazip olduğundan kullanılıyor, aslında reklam dünyasına kalifiye eleman fakülteleri demek daha doğru. Güzel sanatlar fakülteleri için eskiden sanat kültürü alınan fakülteler derdim ama artık bu içerikten uzaklaşmış ticarileşmiş, diploma veren fakülteler olmuşlardır. Bu durum aslında tüm üniversite bölümleri için geçerli. Neyse...
Eğitim sisteminin paraya indekslendiği ve muhafazakarlığın alıp başını gittiği bir sistemde diplomalı işsizliğe hazır olun. Bir gün herkes üniversite mezunu olacak. Ama herkes hayatına anlam katamayacak. Doktor, mühendis, ressam, fotoğrafçı olabilirsiniz ama salt meslek öğrenmek için koşullandırıldığınızdan hayatınıza anlam katmak için sanatı atlamış olacaksınız. Orta yaşa geldiğinizde ben ne yapıyorum diye soracaksınız. Çünkü sanat bir meslek değil kişinin duygu, düşünce ve özlemlerini aktarma alanıdır. Fotoğrafı çok seviyor (herkes gibi) olabilirsiniz. Ama yaşamak için de paraya ihtiyacımız vardır. Bu ihtiyaç için yaptıklarımız meslektir. İster üniversite bitirerek ister çekirdekten yetişerek bir meslek edinelim.  Ama sanat ve de fotoğraf için bu kültürü alabileceğimiz üniversiteler ve güzel sanat fakülteleri çok çok az. Bakmayın reklamlara. Ekonomik külfeti fazla, üstelik iş garantisi de yok. Yukarıda da söylediğim gibi, önerim felsefe sosyoloji gibi girme şansınızın olduğu bölümleri tercih ediniz. Sonrasında düşüncelerinizi ifade edebileceğiniz alan olarak hâlâ fotoğrafı düşünürseniz işin teknik yanını bir iki ayda halledeceksiniz. Mesele düşünmeyi öğrenelim sanat aracılığı ile ifade etme yeteneklerimizi geliştirelim. İçinde bulunduğumuz eğitim sistemi içinde sizlere önerilerim böyle ...

461-Mülteci Müzesi-EVRENSEL-ÖZCAN YAMAN-09 Ağustos 2019

Mülteci Müzesi

Bu hafta köşemi mülteciler konusunda açılan ve bugün son günü olan fotoğraf/video ve enstalasyon sergisine ayırıyorum. Yusuf Aslan ve Özcan Yurdalan’ı fotoğrafçı kimlikleriyle tanıyoruz. Gerçeklik ve estetik kaygıları mültecilerin kaçmaya çalışırlarken geride bıraktıkları eşyalarıyla birleşince ‘’güncel sanat’’ ya da ‘’çağdaş sanat’’ alanında kavramsal bir çerçeveye oturan müze/sergi niteliğini kazanmış. 30 Temmuz- 9 Ağustos 2019 tarihleri arasında açık kalacak serginin manifestosu meseleyi çok güzel anlatmış. Dilerim gezici bir müzeye dönüşerek ülkeyi dolaşır. Bana da sizlerle paylaşmak kalıyor.
“Siz gittiniz, eşyalarınız bizde kaldı”
Zorla yerinden edilen insanlar tarihin her döneminde büyük acılar yaşadı. Birkaç yıl önce de kendi evinde hayatta kalamayacağına inanan komşularımız, yanlarına alabildikleri eşyalarla kapılarını son kez çekip yola çıktılar. En gerekli gördükleri, ayrılamadıkları, belki de mecbur oldukları eşyalar vardı yanlarında. Binlerce yıldır mülteci, muhacir, göçmen, kaçak göçmen, sığınmacı, mübadil diyarı olan Anadolu, bir kez daha dalgalar halinde gelen milyonlarca insanla karşılaştı. Kalanlar burada kaldı, yeni bir hayata, yeni problemlerle birlikte başlayacaklardı. Yola devam edenler, Anadolu üstünden Avrupa’ya geçmek için önlerine çıkan denizi aşmak zorundaydı. Hafif olmalılardı, yetersiz botlarda az yer tutmalılardı. Yanlarındaki eşyalardan bir kısmını kıyıda bıraktılar. Şanslı olanlar karşıya geçmeyi başardı, geçemeyip denizde kalanlar oldu. Deniz onların bedenlerini de eşyalarıyla birlikte getirip kıyıya bıraktı. O günlerde Ege sahilleri bir açık hava göç müzesine dönüşmüştü. 
Sergideki eşyalar Bodrum, Didim, Kuşadası, Selçuk, Dikili kıyılarından 2015 - 2019 yılları arasında toplandı. KUAKMER salonundaki MÜLTECİ MÜZESİ yerleştirmesinde göç yolcularının eşyalarıyla birlikte, krokiler, videolar, metinler ve objeler yer alıyor. Bu çalışma, açıldığı denizde umut yolculuğu yarım kalanlara adanmıştır. Karşıya geçmeyi başaran ve yeni bir hayat kurmaya çalışanlara ise bu yakadan gönderilen bir selamdır. Bu çalışma aynı zamanda onları anlamaya ve sorumluluklarımızı hatırlamaya davet eden bir yüzleşme çağrısıdır.

460-FOTOĞRAF VE YORUM-EVRENSEL-2 AĞUSTOS 2019-ÖZCAN YAMAN



FOTOĞRAF VE YORUM
Yıllar önce Sevgili Sennur Sezer, Evrensel’de ve Evrensel Kültür dergisinde yayımlanan fotoğraflarıma kısa yorumlar yazmıştı. ‘‘İzler ve Sözler’’ adıyla sergi açtım, video sunum hazırlayıp paylaştım. (Merak edenler youtube kanalından izleyebilir-https://youtu.be/KBvJKXcPc-0)
Hakkı Özdal ‘‘Bir sanat dalı başka bir saat dalının platosu olabilir’’ demişti. Bazen fotoğraflarımızı çekerken bir öykü veya şiir öncülük eder, bazen bir fotoğraf bir öyküye veya şiire öncülük edebilir. Hatta bir fotoğraf bir ressama ilham kaynağı olabilir. Üreten ve paylaşan sanatçı bir başka sanat alanıyla birleşince mutlu olur her halde. Ben de mutlu oldum. Yazar, Öykücü Taner Demir arkadaşım da iki fotoğrafıma kısa yorum/öykü yazınca sizlerle paylaşmak istedim.

GÖLGENİN DİLİ

Yaşlı bir kadın geçiyor önümden,
Elinde torbası, ayağında terlik.
Sakınan adımları kaldırımda aydınlığı arıyor,
Dikkatli bakışlarıyla başı öne eğik.
Biraz gönülden bakınca,
Hemen anlaşılıyor telaşı,
Kendi de bir gölgeden ötesi değil ya bu dünyada,
Bu yüzden onlara basmaya kıyamayışı.
Adaleti hayatın kendinde aramak boşuna,
Kimileri işte böyle gölge insanlar olur.
En küçük, en masum detayları,
Gölgelerin karanlığında kaybolur.
(TANER DEMİR 29 Haziran 2019)

ÇOCUKLUK ARKADAŞIM

Geçenlerde rastladım ona. Çocukluk arkadaşıma… Ne kadar da çok olmuş görüşmeyeli, ne kadar özlemişim… Oysa ki hiç ayrılmayız sanmıştım birbirimizden. Hep beraber gezer, dolaşır, kendimizi yapışık ikizler sayardık. Hele elektrik kesintilerinin sık olduğu o yıllarda, gaz lambasının ışığında ne oyunlar oynardık. Bir hayli değişmiş, kilo almış. Zaman, kattığı olgunluğun yanında onu bir hayli hırpalamış. Geçen yıllar ona da aynı acımasızlığı yapmış ama en azından bana yaptığının tersine, saçlarına tek bir beyaz kondurmamış. Geçmişten gelen samimiyetle, bir kafeye geçmeye ihtiyaç duymadık. Hemen oradaki bir duvarın üstüne oturup, sohbete daldık. Tıpkı çocukluğumuzda kaçış yerimiz olan o incir ağacının altındaki duvarda oturur gibi omuz omuza, yan yanaydık. Sonradan edinilen arkadaşlıklardaki güvensizlik ve yapmacıklıklardan uzak, kalbimizi birbirine açtık. Ne de olsa biz, çocukluk arkadaşıydık… Beraber birer sigara yaktık. O da üniversitede başlamış…
Sigaraların dumanında o yılları andık. Daha çok ben konuştum, o dinledi. Oldum olası yapısı hep böyle sakin, sessizdi. Ayrılma zamanı geldiğinde, ikimiz de arkadaşlığımıza verdiğimiz aranın mahcupluğu içinde birbirimize sarıldık. En kısa zamanda buluşmak sözüyle, birbirimizden ayrıldık. Uzaklaşırken ara ara birbirimize dönüp, kalabalıklar arasında kayboluşumuza baktık. Çocukluğumun en iyi oyun arkadaşı, gölgem, biz ne iyi arkadaştık.
(TANER DEMİR, 18 Temmuz 2019)
https://www.evrensel.net/yazi/84472/fotograf-ve-yorum