Fotoğraf: JAMES
NACHTWEY / “Yoksulluğun
vatanı olmaz!”
Yarış-ma Kültürü
“Ben, fotoğrafçılıkla
ilgili açıklama yapmaya çalışmıyorum. Dünyada olup bitenlerle ilgili açıklama
yapmak için fotoğrafı kullanmaya çalışıyorum.” JAMES NACHTWEY
Her şeyin yarışması yapılıyor.
Televizyonlarda
yarışmalar, Gazetelerde yarışmalar, Resim yarışmaları,Fotoğraf yarışmaları, En
güzel çocuk yarışması, En güzel genç kız yarışması, Bilgi yarışması, Ses yarışması,
Spor yarışmaları, Gelin Kaynana yarışmaları, Evlenme yarışmaları…Birde uluslar
arası çapta yapılan ülkeler arası yarışmalar vardır. Eurovizyon müzik
yarışması, Altın ayı film yarışması, Futbol yani spor karşılaşmaları gibi gibi…
Hep daha çok, daha
iyi, daha güzeli kazanma iddiasında olan bir kültür oluştu ve gelişti.
Günümüzün modası, gerçi dünde modaydı ya…Şimdi neresinden başlasak ta bir nokta
koyabilsek.Genel olarak aynı alanda çalışan ve uğraşan kişilerin, grupların, ülkelerin birbirleriyle karşılaştırıldıkları
ve belirli kategorilere göre sınıflandırılmalarına yarış diyoruz. Bu insanlar,
grupları ve ülkeleri diğerlerinden üstün ve iyi olduklarını ispatlama çağrısını
yapanlar, yarışma açan kişi ve kurumlardır. Bu sınıflandırılmayı yapanlarda
Jüri denilen heyetlerdir.
Eğer kendi
rızamız ile katılıyorsak adı yarışma oluyor. Yok bir sınırı geçmek için
yapılıyorsa adı sınav oluyor. Bunlara da örnek Öss, Ösym, Memur olma sınavı,
işe girerken girdiğimiz sınavlar, sınıf geçme için girilen sınavlar. Bu
sınavları da bir anlamda yarışma bağlamında değerlendirebiliriz.
Sınıflı
toplumlar olduğu sürecede yarışmalarda olacaktır. Peki sınıfsız toplum
olduğunda yarışmalar olmayacak mı? Ya da Sosyalist ülkelerde yarışlar yokmuydu?
Elbette vardı. Fabrikalar arası en fazla üretim yapma yarışmaları ve her alanda
yaygın olarak yapılan yarışmalar vardı. Burada yarışmaların amaçlarına ve
fonksiyonlarına bakmak gerekiyor.
“Kapitalist sistemde yarışmaların amaç
ve fonksiyonları”diye
bir başlık açabiliriz artık;
Yarışmaların
içeriği de sisteme göre şekilleniyor. Bilindiği gibi sistemin özü para ile para
kazanmaya ve emeğin sömürülmesine dayanıyor.Sosyal Devlet bir kandırmaca olarak
vardır. Toplumsal yarar yerine kişi ve şirket çıkarlarına göre yasalar yapılır.
Bireyin değeri değirmene su taşımaya yarayan araç olmaları kadardır. Özgürlük.
Demokrasi, Barınma hakkı, Sağlık hakkı vb. hepsi hikayedir. Oligarşik bir
yapıya sahiptir ve Meşhur olmak, Marka olmak sosyal statü için olmazsa
olmazlardandır. Bunların toplamı da kaderle (!), çok çalışmakla (!) yada başarı
(!) ile açıklanır. Kaderi değiştirmenin de bir çok yolları vardır. Derin devlet
içinde yer alabilirsin, Piyango bileti çekip ertesi gün zengin kalkabilirsin,
Bir yarışmaya katılıp derece alıp meşhur olabilirsin. Peki çok çalışıp ne
yapabilirsin; Sınıflarını geçersin, üniversiteye girersin (fırsat eşitliği var
ya! Büyük kentlerde yaşayanlar daha şanslı) Ya da işini bilmeyen memursan, en
fazla orta sınıf bir vatandaş olarak yaşarsın. Bütün mesele bir dayı bulup üst
sınıfa kapağı atmak olmalıdır. Yani toplum sınıflara bölünmüş olduğundan sınıf
atlamak için sistemin kurduğu barajları geçeçeksin. Sonra mı? Yukarıda
saydığımız, Özgürlük. Demokrasi, Barınma hakkı, Sağlık hakkı vb. senin için var
olacaktır. Yani bir sınıf için var olan diğer sınıf için yoktur. Denklem budur.
Sistemin olası zarar ve saldırılarından korunmanın bir yolu da “Sanatçı,
Avukat, Doktor, vb” korumalı alanlardan birinin duvarlarının ardında
olabilmektir. Bir zamanlar şöyle bir söz vardı; “Bir doktorun bir işçiden daha
şerefli olduğu” hatta bu söz Cem Karaca’nın bir şarkısında işlenmiştir. Ve
sistem tüm bu alanları kontrolü altında tutmaya çalışır. Bu alanların, toplumun
zararına işletilmesine karşı çıkan kişiler, muhalif ve alternatif örgütlenmeler
içinde yer alırlar. Sanatçılar, Doktorlar, mühendisler, Avukatlar velhasıl tüm
alanlarda bu mücadeleyi veren kurum ve kişiler toplumsal çıkarı kişisel
çıkarların üstünde tutmanın mücadelesini verirler ve çoğununda başı dertten kurtulmaz.
Şimdi böyle bir düzende yarışlara niye katılınır? Meşhur olup statü sahibi
olmak,Ödül olarak para kazanmak,
Hayatının
akışını değiştirmek, gibi açıklayabiliriz. Ama manevi laflarla da süslemek
gerekir değil mi? Hak ettiği yere gelmek, Başarılarının herkes tarafından
görülmesi, Çalışmasının karşılığını almak gibi….
Niye yarışmalar
açılır ? Şirketlerin reklamını yapmak için,Sosyal ve sanatsal bir iş yapmış
olmak için, Ürünleri pazarlamak için,
Özellikle
vakıflar aracılığı ile kültür hizmetinde (!) bulunmak için
Yaşadığımız
ülke, bu standartları koymaya çalışan bir ülke olduğuna göre yarışmalarında
içeriğinin böyle olması doğaldır.
Bu durumu
internette yaptığım incelemelerde “Burjuva rekabet ve Sosyalist yarışma”
başlıklı yazısında Seyfettin Arslan
şöyle özetliyor; “…Sınıflı topluma özgü
ilişkilerde yarışma; ötekilere üstün gelmek isteğine dayanır: Kendimi özne
görürüm öteki ise nesnedir, hasımdır anlayışı. Her ne kadar ideal burjuva
rekabet emeğe dayansa da pratikte bu ezici çoğunlukla kurt kanunu olarak
gerçekleşmektedir, yani gözünü zayıf durana dikmek, onun düşmesini beklemek ve
düşeni parçalayıp yemek yasası; orman kanunu, büyük balığın küçük balığı
yutması hikâyesi. Burjuva insan ilişkilerinin özeti budur.
Rekabet, hırs, paraya bitmez-tükenmez doyumsuzluk, mevki-kariyer hevesi;
bunların hepsi günden güne çürümesine tanık olduğumuz sınıflı toplumdaki insanı
insanlıktan çıkaran bireyciliğin ifadeleridir. Bireycilik; insanın sosyal
bağlara yaşamsal ihtiyacını ve insanın insana karşı ahlaksal sorumluluğunu
inkâr eder, onun yalnızlığa mahkûm eder. Kişi belki ilk bakışta yalnız
görünmeyebilir ama öz olarak yalnızdır. Sıradan insan kişiliği işte bu
kapitalist çirkefin belirleyici olduğu koşullarda şekillenir…. “
Bende katılıyorum.
“Sosyalist sistemde yarışmaların amaç ve
fonksiyonları” diye bir
başlık açarsak, Özetle yukarıda söylediklerimizin tersine olandır diyebiliriz.
Yarışmaların
içeriği toplumsal fayda ile açıklanır. Toplumun ilerlemesinin özünde bireyin
gelişimi olduğu bilinci hakimdir. İnsan doğasında var olan kendini ispatlama ve
gösterme özelliğinin iyi yönde geliştirilmesine hizmet eder.
“Burjuva
rekabet ve Sosyalist yarışma” başlıklı
yazısında Seyfettin Arslan’ın yine yazısından alıntılayarak;”…İnsanın
insana sevgi ve yakınlığından, sorumluluk duygusundan ve devrimci
eleştiricilikten kaynaklanır. Birbirinden etkilenmek, derin sevgi ve sorumluluk
duyduğun insanlığın ve arkadaşlarının gözünde hak edilmiş değer sahibi olmak,
onların hak edilmiş takdirini kazanmak sosyalist yarışmanın itici gücüdür.
Devrimci eleştiricilik de burada kendini devrimci objektif bir bakışla sürekli
gözden geçirmeye, var olanla yetinmemeye ve daima daha iyisini gerçekleştirmek
için çalışmaya hizmet eder…
Marks bu saptamayı “madem ki insan yaşadığı çevrenin ürünüdür o halde çevreyi
insanca şekillendirmek, yani dünyayı insanileştirmek gerekir” düşüncesiyle
yapmıştı. Sosyalist yarışmanın hedefi işte budur. ..Devrimci yenilenme yolunda
Eğitim ve Dayanışma Hareketi yaratmak için sosyalist yarışmaya çok ihtiyacımız
var. ..Bu aşamada sosyalist yarışmanın en önemli alanı da… grup çalışmalarıdır.”
“Peki ne yapmalı?”
“Ya yeni bir yol bulacağız, yada yeni bir yol yapacağız…” Hannibal
Yarışmaları
reddedemeyiz. Bütün mesele Yarışma kültürünün içeriğini doldurmakta. Bildiğimiz
gibi bir çok kavramın ve kelimenin içi nasıl sistemin mantığıyla örüldüyse
bizde kendi içeriğimizle kullanmalıyız. Bu anlamda yarışma kelimesi sistemin
anlamlandırmasıyla özdeşleşmiştir.
Bir çok
Demokratik kurum ve kuruluş iyi niyetle yola çıkıp yarışmalar
düzenliyorlar. Sonuç genellikle zayıf
oluyor. Ya katılım düşük kalıyor, gelen işler yeterli kalitede olmuyor,
dolayısıyla sessiz sedasız istenilen sonuç alınmadan heba olan emekle kapanıp
gidiyor.
Benim düşüncem
kolektif çalışma gruplarının oluşturulması ve projeli işlerle etkinlikler
yapılması. Bu her alan için geçerli olabilir. Ödüllendirme ise etkinliğin
çeşitine göre değişebilir. Katılımcıların genelinin ortak çıkarına hizmet eden
paylaşımlar olabilir. Sergileme, Broşür, Katalog gibi kalıcılığa hizmet eden
yayınlar yapılabilir. Ayrıca kurumlar
arası işbirliği ve dayanışma ruhu ile genişletilebilir. Buna örnek çalışmalar
olarak; redfotoğraf grup çalışmalarının 1 Mayıs çalışmalarını ve Alternatif
platform içinde yer alan birçok kolektif ve grupların yaklaşımlarını
görebiliriz. Son olarak AFSAD’ın Tekel işçileri için açtıkları sergiyi
gösterebiliriz. Üzerinde düşünerek yeni formüller geliştirilebilinir. Jüri /
seçici kurul olarak kendi alanında uzman arkadaş ve kurumlar yer alabilir. Bu
kurulun görevi de katılan işlerin teknik anlamda ve yapılması düşünülen içeriğe
uygunluğun denetlenmesi olabilir.
Yarış-ma paylaş
kültürünü geliştirelim…
-Fotoğraf: Paşa İmrek- Urfa
“5 aralık 2009
da urfa’daki dtp yürüyüşü ve mitingi sonrası, onlarca kişi gözaltına alındı.
içlerinde biride yerde baygın şekilde yatan bir bayan protestocuydu. “
-Fotoğraf: Semra Arslan- Balıkesir
“Balıkesirın dar sokaklarında çektıgım bır
fotograf, fotografa bakınca benım aklıma sevdiğim bir şarkı geliyor
sözleri a.kadire ait sabah türküsü....”
ağzımda bal gibi tatlı bir türkü
bir iner bir çıkarım bu yokuşu
ağzımda bal gibi tatlı bir türkü
kazanırım çocuklarıma ekmek parası
ben deniz üstünde, rüzgar önünde
ben sevda içinde, tatlı türküde.
inişte yokuşta, ekmek parasında
iki oğlum var, mehmet'le ali
gönlümde bir dünya, pamuk gibi...
-Fotoğraf:
Sevil Tunç_ Kütahya