Translate

Bu Blogda Ara

55-BUGÜN AY SONU-Evrensel-28şubat 2010-özcan yaman


BUGÜN AY SONU

Ay sonları İşçi Memur için bir an önce gelip bitmesi istenen ve ay başında maaşları almanın sabırsızlığının yaşandığı günlerdir. Bakkala eşe dosta borcun mahcupluğundan bir süreliğine kurtulmak,yada modern yöntemle kredi kartlarına ödeme yapılması için ay sonları bir an önce geçmesi istenen zamanlardır. Ama başbakanın tehditleri bu ay sonunu pek geçecek gibi göstermiyor. İşçiler hergünü ay sonuna çevirecek gibi gözüküyor. Ama büyük sermaye medyası Tekel’le ilişkisini (bu yazı çıktığında) ya kesmiş yada kesmek üzere olduğunun işaretlerini veriyor. Hükümetin de beklediği bu olsa gerek…
Sanki gerçekler değişmiş gibi yaparak kendi görüntülerini gerçek diye sunacaklar…
….


Bu hafta Seka’dan-Tuzla’ya, Tuzla’dan – Tekel’e deneyim ve derslerden bahsedecektim .
Olmadı. Başka sefere…
Başbakan’ın verdiği süre doluyor yada doldu. Ortada bir kanunsuzluk var diyor başbakan, Ay sonuna kadar süre verdiğini söylüyordu.  Haydi bakalım polisler, savcılar göreve temizleyin(!) çevre ve görüntü kirliliğini, yıkın çadırları sulayın işçileri. Türkiye sosyal bir hukuk devletidir ! –nasıl bir hukuk devletiysek – Neyse konu uzar…Demek ki başbakanın kanunsuzlukları erteletme gibi bir hakkı var(!)



Bir kere bu direnişi sendikalar başlatmadı işçiler başlattı. Sendikalar işçilerin peşinden gitti. Ve işçiler Türküyle Kürdüyle Lazıyla kardeşliğin ne olduğunu göstererek, tarihe destan da yazdı. Açılımın öyle yemeklerde falan değil, yaşamda yankısını gösterdi. ..
ve bugün ay sonu

bir sözü hatırlatmak isterim;
“Taşı parçalayan o son vuruş değil, ondan önceki ufak ufak vuruşlardır…”
Jacop Riis


İstanbul’da fotoğraflarla, Karikatürlerle ve resimlerle sergileri gerçekleştirmemizde desteklerini sunan sanatçı arkadaşlar ;
Atay  Sözer, Ayşenur Özinci, Birol Çün, Canol Kocagöz, Deniz İlgün, Emre Tansu Keten
Fatih Pınar, Firuz Kutal, Haluk Aylan,İdil Soyseçkin, Lütfi Çakın, Mehmet Özer, Mehmet Tevlim, Mustafa Yıldız, Nail Yollu, Nur Yılmazlar, Orhan Köse, Özlem Alkurt,Polat Çağlayan, Selçuk Alp, Sezai Akyıldız,Taner Özek, Vahit Akça, Yeter Yeşil’e
Basın açıklamasında okuduğu şiiriyle destek veren opera sanatçısı; Haluk Tolga İlhan ve Tiyatrocu müzisyen Bilgesu Erenus’a, Ritim grubunun tüm üyelerine…
Etkinliği gerçekleştiren; KESK/ Kültür Sanat-Sen, İstanbul Kültür Forumu, redfotograf, Karşı Sanat, Homur mizah grubu, upsd’ne
Ayrıca Taksim’den Beşiktaş’a kadar sergi performans yürüyüşüne katılanlara…
Sonraki günlerde her gün değişik ilçelerde ve üniversitelerde sergi açıp yürüyerek bir başka mekanda sergilenmesini sağlayan gençlere ve katılımcılara,
1 Tl bağış kampanyasına katılarak Tekel Direnişine ses veren herkesin aynı zamanda kendi sorunlarına da sahip çıkma bilincini gösterdikleri için teşekkürlerimi sunarım. 
Dayanışmanın büyümesi için…
Bugün ay sonu…


















54-BİR HATIRLATMA!-Evrensel-21subat 2010- özcan yaman



BİR HATIRLATMA!
( 4c KALKACAK BAŞKA YOLU YOK!)

Ankara valisi tebligat üstüne tebligat yolluyormuş,
 -İşçiler çadır mahallesi muhtarlık seçimlerini yapmışlar.- Tam bir ironi yaşanıyor.
Tarih veriyorlar “bu ay sonu tamamdır. Ankara’nın görüntü kirliliği (!) kaldırılacak.”
-Ankara esnafı direnişe desteğini sürdürüyor. - Devletin sabrı taşırıyormuş.
Devlet, tüyü bitmemiş yetimin hakkını çar-cur edemezmiş.(!)
 -Sanki TEKEL işçileri uzaylı, onlar bu devletin asli unsurları değil –
Ve Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın 4 şubat da çalışanların gerçekleştirdiği bir günlük iş bırakma eyleminin, haksız ve ideolojik olduğunu savundu. -Aslında bir parantez açıp, İdeolojik tabii ne sandınız? demek gerekiyor ya- TEKEL işçilerine yönelik çağrısını yineledi. TEKEL işçilerine “bu oyunlara alet olmayın” dedi. Ay sonundan sonra polis müdahalesini düşüneceğiz…
Sonrasında TEKEL işçi kadınlarının evde kabulü ve sonuç: taviz yok. Paşa paşa evinize dönün. Yetmedi sendikacılar yine görüşme talep ettiler. Başbakan yalnızca Türk-iş ile görüşürüm dedi ve görüştü. (Diğer sendikaları dikkate almadıklarını gösterircesine) Sonuç;
Bu iş bitmiştir dendi ve işçilerin birliğini bozmaya yönelik açıklamalar çokca konuşuldu.

Evet işçiler direniyor. Yıllar önce olduğu gibi sendikalar işçilerin arkasında kaldılar.
Bu sendikaları kurtaracak olan yine işçiler oldu.
TEKEL işçisi hedefi gösteriyor; “4c kalkacak başka yolu yok” diyor. Bir sendika çıkıp da; “Polis müdahalesi ile bu işi bitireceğinizi ve ay sonuna kadar süre verdiğinizi söylüyorsunuz. Suç işliyorsunuz. Siz diktatör müsünüz ki -sizce kanunsuz olan- direnişimize süre biçiyor ve tarih vererek, ne zaman polis zoru kullanılarak adaleti sağlayacağınızı söylüyorsunuz. Sayın başbakan; Çadırların ortasına gelerek, TEKEL işçisinden özür dileyerek, görüşme teklifinizi getirinceye kadar, bizde sizinle görüşmüyoruz. “ Diyemiyor.?
 işçiler bu özrü diletecek gibi gözüküyor. Bakalım göreceğiz.

Hatırlatmakta fayda var…
 Grev ve toplu sözleşme yasasının çıkışını hazırlayan, Kavel Direnişi’nin 47. yıldönümü
.Türkiye Maden-İş Sendikası üyesi işçiler 1963 yılının ilk aylarında Kavel Kablo Fabrikası'nda 36 gün süren bir grev yaptılar. Bu grev, Türkiye işçi sınıfı tarihinde önemli grevlerden biri olarak kabul edilir. Grevi önemli hale getiren en belirgin unsur,1961 Anayasası'nın işçilere tanıdığı grev hakkının nasıl kullanılacağına ilişkin yasal düzenleme olmadan, üstelik İş Yasası'nda grev yasağı sürerken yapılmış 'kanunsuz' bir grev olmasıdır. Maden-İş’in yaptığı görüşmelerde sonuç alınmadı. İşçiler, patronun bu saldırgan tutumunu protesto etmek için iş bırakarak tezgah başına oturdular. Kendilerini iş yerine kapatarak kapıları kaynakla kapattılar.
Gözaltına  alınan işçilerin serbest bırakılması ile sonuçlanan direniş, Yasalarda işçilerin grev hakkının olmadığı, grevin yasadışı sayıldığı ve grev yapanların cezalandırıldığı 1963 Türkiyesi’nde, İstanbul İstinye’de Kavel Kablo Fabrikası’nda işçiler 28 Ocak 1963’te iş bırakma ve direniş eylemine başladılar. 35 gün süren direnişin ardından işçilerin grev hakkı 275 sayılı Toplu İş sözleşmesi Grev ve Lokavt Kanunu ile yasalara geçti. 
Vehbi Koç'un da ortak olduğu fabrikada yaşanan grev, dönemin önemli sosyal olaylarından biridir. Sadece bir grev olmanın ötesinde anlam kazanmış; etkisi, boyutlarını kat kat aşmış bir eylemdir. Grev üzerinden grev hakkını sınırlamak için çaba harcayan işverenlerin tutumu; grev yasası görüşülürken konunun Meclis'te önergelere konu olması; grevle ilgili yasaya özel hüküm konması; grev uygulaması sırasında sendikalar arasında yaşanan görüş ayrılıkları gibi pek çok gelişme Kavel grevini kayda değer kılıyor. Bütün bu ve benzeri nitelikleri nedeniyle Kavel grevi, emek hareketinin hafızasında iz bırakmış, 'tarihi' diye tanımlanan grevler arasında yer almaktadır…
(TÜSTAV, Ocak ayı başında Zafer Aydın’ın “‘Kanunsuz’ Bir Grevin Öyküsü KAVEL 1963” )
Daha sırada 15-16 Haziran ve yarınlarda hatırlanacak TEKEL direnişi var!

Son söz olarak Hasan Hüseyin’in ölümsüz şiiriyle bitirelim:

Kavel
İşime karım dedim, karıma Kavel diyeceğim.
Ve soluğum tükenmedikçe bu doyumsuz dünyada,
Güneşe karışmadıkça etim
Kavel Grevcilerinin türküsünü söyleyeceğim.
Ve izin verirlerse Kavel Grevcileri,
İzin verirlerse İstinyeli emekçi kardeşlerim,
İzin verirlerse Kavel Grevcileri,
Ve ben kendimi tutabilirsem eğer sesimi tutabilirsem
O çoban ateşinin yandığı yerde Kavel'de,
O erkekçe direnilen yerde, Kavel'de
Karın altında nişanlanıp dostlarımın arasında
Öpeceğim nişanlımı Kavel kapısında
Ve izin verirlerse İstinyeli emekçi kardeşlerim
İzin verirlerse Kavel Grevcileri
İlk çocuğumun adını Kavel koyacağım

Hasan Hüseyin, 1963
………………………………………………………………………….











53-TEKEL’in SESİ VAR!-Evrensel Gazetesi-14 şubat 2010-özcan yaman



Fotoğraf: Selçuk Alp/ redfotoğraf

TEKEL’in SESİ VAR!

Dünya tarihi sınıf mücadeleleri ile doludur.
Ülke tarihine baktığımızda büyük dönüşümlerin işçi sınıfının başkaldırısı ile gerçekleştiğini görürüz. İşin özneleri olanların ayaklanması, toplumsal depremi veya sarsıntıları yaratıyor. 15 -16 Haziranları yaratanlar işçiler sendikal hak ve özgürlükleri yok eden yasanın çıkmasını engellemişlerdir. Yani işçi örgütlenme hakkına sahip çıkmıştır. Sonuç olarak toplumsal muhalefet yükselmeye başladığında, iktidar kendi sınıfsal çıkarlarını korumak için faşizmin gücünü kullanmaktan çekinmemiştir. 12 Eylül 80 bunun bir örneğidir. 89 Bahar eylemleri ise bu zinciri kıran dönüm noktası olmuştur.
Zonguldak maden işçilerinin yürüyüşü iktidarı korkutmuştur. Sonrası malum…
1980 öncesi ülke nüfusu 48 milyon, sendikalı işçi sayısı 2.5milyondur. Bugün ise ülke nüfusu 78 milyon ve sendikalı işçi sayısı 750 bindir…
İktidar antidemokratik yasaları bir takım rakam ve harflerle karmaşıklaştırarak neo-liberal politikalarını uygulamaya çalışıyor. 4C ne demek? Demek ki bunun 1c si 2c si 3 c si de var ki 4c ye kadar gelmiş. A,b,c si ne oluyor? Özetle kafa karışıklığı yaratarak özelleştirmenin yüzü sevimli gösterilmeye çalışılıyor diyebiliriz.
Sendikalar küçültüle küçültüle etkisizleştirilirken demokrasi büyüyebilir mi? Artık zenginle yoksul arasındaki fark uçurum olmaktan çıkmıştır. İktidara bakarsak her şey güllük gülistanlıktır. İşçilerde evlerine dönsünler. Bakalım öyle mi? Bir sınıflandırma yaparsak nüfusun %15’i işsiz. %45’i asgari ücretle gayri insani koşullarda karın tokluğuna çalışıyor. %20’si orta sınıf olarak sınıflar arasında gidip geliyor. % 20 ise tuzu kurular oluyor. İktidarı onlar belirliyor.  Onun içindir ki, Bu düzen değişmelidir..!

Sendikalı Ol!

İşçilerin hızla sendikalarda örgütlenmeleri ve sınıf sendikacılığının hayata geçmesi gerekiyor. Bu amaçla Petrol-İş sendikasının “ Sendikalı Ol” kampanyası önemlidir.
Tekel işçileri, sınıf kardeşliğini ortaya koyan bir ateş yakmıştır. Emek örgütleri bu ateşi harlı tutmak için güçlerini birleştirmiş gözüküyor. Özellikle ay sonunda akla kara ortaya çıkacak. Bir yanda polisi işçilerin üzerine saldırtacağını ilan eden bir komutan edasıyla iktidarın başı diğer yanda bu haklı direnişte kenetlenen emekçiler. Şimdi güçleri karşılaştıralım:
İktidar medyasından polisine kurulu sistemin her türlü olanağı ile donanmış. Direnenler bir avuç Tekel işçisi ve onlara destek veren emek örgütleri… Burada kilit noktada olan sendikalar. Sonuçsuz görüşmelerle iktidarla sorunu çözmeye çalışıyorlar. Bu sorunun çözümü bellidir. Özlük hakları ve özelleştirmelerin durdurulması, dahası özelleştirilenlerin kamulaştırılmasıdır. O nedenle sendikaların görüşmeleri kesip hükümet temsilcilerinin direniş çadırlarına gelerek, tüm işçilerin önünde tartışmalarını sağlamak olmalıdır. Çünkü iktidarın ve de sermayenin başı ilan etmiştir ki ay sonunda polisi saldırtacakmış. En başta bu sözü geri aldırmak olmalıdır sendikaların görevi…
Evet toplumun her kesiminden destek, yardım veya yardım sözleri geliyor. Her ne kadar moral verici olsa da mesele Ankara’ya gidip “yanınızdayız” deyip dönmek değildir.
Toplumsal hafızaları tazelediğimizde Medya denilen sansasyonel araçlarının iktidarın iki dudağı arasında olduğunu görürüz. Bu gün televizyonların, Gazetelerin bangır bangır yazıp çizmelerine aldanmamak lazım. Yarın Tekel haberleri bıçak gibi kesilecek. Çünkü onların tokmağı sermayenin elindedir. Peki ne yapılmalı? Ekonomik ve manevi gücümüzü kendi medya ve örgütlerimize vermeliyiz. Sınıfın yanında ve içinde olan medya araçlarını güçlendirmeliyiz. İnternet ortamında sınırlarını zorlayan Sendika org’a güç vermeliyiz…
Biz de sanatçısından, seyyar satıcısına yeni yollarla yeni protesto yöntemleriyle sese ses katarak hayatı hem renklendirerek, hem de kamusal alanlarda var olduğumuzu göstererek toplumsal duyarlılığı canlı tutacağız. Bu alanda redfotoğraf ve İKF ( İstanbul Kültür Forumu,Mimarlar odası öncülüğünde oluşturulan demokratik platform ) önümüzdeki hafta TEKEL’in SESİ VAR! diyerek etkinliklerini başlatıyor.

“TEKEL DİRENİŞİNDEN PORTRELER” Fotoğraf sergisi

redfotoğraf ise şöyle sesleniyor fotoğrafçılara;
“Günler, haftalar ve artık aylar geçmeye başladı.
Direnişin ilk günlerinden itibaren fotoğrafçılar tanıklıklarını saat saat, gün gün, hafta hafta
kaydettiler. Afsad, evsahibi olarak direnişin ortasında çadırını kurdu sergisini açtı.
Fotoğrafçılar bu anlamlı direnişi belgelediler, belgeliyorlar…
redfotoğraf olarak artık sergilemenin zamanıdır dedik.”

İstedik ki sokaklarda sergileyelim. Fotoğraflarımızı elimize alıp yollarda sergileyelim.
…ve Direnişten portrelerle başlayalım.

Bu amaçla fotoğrafları 70x100 cm. boyutunda basıp, fotoğraf çantalarımız sırtımızda,
gücümüz yettiği sayıda Beyoğlu’ndan –Tünel’e,Yıldız’dan-Beşiktaş’a, İncirli’den – Bakırköy ve daha başkaca cadde ve meydanlara yürüyerek, dinlenerek sergileyelim.
Fotoğrafın gücünü anlamına uygun kullanalım.
Bu amaçla çektiğiniz fotoğrafları yüksek çözünürlükte 15 Şubat tarihine kadar
redfotograf@gmail.com  adresine yollamanızı bekliyoruz. Fotoğrafla birlikte isminizi yazmayı unutmayın.

Ayrıca İKF (İstanbul Kültür Forumu); redfotograf Grubu, Homur Mizah Grubu, Ressamlar ve Ritim Müzik Gruplarıyla bu etkinliği daha kapsamlı hale getirmeyi kararlaştırmıştır.
Yakında program ilan edilecek ve tüm destek ve katılımcılarla sokaklar ve caddeler birer sergi mekanına çevrilecektir. İKF hakkında internet sitesine girip daha detaylı bilgi alabilirsiniz. http://www.istkf.org.  
“…gönlün yoksa ezilmeye
sen de katil direnişe
işçilerle, işçilerle, işçilerle el ele
nereye payidar nereye
…”
















52-Tiroj "Bir Işık Huzmesi" DİYAR-I BEKİR-Özcan Yaman-Evrensel- 07 Şubat 2010


TİROJ “Bir ışık huzmesi” DİYAR-I BEKİR

"Siz kurallar koymayı çok seversiniz, Ama kuralları bozmayı daha çok seversiniz.
Tıpkı okyanus kıyısında sabırla kumdan kuleler yapan, 
sonra da kahkahalarla onlarıdeviren çocuklar gibi.
Ancak siz kumdan kulelerinizi yaratırken, okyanus kıyıya kum taşımaya devam eder. 
Ve siz onları yerle bir ederken, okyanus da sizinle birlikte güler. 
Gerçekten de okyanus, daima masum olanla beraber güler.
Fakat yaşamı bir okyanus ve insanların koyduğu kuralları 
kumdan kuleler olarak görmeyen kişiler için ne diyebiliriz?…
Veya boyunduruğundan hoşnut olup, ormanındaki geyiği başıboş bir serseri olarak yargılayan bir öküz için?....” Ermiş- Halil Cibran,


Diyarbakır, dünyanın uygarlıklar ve kardeşliğin başkentidir diyebilirim. En son yirmi yıl önce gitmiştim. Çok kısa kalmış ve ilçeleri dolaşmıştım. O zamanlarda gelişmişliğine şaşırmıştım. Eşimin programına uyup dört günlük bir gezi yapma fırsatını buldum. Hava şartlarının dolayısıyla ışığın uygun olmaması nedeniyle gözümle çekip sizlerle paylaşamadığım bir çok fotoğraf karesiyle dönerken, çekebildiklerimi sizlerle paylaşmak istedim.
Doğru Sur Belediyesine gittim. Başkan yardımcısı Gülbahar hanım güleryüzlü konukseverliğiyle ağırladı. Belediye çalışanı Fahri beyle bizi tanıştırdı. Fahri bey tarih ve arkeolojiye meraklı, yöreyi iyi bilen bir turizm rehberi olarak hava kararıncaya kadar gezdirdi.
“Şehir hava alsın!”
Diyar-ı Bekir surları, burçlarıyla ve tarihi dokusuyla etrafımızı sarıyor. Tam merkezde ise bir boşluk var. Yaklaşık yüz metrelik sur eksik, merak edip sordum. Valinin biri surları yıkmaya kalkmış ve “Şehir hava alsın” bahanesiyle yıktırmış. Artık gülmekten başka yapacak şey yok. Tarih boyunca büyük uygarlıklara beşiklik etmiş bir kent Diyarbakır. Yaklaşık 10 bin yıl öncesine dayanan geçmişiyle oluşmuş bir kültür ve kardeşlik başkentidir. İstila ve hakimiyetlere görede ismi hep değişmiştir. Amed, Amid, Kara Amid, Diyar-ı Bekir ve Atatürk’ün bir konuşmasında Diyarbakır olarak telaffuzuyla Bakırla ilgisi olmayan bu günkü ismiyle Diyarbakır.  Bir Kalkan balığı şeklinde 5 km uzunluğunda Dicle nehriyle elipsi tamamlayan surlar eski Diyarbakır’ı hala sarmaktadır.
İç Kale de; Adliye, Cezaevi, Atatürk Köşkü, Kışla, Hz.Süleyman camii ve Jitem karargahı
İç Kalede büyükçe bir alanda bulunan, yaklaşık iki yıl öncesine kadar korkuyla anılan tarihi yapıların içine giydirilmiş işkencehaneleriyle, cezaevleriyle  sözde adalet dağıtan kurum ve binaların boşaltılmasıyla turistik ve açık arkeoloji müzesi haline getirilecekmiş. Atatürk’ün kaldığı bina Atatürk Köşkü olmuş. Halbuki insanlık müzesi yapılmalı. (Diyarbakır 5 nolu E tipi cezaeviyle karıştırılmasın. Orası sur dışında Bağlar’da bulunan şimdilerde yerleşim alanının ortasında kalmış yine insanlık dışı işkenceleriyle meşhurdur. Orası içinde boşaltma kararı alındığı söylenmektedir.)

“ Yaşamda ve toplumda acı var. İnsanın da acı karşısında takınması gereken bir tutum: Oda sürekli diri kalmak, sürekli eylem içinde olmak. Yaşayan ve üreten insan için ne karamsarlık söz konusu, ne de acıya tutsak düşmek. Acı çekilir ve aşılır…”
Seval Esaslı-Şair-

 “Hele koşun zenginler Baraj yapmış !"                                                                                 Aslında yazılacak çok şey var ama tarihselliği bir yana bırakıp, birazda sosyal yaşamı anlatayım. İç Kaleden manzaralar fotoğraflarda. Daracık sokakları Medreseleri Kiliseleri camileriyle ve müzeleriyle  bir bütün olarak Diyarbakır böyle. Fakat otuz yıldır süren savaşın neden olduğu göç nufusu arttırmış. Yoksulluk diz boyu. Gecekondular, işsizlik ve hırsızlık en büyük sorun. Parçalanmış aileler barış özlemiyle çocuklarını bekliyorlar. Kimi yakılan boşaltılan köyüne dönmenin peşinde kimi ise bizim için o devir kapandı diyor. Bunun yanında son derece lüks villalarla ve modern apartmanlarıyla orta ve üst sınıf kendini hissettiriyor. Bir doktor arkadaşım siteye yapılan sosyal tesise masa sandalye taşıyan işçilerden birinin havuzu görünce arkadaşlarına “Hele koşun zenginler baraj yapmış.” diye bağırmasını unutamadığını söylemesi yaşananların ironisini ortaya koyuyor. Hastaneler tıklım tıklım özellikle çocuk hastanesi. Dr. Arkadaşım yoksulluğa bağlı hastalıkların çok fazla olduğunu söylüyor.’ Hastanede yatırıp iyi edip yolluyoruz bir ay sonra yine geliyorlar’ diyor. Bu insanların yaşam şartlarının düzeltilmeden hastalıkların da önüne geçilemeyeceğini söylemesi yaşanan gerçeği gösteriyor. Yani sokaklarından mekanlarına ve lüks araçlarından el arabalarına kadar sınıfsal ve kültürel farklılık çarpıyor gözüme. Bağlaç olarak Kimlik ve din sınıfsal farklılığı ikinci plana itiyor. Kürt burjuvazisinin gelişmesi kapitalist ilişki biçimlerini de geliştiriyor ama burjuva kültürünü henüz oluşturamamış. Bunlar benim gözlemlerim.
Demokrasi, Barış ve Kardeşlik gerçekleşmeden Kürt sorununun da çözümü mümkün değil. Halk, Aş, İş ve özgürlük istiyor. İradesiyle seçtiği Belediye başkanlarının gözaltına alınmasına tepkili. Kent bilboardlarda Kelepçeli fotoğraflarla irademe dokunma diyor!


Foto-1: Ben u sen


.
Foto-2-3:Belediye başkanlarının gözaltına alınmasını protesto eden pankartların asılı olduğu belediye binasına girince, kocaman “Bu halk için ne yaptın?” yazısıyla karşılaşınca bildik belediyeleri düşündüm. Kamusallığa karşı özelleştirmeci, Halk yerine abone ve mülkiyetcilik anlayışını yayan o bildik süslü yazılarla karşıladıkları halk, burada,öznelik bilinciyle kamuya hizmet mantığıyla karşılanıyordu. ‘İrademe dokunma!’ diyerek tepkisini
gösteriyordu.







Foto-4-5-6-7-8-9: Öyle bir boşaltmışlar ki antika bir kent görüntüsü var. Duvarları tavanları ve yerleri kazımışlar, ya da yıkmışlar. Bilmiyorlar ki görüntü hakikati yok edemez. Faili meçhul ve işkence iddialarının odağı haline gelen bir dönemin ünlü JİTEM Grup Komutanlığı‘nın Diyarbakır‘daki üssü konumundaki İç Kale hakkındaki kötü anıları silmek için İl Kültür Müdürlüğü harekete geçmiş. ‘500 yıllık tarihi İç Kale, açık arkeolojik müzeye dönüştürülecekmiş. İç Kale‘yi gezen vatandaşlar ‘Buranın JİTEM‘in sorgu merkezi olduğunu biliyoruz. O dönemin karanlık izlerini taşıyan bu mekanı gezmek bizleri oldukça ürkütüyor‘ diyorlar, aynı ürküntüyü bende duydum. Bir demecinde (şimdi gözaltında olan)  İHD Diyarbakır Şube Başkanı Muharrem Erbey, ‘O dönem insanların hemen girişin sol tarafında sorgulandıklarını biliyoruz. Hazin olan şey, sorgu merkezinin hemen karşısında adliye vardı. Ancak işkence sesleri savcılara gittiği halde kulaklar tıkanırdı‘ demiştir




Foto-10-11-12:
“… Eğer süt inmese memelerime
Kanla çatılmamış olsa kimliğim
Ellerim açılmasa sayfa sayfa
Ve iyi tanımasam turunçları…
Şimdi yüzüm utanmak bilmez bir ova
Bağışlamaz ayak izlerini.
Buğdayın masalını belletirim çocuğuma
Ağlamayı unutur.”
 “Sekizinci Renk” / Seval Esaslı









Foto-13-14-15-16-17-18:İç Kalenin daracık sokakları…Aynı sayfada yer almaktan onur duyduğum Mıgırdiç Margosyan’ın isminin verildiği sokakta dolaştım. Ayrıca Ahmed Arif’in dizelerini mırıldanarak yine isminin verildiği sokakta ve evinin önünden gurur duyarak geçtim.