AÇIK
ALANLAR VE GÖRSEL İLETİŞİM
“
Bir işi yapmak isteyen yolunu, istemeyen nedenini bulur!” (Arap
atasözü)
Açık alan
nedir? Tabiiki kasdettiğim kamusal alanlardır. Yani toplumun, yani halkın,
işçinin, işsizin , çoluğun çocuğun, yaşlının gencin , zenginin, yoksulun ortak
kullanım alanlarıdır. Köylerden , Beldelere, ilçelerden illere kadar yerel
yönetimler tarafından düzenlemelerinin ve bakımlarının yapıldığı, sözde
toplumun yararına kullanıma elverişli hale getirildiği sokaklar, mahalleler,
meydanlar, parklar, bahçeler ve özel
binalar dahil kamu binalarının dış yüzeyleri bu kamusal alan tanımının içinde
yer alır. Hukuk sistemi özel alanlara bir çok haklar tanımıştır. Yani özel binalarının
dış yüzleri kamuyu ilgilendirdiği için de belediyeler reklam vergileri alarak kamunun hakkını korur.
Buraya kadar
her şey normal görünüyor. Peki dışarıya çıktığınızda çevrenize biraz dikkatle
bakın. Kentleşme modernleşme adına bir çok yaratıcı çalışmalarla görsel
iletişimin tüm kanallarının zorlanmış durumda olduğunu göreceksiniz. Hareketli,
renk renk LCD veya LED monitörlerden yayınlar-reklamlar, Binaların
çatılarından, bodrumlarına kadar devasa birçok görseller. Caddeler, sokaklar
parklar bahçeler ayaklı panolarla ışıl ışıl reklamlar, Her duvar dibi yollar ve
duraklar ışıklı ve ışıksız Billboardlarla dolup taşmakta. Bunları uzatmak
mümkün. Biçimsel olarak temel kullanılan öğe fotoğraf. İçerik olarak ise
reklam, reklam yani para para para… Unutmayalım arada sanat ve kültüre katkı
ilanları ve sponsorlu -sanatı seviyoruz - yollu reklamlar da yok değil. Malum
belediyelerin bir görevi de sanat ve kültüre katkıda bulunma sorumluluğu var
(!) Peki siz bu karmaşa içinde Avrupa Başkenti 2010, Modern Müzede bilmem ne
sergisinin olduğunun dışında Sabancı Müzesinde bilmem ne sergisinin olduğu,
Hangi bira şirketinin hangi müzikal ve tiyatroyu seyirci ile buluşturmasından
başka hangi sanat ve kültür tanıtımlarını gördünüz?...
Eşitlik ve
özgürlüğün parayla indekslendiği, Sanatın , kültürün harcanan parayla
değerlendirildiği bir sistem yerleştirilmiş durumda. Maske de hazır Kent
Kültürü(!) Çarpık kentleşme ve Görsel kirliliğe karşı düzenli ve kontrol
edilebilir bir düzen getirme(!)
Özellikle 90’lardan sonra hızla bu günlere geldik. Bazı masum
vatandaşlar; ne güzel belediyeler ve devlet para kazanıyor. Diye düşünüyor.
Peki ulaşımdan, suya- elektrikten doğalgaza kentte yaşayanlardan çıkan para ne
oluyor? Metrobüs bilet fiyatları ne oluyor? (Mücadele ile ancak 1.5 TL ye
indirilebildi.) Ayrıca çöp vergisinden tutun otopark ücretlerine kadar her daim
neden söğüşleniyoruz?
Kısaca; Kent
kültürü diyerek kamusal alanlar parası olanlara ve onların her alanda
ideolojik saldırılarına cephe oluyor. Daha daha çok kazansınlar diye reklamı sanatla
süslüyorlar. Kentliyi hem beyninden, hem cebinden vuruyorlar. Oysa ki kentli
nufus analiz edildiğinde % 70 hatta 80 üreten ve değer kazandıran insanlar ve
ne yazık ki yoksul yada yoksulluk sınırının altında yaşayan alt gelir grubuna
ait bir çoğunluğa sahiptir. Ama bu grup dış kamusal alanlarda temsil
edilemiyor. Kendini ifade edemiyor. Tek taraflı bir temsiliyet de demokrasi
olamaz. Paranın hakimiyetin de bir kent kültürü, olsa olsa azınlığın çoğunluk üzerindeki
tahakkümü olur. Çoktandır kentsel dönüşüm diyerek merkezden çevreye doğru
steril , yoksullardan arındırılmış finans ve sanat merkezli bol AVM’li (alış
veriş merkezi) kentleşmeyi gerçekleştiriyorlar. Son örnek olarak AKM ve EMEK
sineması ve binasının yıkılmak istenmesi
bunun en bariz örneği olarak belleklerdedir.
Şimdi; “Madem
ki kentte yaşıyorum o zaman benim de
haklarım var” diyerek bu düzene karşı durmamız gerekir. Maalesef bu konuda da
işçi sendikaları ve konfederasyonları (sınıfı temsiliyetleri bakımından)bi
haber davranıyorlar. Kurumsal olarak Mimarlar odası ve TMMOB Meslek odaları
olarak çabalıyorlar. Muhalif dernek ve partiler güçleri oranında destek
veriyorlar. Ama yukarıda saydığımız görsellik içinde mitingten mitinge
bilboardlara korsan olarak asılan afişlerin dışında bir şey yapamıyorlar. Yada
bazı STK’lar resmi otoritelerce onanmış işbirliklerinin ödülü olarak
muhalefetin sesiymiş gibi boy gösteriyorlar. Buna karşılık oluşturulan
platformlar bu mücadelede önemli yer tutuyor. Bu platformlarda ne hikmetse
kalıcılık sağlayamıyor ve edilgenleşip ya dağılıyor yada bir başka platformla
yeniden var olma mücadelesi veriyorlar. Bu alanda en çok stencil ve Graffiti
çalışmaları yapan kişi veya kollektifler
kararlı görünüyorlar. Bu etkin silahı da ehlileştirme yönünde yerel yönetimler
uğraş veriyorlar. Bir çok alanda olduğu gibi bu alanı da muhalefetin elinden
alıp kendi propaganda araçları olarak kullanmaktadırlar…
Gelelim
fotoğraf cephesine; Sokak etkinlikleri ve sergileri ne yazık ki çok cılız. Yine
buralarda bir şeyler yapmak için sponsorlu kültür faaliyetleri yapan STK lar
için de yer almak gerekiyor gibi düşünülüyor. Böyle olursa da ne kadar kendi
amacınızı ifade edebileceğiniz zaten şüpheli. Bireysel girişimler için ise
başta işin ekonomisi olmak üzere bir çok sorun yaşanıyor. Oysa ki dış kamusal alanları öyle bir hale
getirdiler ki onlarla boy ölçüşebilecek teknik ve görsel kullanımı yoğun emeğin
yanı sıra para gerektiriyor buda yetmez belediyenin, polisin ve hukukun
karşısında onların kurulu sistemlerine karşı da mücadele etmek gerekiyor.
Bunlara örnek olarak İstanbul Bienali günlerinde ortaya çıkan Diren İstanbul ,
Alternatif Platform çalışmalarını gösterebiliriz. Yani birey olarak değil örgütlenmiş
güç olarak mücadele etmek gerekiyor. Özellikle siyasal ve sanatsal
etkinliklerde geçici çalışmalar yapılmakta. Örneğin Cumartesi anneleri oturma
eylemlerinde kullanılan fotoğraflar , Tekel’in Sesi Var! adıyla yapılan fotoğraf
ve resim görselleriyle yürüyüş ve sergiler, Zaman zaman işlek caddelerde
karşımıza çıkan performans yapan arkadaşların çalışmaları, Basın
açıklamalarında kullanılmaya başlanılan büyük boy fotoğraflı, Karikatürlü ve
resimli görseller. Yine ana caddeleri kesen ve ara sokaklara doğru artan
undergrand sanat olarak tanımlanan stencil ve grafiti çalışmaları sayılabilir.
Bilindiği gibi her yer paralı hale getirilmiş ve yapılan her şey çok önce para
cezası sonra da güvenlik güçleri marifetiyle engellenmekte. Yani afiş asmak
için bir bilboard yada bir duvar bulduğunuzda ve eylem anında yakalanırsanız
zannediyorum 1.500 TL. kişi başına yok
yakalanmazsanız astığınız kurum adına 150 TL. para cezası ile karşılaşır üstüne
birde afişiniz yırttırılır.
Her türlü
reklam araçlarıyla en çok kullanılan fotoğraftır. Fotoğraf bu anlamda en
etkileyici bir güce de sahiptir. Zaten görsel iletişim denince de fotoğraf akla
gelir. Hedef kitleye en kısa ve çarpıcı yoldan etki etmek, insanların beyninde
bir yer tutmak ve yönlendirerek amaca ulaşmak demektir. Bunu da telif
haklarıyla kutsanmış bazen sanat adına
ama ille de reklam olarak metrelerce büyüklükte en son gelişmiş
araçlarla kullanarak yaparlar. Oysa ki “Biz de bu kentte yaşıyoruz ve bizim de
söyleyecek sözümüz var”. Diyerek bu kamusal açık alanları kullanma hakkımız
var! Haftaya devam edeceğiz…
Her hafta
olduğu gibi düşüncelerinizi ve fotoğraflarınızı beklediğimi bildirirken bol
fotoğraflı bir hafta diliyorum.