Translate

Bu Blogda Ara

71-Teknoloji gelişti tamam da..-Evrensel-27 haziran 2010-özcan yaman


Teknoloji gelişti tamamda…
Özellikle on – onbeş yıl öncesiyle karşılaştırdığımızda vay bee diyoruz.  Hatırlarmısınız büyük pano reklamları, hani Camel ,sarımsı Piramitleriyle,  Marlboro at üstünde kovboyuyla, Fruko gazozlarının reklamlarını, Fay, Mintax deterjan reklamlarını ve daha bir çoklarını. Hatta polislere fruko denirdi, çünkü şapkaları fruko gazos kapağına benzetilirdi. Colalar falan sonraları gelip baş köşeye oturdular. Bütün bu markaların dış mekan reklamları elde boyalarla yapılırdı. Düşünsenize metrelerce boya boya bitmez. Ressam ve tabelacı arkadaşlar için para kazanma yoluydular. Sonraları büyük ebad matbaa baskılı bilboardlar yer buldu ama çok büyük boyutlarda hala ressamların ve tabelacılar iş yapıyorlardı. Hayatın bir çok alanı buna benzer hikayelerle dolu. Fotoğrafta da benzer gelişmeler yaşandı. Fotoğrafı kimya hızla terk etti ve yerini elektrik aldı. Sinemada video da aynı şekilde filmler yok oldu CCD. Veya CMOSlar  yerini aldı,Yani dijitalleşti, bilgisayarlaştı…
Zaman geldi, cep telefonlarıyla, fotoğraf çekip anında paylaşabilir, bilgisayarla film / video yapabilir, mahkemelerin bile dijital kayıtlarla davaları yürüttüğü bir sanal dünyanın içinde dolanır olduk. Yani geçmişte teknik olarak zor olan ve bu nedenle kopyalanmaları dahi büyük ustalıklar gerektiren  bir dünyadan, kopya dediğimiz şeyin orijinal yerine kayıpsız olarak geçtiği bir dünyaya geldik.  Geçmişte orijinal bir fotoğraf filmi tek idi, kopyası hiçbir zaman orjinalin yerini tutmazdı  ve bu iş için üretilmiş filmlere duplice yaptırmak için bir avuç para harcayarak sahip olurduk.Her kopyadan yapılan kopyalar kalite kaybına uğrardı. Şimdi ise milyonlarca çoğaltabiliyoruz ve kalite kaybı olmuyor. Hard disklerde ordan oraya taşıyabiliyoruz.
Bu kadar olanak doğal olarak kolaycılığı ve haksız kazanç elde etmeyi de arttırdı. Hergün karşılaştığımız telif hakları davaları arttı. Bugün bilgisayar ve google aracılığı ile her şeyi yapmak mümkün hale geldi. Yayın evisiniz  görsel lazım, gir internete görseller elinizin altında. Gazete çıkarıyorsunuz habere fotoğraf lazım gir internete seç-beğen kullan. Sendikasınız, afiş tasarlıyorsunuz şöyle bir kitle fotoğrafı lazım dediniz gir internete tamam. Yada sattığınız bir ürünün tanıtımını yapacak, broşür bastıracaksınız. Ne gerek var fotoğrafçıya, rakip firmanın broşür veya internet sitesinden fotoğraflarını alıp fotoşopla oynayıp kullanın gitsin. Şaka gibi ama maalesef bir zamanlar,  hatta hala böyle…
Peki telif hakları diye bir şey duydunuz mu? Evet 1951 yılında yasalaşmış ve günün koşullarına göre dili eski de kalsa yetersizde olsa güncellenerek kullanılan 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri kanunu yani FSEK var.Telif hakları, eser sahibine, rızası olmaksızın eserinin kopyalanmasını, değiştirilmesini, dağıtılmasını veya çoğaltılmasını önleme; ayrıca eserin izinsiz kullanımı halinde kişiye hukuki yola başvurma olanağı tanır. Fotoğrafçılıkta ise telif hakkı, deklanşöre basılarak, görüntünün filme/ccd’ye  yerleştirildiği an başlar ve başka hiçbir işleme gerek kalmaksızın kendiliğinden kazanılır. Burada telif haklarını uzun uzun anlatacak değilim. Merak edenler internetten indirerek inceleyebilirler.
Bu gün, geçmişle kısa bir yolculuk yaparak fotoğraflarımızın kullanımındaki haklarımıza bir değinelim istedim. Bol fotoğraflı bir hafta dilerken, fotoğraflarınızı beklediğimi hatırlatırım… 

70- EVRENSEL’İN 15 YILI ve fotoğraf-evrensel-20 haziran 2010-özcan yaman




EVRENSEL’İN 15 YILI ve fotoğraf
 “ …her şeyden önce görmeyi bilmek gerekiyor. Bir eserin zenaat değil de sanat eseri olabilmesi için bir daha tekrarlanamayacak, bir başkasınınki ile karıştırılamayacak özellikte olması gerekiyor. Benimle aynı yerde duran yirmi fotoğrafçı aynı görüntüyü çekmek için fotoğraf makinasını ayarlarken başka bir tablo görür karşısında. Her insan aynı sahneyi kendine özgü bir duyarlılıkla yansıtır.”.. Gisele Freund
  
Evrensel deyince aklımıza öncelikle Metin Göktepe gelir. Muhabir ve fotoğrafçıdır Metin. Toplamında gazeteciydi. Basın fotoğrafçılığı konusu başlı başına sayfalar dolusu yazmayı gerektirir ama ben biraz Evrensel’in fotoğrafla olan ilişkisi üzerinde durmak istiyorum.
Fotoğrafın basında kullanımının üzerinden yaklaşık yüz on yıl geçmiştir. Fotoğraf’ın basında kapladığı alan büyüdükçe büyümüştür. Toplumu sarsan büyük olaylar hep fotoğrafla açıklanır. Okuyucu önce fotoğrafla ilişki kurar ve yazıyla detayları öğrenir. Okuma yazma oranının düşük olduğu yerlerde ise fotoğrafın işlevi daha da artar. Bu bakımdan fotoğrafın ikna ve öğretme yeteneği basın için vazgeçilmez olmuştur. İlk kullanımından bu yana gerek fotoğraftaki teknik gelişmeler, gerekse matbaa ve basın sektöründeki gelişmeler hız ve kaliteyi arttırmıştır. Geçmişte, bir fotoğrafçının bilmesi gereken teknik bilgiler önemli bir yer tututarken günümüzde sıradan herkesin yediden yetmişe cep telefonlarıyla bile altından kalkabildiği bir noktaya gelmiştir. Bir çok gazeteci cebinde küçük bir makinayla haberden fotoğrafa tek başına her şeyi yapar hale gelmiştir. Yine geçmişte foto muhabirliği özel bir öneme sahipken, bugün fotomuhabirliği ortadan neredeyse kalkmıştır. Bu konuda ısrarla fotomuhabirlik sınırlarını terk etmeden çalışan Ali Öz istisnalar arasında gösterilebilir. Birde görselliğe önem veren dergilerin dosya olarak yaptıkları çalışmalarda fotomuhabirleri kullanılmaktadır.
Fotoğrafın iyi çekilmiş olmasının yanında kullanım biçimi de önemli (mizampaj).  Çok iyi bir fotoğraf kötü bir kullanımla harcanabiliyor. Yada tam tersi kötü bir fotoğraf gereksiz bir kullanımla boşuna yer işgal ediyor olabilir. Fotoğraf editörleri aslında gazetelerin bel kemiğidirler. Fakat ne derece başarılı oldukları tartışılır. Fotoğraf editörlerinin görevi arşivci  noktasına indirgenmiş, konuya uygun fotoğrafları bilgisayar arşivinden bulan kişi haline gelmiştir.
Evrensel ise bir okuldur, öğrenirken öğreten. Bir çok günlük gazete içinde tek bir günlük gazetedir. O bakımdan diyebiliriz ki birçok gazete çıkmakta ama gerçekte iki gazete ortada sermaye gruplarının gazeteleri isimleri ayrı olsa da sonuçta tek bir yere hizmet eden gazetelerle onların karşısında milyonların sesi kulağı olmaya çalışan Evrensel. Neredeyse bütün gazeteler ‘Bağımsız, tarafsız,milliyetçi ve siyasi bir gazete’ olduklarını logolarının altına yazarlarken, aslında düzenden yana, sermayeden taraf olduklarını vurgularken, Evrensel ‘emek evrenseldir’ diyerek bir karşı koyuşu temsil ediyor. Emek’ten yana taraf olduğunu söylüyor. Bu yüzden yok sayılmaya, görülmemeye çalışılıyor. Ama Evrensel’i gören okuyan milyonlarca insanın desteğiyle onbeş yıldır yayın hayatını sürdürüyor.
Bugün Evrensel’de yetişmiş bir çok gazeteci var. Kollektif çalışmanın ve paylaşmanın adıdır Evrensel. Gerektiğinde okurları ve çalışanları tarafından eleştirilen, gerektiğinde övülen ve ödüllendirilen bir gazetedir. Dedim ya bir okuldur Evrensel. Bilginin araç-gereçlerin kullanımlarının öğrenildiği ve öğretildiği bir okul. Sürekli daha iyi ve güzeli yakalamanın peşinde koşanların gazetesi Evrensel’dir. Kimi zamanlar yayınladığı fotoğraflarla mecliste sallanan, kimi zaman toplumsal olayların soruşturulmasına yol açan gazetedir Evrensel. İş yerlerinde yaptığı haberlerle hak alma mücadelesinin kazanımla sonuçlanmasını sağlayan gazetedir Evrensel. Çünkü okurları aynı zamanda muhabirleri ve fotoğrafçılarıdır Evrensel’in. Bu büyük ailenin ortak emek ve üretkenliği ile yoluna devam etmektedir Evrensel. İşçisinden bilim adamına, sanatçısından köylüsüne sahip çıkılan bir gazetedir Evrensel. Eksikleri ve hataları da var kuşkusuz. Bunları da aşa aşa, çoğala çoğala daha nice yılarda birlikte olacağız. Gisele Freund’un fotoğraf ve gazeteye ilişkin tanımıyla sonlandıralım.
“Fotoğraf,inanmayı kolaylaştırıcı, bir anı insan bakışı gerçekliğinde sunabilen yegane araç. Gazete ise insanı çevresinde olan bitenle ilişkilendiren, yaşadığı dünyanın parçası yapan, haber ileten ve  yayan başka bir araç. …Bu durum salt mali bir yatırım yada kaynak değil,düşüncelerin, görüşlerin, tasarıların yanı sıra idealizmin ve çoşkudan üzüntüye kadar farklı çoğu duygulanımında yer aldığı bir bütün….” Gisele Freund.




 























69-AÇIK ALANLAR VE GÖRSEL İLETİŞİM-Evrensel-13 haziran2010-özcan yaman



AÇIK ALANLAR VE GÖRSEL İLETİŞİM
“ Bir işi yapmak isteyen yolunu, istemeyen nedenini bulur!”                                       (Arap atasözü)
Açık alan nedir? Tabiiki kasdettiğim kamusal alanlardır. Yani toplumun, yani halkın, işçinin, işsizin , çoluğun çocuğun, yaşlının gencin , zenginin, yoksulun ortak kullanım alanlarıdır. Köylerden , Beldelere, ilçelerden illere kadar yerel yönetimler tarafından düzenlemelerinin ve bakımlarının yapıldığı, sözde toplumun yararına kullanıma elverişli hale getirildiği sokaklar, mahalleler, meydanlar, parklar, bahçeler  ve özel binalar dahil kamu binalarının dış yüzeyleri bu kamusal alan tanımının içinde yer alır. Hukuk sistemi özel alanlara bir çok haklar tanımıştır. Yani özel binalarının dış yüzleri kamuyu ilgilendirdiği için de belediyeler reklam  vergileri alarak kamunun hakkını korur.
Buraya kadar her şey normal görünüyor. Peki dışarıya çıktığınızda çevrenize biraz dikkatle bakın. Kentleşme modernleşme adına bir çok yaratıcı çalışmalarla görsel iletişimin tüm kanallarının zorlanmış durumda olduğunu göreceksiniz. Hareketli, renk renk LCD veya LED monitörlerden yayınlar-reklamlar, Binaların çatılarından, bodrumlarına kadar devasa birçok görseller. Caddeler, sokaklar parklar bahçeler ayaklı panolarla ışıl ışıl reklamlar, Her duvar dibi yollar ve duraklar ışıklı ve ışıksız Billboardlarla dolup taşmakta. Bunları uzatmak mümkün. Biçimsel olarak temel kullanılan öğe fotoğraf. İçerik olarak ise reklam, reklam yani para para para… Unutmayalım arada sanat ve kültüre katkı ilanları ve sponsorlu -sanatı seviyoruz - yollu reklamlar da yok değil. Malum belediyelerin bir görevi de sanat ve kültüre katkıda bulunma sorumluluğu var (!) Peki siz bu karmaşa içinde Avrupa Başkenti 2010, Modern Müzede bilmem ne sergisinin olduğunun dışında Sabancı Müzesinde bilmem ne sergisinin olduğu, Hangi bira şirketinin hangi müzikal ve tiyatroyu seyirci ile buluşturmasından başka hangi sanat ve kültür tanıtımlarını gördünüz?...
Eşitlik ve özgürlüğün parayla indekslendiği, Sanatın , kültürün harcanan parayla değerlendirildiği bir sistem yerleştirilmiş durumda. Maske de hazır Kent Kültürü(!) Çarpık kentleşme ve Görsel kirliliğe karşı düzenli ve kontrol edilebilir bir düzen getirme(!)  Özellikle 90’lardan sonra hızla bu günlere geldik. Bazı masum vatandaşlar; ne güzel belediyeler ve devlet para kazanıyor. Diye düşünüyor. Peki ulaşımdan, suya- elektrikten doğalgaza kentte yaşayanlardan çıkan para ne oluyor? Metrobüs bilet fiyatları ne oluyor? (Mücadele ile ancak 1.5 TL ye indirilebildi.) Ayrıca çöp vergisinden tutun otopark ücretlerine kadar her daim neden söğüşleniyoruz?
Kısaca; Kent kültürü diyerek kamusal alanlar parası olanlara ve onların her alanda ideolojik  saldırılarına cephe oluyor. Daha  daha çok kazansınlar diye reklamı sanatla süslüyorlar. Kentliyi hem beyninden, hem cebinden vuruyorlar. Oysa ki kentli nufus analiz edildiğinde % 70 hatta 80 üreten ve değer kazandıran insanlar ve ne yazık ki yoksul yada yoksulluk sınırının altında yaşayan alt gelir grubuna ait bir çoğunluğa sahiptir. Ama bu grup dış kamusal alanlarda temsil edilemiyor. Kendini ifade edemiyor. Tek taraflı bir temsiliyet de demokrasi olamaz. Paranın hakimiyetin de bir kent kültürü, olsa olsa azınlığın çoğunluk üzerindeki tahakkümü olur. Çoktandır kentsel dönüşüm diyerek merkezden çevreye doğru steril , yoksullardan arındırılmış finans ve sanat merkezli bol AVM’li (alış veriş merkezi) kentleşmeyi gerçekleştiriyorlar. Son örnek olarak AKM ve EMEK sineması ve binasının yıkılmak istenmesi  bunun en bariz örneği olarak belleklerdedir.
Şimdi; “Madem ki kentte yaşıyorum o zaman benim  de haklarım var” diyerek bu düzene karşı durmamız gerekir. Maalesef bu konuda da işçi sendikaları ve konfederasyonları (sınıfı temsiliyetleri bakımından)bi haber davranıyorlar. Kurumsal olarak Mimarlar odası ve TMMOB Meslek odaları olarak çabalıyorlar. Muhalif dernek ve partiler güçleri oranında destek veriyorlar. Ama yukarıda saydığımız görsellik içinde mitingten mitinge bilboardlara korsan olarak asılan afişlerin dışında bir şey yapamıyorlar. Yada bazı STK’lar resmi otoritelerce onanmış işbirliklerinin ödülü olarak muhalefetin sesiymiş gibi boy gösteriyorlar. Buna karşılık oluşturulan platformlar bu mücadelede önemli yer tutuyor. Bu platformlarda ne hikmetse kalıcılık sağlayamıyor ve edilgenleşip ya dağılıyor yada bir başka platformla yeniden var olma mücadelesi veriyorlar. Bu alanda en çok stencil ve Graffiti çalışmaları yapan kişi veya  kollektifler kararlı görünüyorlar. Bu etkin silahı da ehlileştirme yönünde yerel yönetimler uğraş veriyorlar. Bir çok alanda olduğu gibi bu alanı da muhalefetin elinden alıp kendi propaganda araçları olarak kullanmaktadırlar…
Gelelim fotoğraf cephesine; Sokak etkinlikleri ve sergileri ne yazık ki çok cılız. Yine buralarda bir şeyler yapmak için sponsorlu kültür faaliyetleri yapan STK lar için de yer almak gerekiyor gibi düşünülüyor. Böyle olursa da ne kadar kendi amacınızı ifade edebileceğiniz zaten şüpheli. Bireysel girişimler için ise başta işin ekonomisi olmak üzere bir çok sorun yaşanıyor.  Oysa ki dış kamusal alanları öyle bir hale getirdiler ki onlarla boy ölçüşebilecek teknik ve görsel kullanımı yoğun emeğin yanı sıra para gerektiriyor buda yetmez belediyenin, polisin ve hukukun karşısında onların kurulu sistemlerine karşı da mücadele etmek gerekiyor. Bunlara örnek olarak İstanbul Bienali günlerinde ortaya çıkan Diren İstanbul , Alternatif Platform çalışmalarını gösterebiliriz. Yani birey olarak değil örgütlenmiş güç olarak mücadele etmek gerekiyor. Özellikle siyasal ve sanatsal etkinliklerde geçici çalışmalar yapılmakta. Örneğin Cumartesi anneleri oturma eylemlerinde kullanılan fotoğraflar , Tekel’in Sesi Var! adıyla yapılan fotoğraf ve resim görselleriyle yürüyüş ve sergiler, Zaman zaman işlek caddelerde karşımıza çıkan performans yapan arkadaşların çalışmaları, Basın açıklamalarında kullanılmaya başlanılan büyük boy fotoğraflı, Karikatürlü ve resimli görseller. Yine ana caddeleri kesen ve ara sokaklara doğru artan undergrand sanat olarak tanımlanan stencil ve grafiti çalışmaları sayılabilir. Bilindiği gibi her yer paralı hale getirilmiş ve yapılan her şey çok önce para cezası sonra da güvenlik güçleri marifetiyle engellenmekte. Yani afiş asmak için bir bilboard yada bir duvar bulduğunuzda ve eylem anında yakalanırsanız zannediyorum 1.500 TL. kişi başına  yok yakalanmazsanız astığınız kurum adına 150 TL. para cezası ile karşılaşır üstüne birde afişiniz yırttırılır.
Her türlü reklam araçlarıyla en çok kullanılan fotoğraftır. Fotoğraf bu anlamda en etkileyici bir güce de sahiptir. Zaten görsel iletişim denince de fotoğraf akla gelir. Hedef kitleye en kısa ve çarpıcı yoldan etki etmek, insanların beyninde bir yer tutmak ve yönlendirerek amaca ulaşmak demektir. Bunu da telif haklarıyla kutsanmış bazen sanat adına  ama ille de reklam olarak metrelerce büyüklükte en son gelişmiş araçlarla kullanarak yaparlar. Oysa ki “Biz de bu kentte yaşıyoruz ve bizim de söyleyecek sözümüz var”. Diyerek bu kamusal açık alanları kullanma hakkımız var! Haftaya devam edeceğiz…
Her hafta olduğu gibi düşüncelerinizi ve fotoğraflarınızı beklediğimi bildirirken bol fotoğraflı bir hafta diliyorum.

68-BALIK TUTMAYI ÖĞRENMEK- Evrensel-8 haziran 2010- özcan yaman





BALIK TUTMAYI ÖĞRENMEK
İnsan, doğayı değiştirip- dönüştürürken, en önemli aleti olarak el ini kullanmıştır. Yani insanlık emek’le başlamıştır. Onun içinde ilk üretim aracı eli olmuştur. Emeğin üretkenliği aracılığı ile aktarılabilen, uyarlanabilen, maddi-manevi sonuçlar kültür dediğimiz kavramı oluşturur. İnsanın –doğayla olan mücadelesiyle başlayıp sürer  ve kendini sürekli yeniler, geliştirir. Sorun; İnsan için olan bu dönüşümlerin, gerçekte insanlığın ortak yarar ve çıkarlarına eşitlik ölçütünde, adilce ne derece kullanıldığıdır. Bu noktada kültürü sınıfsal bakış açısıyla ele alıp, kimliğini işçi sınıfının oluşturduğu bir ideoloji ile yorumlayabiliriz. Sınıflar ortadan kaldırılıncaya kadar, sınıfsal bir karakter taşıyacak olan kültür tanımı, sınıf mücadelesi içinde evrensel olma özelliğini ortaya koyar. Dolayısı ile sınıf olarak kültürün kavramlaştırılması ve marxist bakış açısıyla ele alınması zorunludur.
Genellikle atölye çalışmalarında en çok tartışılan kültür-sanat ve fotoğrafın sanat olup olmadığı yolundaki tartışmalardan yola çıkarak bir kültür tanımıyla yazıya başladım. Dahası diyalektik-materyalist bir bakış açısıyla fotoğrafın nasıl üretilip paylaşılabileceğini, sonuçta bilimsel bir yöntemin izlenmesinin gerekliliğini hep tartışıyoruz. Bir ara daha detaylı olarak önceki yazılarımda yazmıştım ama kısa bir özet yapmak gerekiyor gibi…
O halde şu soruyla başlayalım ve yanıtlayalım.
                                                      
Sanat nedir? Fotoğraf nasıl sanat olur?
Bu konuda ciltler dolusu kitaplar yazılmıştır. Özetleyecek olursam; Kültürel birikimin tarihsel ve toplumsal nitelik-kalite kazanmasına sanat diyebiliriz. Eğer fotoğraf da biz bu kültürel birikimden yararlanıp, konuya bir nitelik kazandırabiliyor ve bunu da yine fotoğrafla  verebiliyorsak Fotoğraf sanatını yapmış oluruz. Bunu başarabilen kişi de sanatçıdır veya fotoğraf sanatçısıdır. Nesnel gerçekliği, fotoğrafta da yorumlama yetisini gerçekçi ve bilimsel bir yöntemle sağlayabiliriz.  Sanatı,  bir anlatım biçimi ve düşüncenin eyleme  dönüştüğü bir yol olarak görürsek, gerçekçilik kavramını da anlamamız kolaylaşır. Bu yöntem bize neyin fotoğrafını nasıl çekeceğimizin yolunu gösterir. Tüm bunları halledebilmek için de fotoğrafın kendi kurallarını yani zenaat kısmını biliyor ve uygulayabiliyor olmamız gerekir.  Genellikle de kurslarda, atölye çalışmaların da fotoğrafın zenaat kısmını ilgilendiren teknik konuların çözümü ve estetikle yani güzel fotoğraf çekmenin üstünde durulur. Halbuki soyutlama yeteneğinin  kazanılması ve uygulanması önemlidir. Soyutlama yapabilmek için de öncelikle yorumlama yapabilmek  önemlidir. Bunlarda hayata karşı bir bakış açısı gerektirir. Hep söylenen bir söz vardır. “Fotoğrafı çeken fotoğraf makinası değil, vizörden bakan beyindir.”  Yani karşımızda duran nesnelliğin, bakış açımızdan geçirilerek yeniden üretilerek bir sunum yapabilmektir.  Yoksa nesnelerin kopyasını aktarmak, kavramsal anlamda fotoğraf yapmak değildir. Çektiğimiz fotoğrafa bakanlar baktıklarının dışında, başka bir şeyler görüyorlarsa ve biz bunu başarabiliyorsak  o zaman fotoğrafı sanatsal bir zemine taşımış oluruz. Yoksa, gece batan güneş fotoğrafını, çiçek böcek fotoğrafını, fotoğraf makinasının özelliklerini ve bilgisayar kullanılarak üretilen  fotoğrafları “ne kadar zor çekilen bir fotoğraf “ yada “ne güzel fotoğraf” düşüncesiyle bize sanat fotoğrafı diye çook sunarlar.  Yerleşik,- sanat fotoğrafı- anlayışı da bu olsa gerek. Oysaki çok sade ve yalın bir fotoğraf bile sanat fotoğrafı olabilir.
O yüzdendir ki terminolojik olarak kavramların anlamlarını bilmeliyiz. Yukarıda da belirttiğim gibi, her türlü kavramın sınıfsal bir tanımı vardır. Özgürlük, bağımsızlık, demokrasi gibi kavramların burjuva literatüründeki anlamı gibi sanat ve kültürün de anlamlarını burjuva literatürü dışında sosyalist kültür literatürü açısından değerlendirmek ve kullanmak gerekmektedir.
Bu hafta biraz fotoğraf konuşalım diye başladım. Çokca tartıştığımız konulara değinmekle,  hakkımı doldurdum. Haftaya daha fotoğraflı bir yazıda buluşmak üzere derken, bu köşe ile ilgili düşüncelerinizle birlikte, çektiğiniz fotoğrafları da beklediğimi hatırlatırım. ..