Fotoğraflar gerçekliğin yorumlanmasıdır.
Bu da ideolojidir.
“Sanat, ekmek peşinde koşarsa
alçalır” Aristophanes
Biliyoruz ki; Homo
–Sapiens’i en gelişmiş maymundan ayıran özellik “emek”tir. Yani insanlık emekle
başlamıştır. El, insanlığın ilk üretim aracı olmuştur. İnsanın varolmasıyla
başlayan, doğayı değiştirici ve dönüştürücü gücüyle, emeğin üretkenliğinin
aracılığıyla, aktarılabilen-uyarlanabilen maddi-manevi sonuçlar kültür tanımını
oluşturur. İnsanın doğayla olan mücadelesiyle başlayıp sürer, kendini sürekli yeniler
ve geliştirir. İnsanın doğayı tanıma bilme ve dönüştürme mücadelesi kültür
kavramını oluşturmuştur. İnsanlık tarihinin kültürel gelişimini iki alanda
özetleyebiliriz. Bu alanları “Bilim ve Sanat” olarak tanımlarız.
Fotoğrafın icadı
ve bu güne kadar ki gelişimi de kültürel birikimin bir parçasıdır. Fotoğraf 1839’da
Fransa Bilimler Akademisi’nce tescil
edildiği günden bugüne hem bilim hem de sanat alanının vazgeçilmezi olmuştur.
Bilimsel olarak geliştirilen fotoğraf, teknolojinin gelişimine yol açarken hem
de kendini geliştirmiştir. Günümüzde bilimsel çalışmaları fotoğrafsız
düşünemeyiz. Fotoğraf artık bilimsel çalışmalarla özdeşleşmiş bir alan
olmuştur.
Bir yandan bilimle
iç içe olan fotoğraf aynı zamanda sanatında ortasına yerleşmiştir. Bir çok
sanat dalı fotoğrafla ilişkilenmiştir. Özellikle çağdaş sanatlar fotoğrafla
özdeşleşmiş durumdadır.
Bilimsel ve
sanatsal alanlar fotoğrafla diyalektik bir bütünlük sağlamıştır. Fotoğraf bir
yandan bilim ve sanatı geliştirirken, Diğer yandan bilim ve sanat da fotoğrafı
geliştirmektedir. Sonuçta fotoğraf insanlığın gelişiminde önemli bir yere
sahiptir.
Sorulması gereken soru bilimin ve sanatın toplumsal
gelişime ne oranda yararlı olduğudur. Bilim ve sanat insanları insanlığa hizmet
amacıyla üretirler ve paylaşırlar. Ne yazık ki bu sonuçlar aynı zamanda topluma
karşı kullanılan silahlarda olabiliyor. Atomun bulunuşu tıbbi amaçlar dışında
bomba olarak savaş nesnelerine dönüşüyor. Medyada kullanılan fotoğraflar
dezenformasyon üretiminin bir parçası yapılabiliyor. O zaman bilim ve sanat
kime veya kimlere hizmet ediyor? diye sorgulamak gerekiyor.
Bu noktada
ideoloji ve siyaset, bilim ve sanatla birlikte ele alınma zorunluluğunu
doğuruyor.
Bilim ve Sanat, kavramlarından (terminolojik
açıdan), ne anladığımızın da açıklanması gerekiyor. Bilim ve sanat insanlığa
hizmet eder. İnsanlığa karşı kullanıldığında da başta bilim ve sanat insanları
olmak üzere toplumsal muhalefetin mücadele etmesi gerekiyor. Bu anlamda Bilim
ve sanatın birlikte ele alınacağı bir çok ilişki birbiriyle bağıntılıdır.
Bilim,sanat ve
ideoloji-Bilim,sanat ve felsefe- Bilim,sanat ve ahlak …ve Karl Marx bu durumu
çok güzel özetliyor;
“Görünenler
gerçek olsaydı, bilime gerek kalmazdı” anlamak ve sorgulamak her bilim ve sanat
insanının sorunu olmaktadır.
Kısaca, sınıflı toplumlar olduğu sürece, Bilim ve sanat sınıfsal bir içeriğe sahiptir.
Bu sınıfsal bakış açısı kavramların literatüre göre değerlendirilmesi ve
yorumlanması şeklinde hayat bulur. Bu da yöntem bilimsel bir çalışmanın sonucu
olarak bizi yönlendirir. Sanatçıyı, nesnel dünyanın, öznel tasarımı sürecinde
durduğu yer ve hayata bakışı yönlendirir. Bu da tarafsız sanat eseri
yaratılamayacağına işaret eder. Genellikle güzelin bilimi olarak sunulan estetik,
Gerçekliğin sanatsal özümsenmesinin bilimi olarak çıkar karşımıza. Estetik
duygular, insanın estetik yeti ve gereksinmeleri, nesnel dünya ile olaylar
üstüne yapılan değerlendirmeler pratik içinde oluşur.
Bilimin ve sanatın dolayısıyla fotoğrafın son
tahlilde her zaman sınıfsal bir niteliği vardır, ama bu nitelik toplumsal
çelişkilerin keskinleştiği dönemlerde daha bir netlik kazanır. Bu yüzden
yaşadığımız dönemde ideolojik savaşımın
büyük bir yoğunluk kazanması doğaldır.
Yazıyı sonlandırırken, sanatın ideolojik yapısını
ve bir aydın olma bilincini özetleyen şu notu hatırlatalım:
Louis Aragon’a sormuşlar; ”Nesiniz siz, yazar mı, yoksa komünist mi?”
Aragon,” …Her şeyden önce bir yazarım , ben . Onun içinde komünistim.” Diyerek ideolojinin sanatsal yaratıdaki yerini gösterir.
Sınıflı toplum yapısı olduğu sürece ideolojiler
olacaktır. Fotoğrafçılarda bu sınıflı yapının bir tarafında yer alırlar.
Birinden değillerse ötekindendirler. Fakat bunun bilincinde olmayanların ya da
kasıtlı olarak kullandıkları sihirli kelime –tarafsızlık- olur. İdeoloji
kavramını daraltıp Propaganda ile sınırlamayı yeğlerler. Halbuki propaganda
ideolojinin bir parçasıdır. Gerçekliğin yansıması ve yorumlanması ideoloji ile
doğru orantılıdır. Dolayısıyla fotoğrafçısından bağımsız bir fotoğraf
düşünülemez. Yani fotoğrafçının ideolojisi fotoğrafa yansır. Sonuç olarak
fotoğraflar ideolojik bir içerik taşırlar.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Yorumlarınızı yazarsanız yardımcı olursunuz...