YAŞAMDA KADINLAR
Fotoğraf: Nail Yollu “İşçi Kadın nöbette”
Yarın Dünya Emekçi Kadınlar Günü’nün
100.yılı. Başta Tekel işçi kadınları olmak üzere
kutlu olsun.
Anamız, Kızkardeşimiz ,ablamız, eşimiz,
yaşamın diğer yarısı olan kadınlar.
Çok şeyler
söylenmiştir, yazılmıştır kadınlar için. Daha da söylenecektir. Yönetilen –
yöneten, ezilen – ezen, her konumda yer alan kadınlar. Konuyu açarsak sayfalar
dolusu yazmak gerek. En iyisi en iyi bildiğimiz işi yapalım. Bu hafta
Fotoğrafçı bir kadını Dorothea Lange’yi anlatalım. Birde ismini sıkça
duyduğumuz ve eserlerini referans verdiğimiz bir kadın üstadı Susan Sontag’ı
analım istedim.
Fotoğraf
tarihine geçmiş birçok kadın fotoğrafçı vardır. Bunlardan biri olan
TİNA MODOTTİ
‘yi (Fotoğraf sanatçısı, işçi,
devrimci ve kadın) başlığı ile geçen yıl yazmıştım.
Bu hafta
yaşadığı dönemi sınıfsal bir gözle
sorgulayan belgesel fotoğrafçı
DOROTHEA LANGE’yi anlatmak istedim.
26 Mayıs 1895 tarihinde Amerika New Jersey’de doğdu. 11 Ekim 1965 tarihinde, Museum of Modern Art’da büyük retrospektif sergisinin açılışından hemen önce New York'ta öldü.Biyografisini incelediğimizde, inatçı ve inançlı direngen yapısını görürüz. Onu büyük yapan da bu olsa gerek. 1929 Amerikan’ın büyük buhranından, mülteci fotoğraflarına, Göçmenlerden, işçilerden, kadın ve çocuklara kadar sosyal belgesel fotoğraf alanında söyleyeceklerini fotoğrafın diliyle söyleyen bir fotoğrafçı, bir sanatçıdır Dorothea.
Fotoğrafları müzeler
tarafından korumaya alınmış, Lokal konuları belgeleyerek toplamda bir bütün
oluşturmuştur. Fotoğraf albümleri üst üste toplandığında yaşadığı dönemin
sorunlarının parça-bütün ilişkisi üzerinden belgelendiği görülmektedir. Sağlam
kompozisyonları ve kadrajlama ile fotoğraflarını yaptığını görmekteyiz.
Dorothea fotoğrafın toplumsal işlevini çektiği binlerce kare ile ortaya
koymuştur. Fotoğraflarında yalnızca sorunları değil, bu sorunları yaratan
nedenleri ve bu nedenleri ortadan kaldıracak ışığı bize göstermektedir.
Fotoğrafın bir çok alanında aynı başarıyı göstermiştir. Portre den,
manzaraya-Enstantene’den, basın fotoğrafçılığına bu başarıyı göstermiştir.
Fotoğrafla
özdeşleşmiş bir yaşamla mücadelesini kalıcılaştırmış bir sanatçı-fotoğrafçı
olan Dorothea Lange’yi 8 mart’ın 100. yılında sevgi ile anıyorum. Meraklıları
daha geniş bilgiyi internet ortamından edinebilir ve fotoğraflarını
izleyebilir…
Hayat ve sanatın
içinden bir kadın, bir akademisyen
SUSAN SONTAG
Susan Sontag ismini duymayan kalmamıştır herhalde.
“Başkalarının acısına bakmak,” ve “Fotoğraf üzerine” isimli kitaplarıyla başta
fotoğrafçılar olmak üzere bir çok kişi tarafından referans verilen bir kadın
akademisyen olarak hayata bakışın
felsefesini sunmuştur. Susan Sontag, 1933 yılında New York'da doğdu. Tucson
(Arizona) ve Los Angeles'da (Kaliforniya) büyüdü, henüz on beş yaşındayken
Berkeley Üniversitesi'ne kabul edildi. Bir yıl sonra Chicago Üniversitesi'ne
geçen Sontag, 1951 yılında mezun olduktan sonra, eğitimini Harvard'da doktora
yaparak sürdürdü.
Daha sonra
çeşitli Amerikan üniversitelerinde okutmanlık yaptı. 1960'lı yıllarda, New York
Review of Books, Atlantic Monthly, Nations ve Harper's gibi dergilere yazılar
yazdı. Roman yazmaya da gene 60'lı yıllarda başladı; ilk romanı The
benefactor'dur. Sontag'ın ikinci romanı Death Kit, yaşam, ölüm ve bu ikisinin
ilişkisi üzerine kabusu andıran bir çalışmadır. Sontag'ın kısa öyküleri Ben
Vesaire adıyla 1977 yılında yayınlandı. Yazarın 1992 yılında yayınladığı üçüncü
romanı Yanardağ Sevgilim, uzun süre en çok okunan kitaplar listesinde kaldı.
Öykü 18. yüzyılda geçer. İki ayrı olaydan, elli altı yaşındaki Büyükelçi Sir
Willian Hamilton ile yirmi yaşındaki karısı Lady Emma Hamilton'un yaşadıkları
dramdan ve o dönemin bir savaş kahramanı olan Lord Nelson'un Napolyon
karşısında zafer kazanmasına rağmen bir kadın karşısında yenilgiye uğramasından
esinlenilerek yazılmıştır. Eser aynı zamanda devrimi, o dönemde yaşayan
kadınların durumunu ve 18. yüzyıl sonlarında yaşayan İngilizlerin içinde
bulundukları koşulları anlatır.
Yazarın son
romanı In America gerçek bir yaşamöyküsünün üzerine kurulmuştur; bir kadının
değişimin öyküsünü anlatır. Baş kahraman Maryna Zalewska bir oyuncudur. 1876
yılında ailesi ve bir grup Polonyalıyla birlikte "ütopik" bir toplum
bulmak amacıyla Kaliforniya'ya gelir. Bu hayalleri yıkılınca başarıyla sahnelerdeki
yerini alır.
Susan Sontag,
romanlarının dışında, kamp yaşamı, pornografik edebiyat, faşist estetik,
fotoğrafçılık, AIDS, devrim gibi birbirinden son derece farklı konular üzerine
yazdığı ilginç denemelerle de tanınır.
Son yıllarda
ağırlığını fotoğrafçılığa, senaristliğe ve film yönetmenliğine vermiştir. 28
Aralık 2004 tarihinde Newyork'da öldü.
Aşağıda Susan Sontag’ın Borges
Defterinde yayınlanmış, bu gün aydın ve sanatçı sorumluluğunun ne anlam ifade
ettiğini anlatan değerli yazısını birlikte okuyalım.
AYDIN
VE SANATÇI OLMAK !
Kuşkusuz, çoğunluğa kıyasla daha
çok aydınlardan adaletsizliğe karşı koyma, kurbanları savunma, egemen otoriter
düzene meydan okuma beklentisinden söz edilir her yerde. Aydınların çoğu
konformisttir—o kadar ki adaletsiz savaşların sürdürülmesini savunurlar—ama
onlar, ancak okumuş kesimin büyük bir bölüğü kadar konformisttir. Aydınları iyi
bir isimle – örneğin "ortalık karıştırıcı" ya da "vicdanın
sesleri"-- anan insanların sayısı her vakit çok az olmuştur.
Sorumluluk içinde taraf tutan, ve kendilerini
inandıkları çizgiye adayan ( bu dilekçe yazmaya benzemez) aydınların sayısı,
kamusal alanda görev alarak bilinçsizlik veya utanmaz bir cehalet içinde olan
aydınlara göre çok daha azdır: Her André Gide veya George Orwell veya Norberto
Bobbio veya Andrei Shakhalov veya Adam Michnik'karşı, on tane Romaine Roland
veya Ilya Ehrengburg veya Jean Baudrillard veya Peter Handeke vs ve vs
mevcut.Ama bu başka türlü de olabilir miydi?
…
Aydınlar, milliyetçilik ve
dincilik dahil her yöne doğru eğilim gösterebilirler, gene de ben itiraf
edeyim, bu türün sekülar, kozmopoliten, aşiret-karşıtı bölüğüne ait biriyim.
"Radikal Aydın" bana örnek bir düstur gibi geliyor. Aydın derken ben
"serbest" aydını kastediyorum: İş, teknik, ya da sanatsal uzmanlığının
ötesinde düşünce alanında çalışmaya, denemeye girişen (ve böylece bu alanı
zımnen savunan) bir kişi.Bir uzman da aydın olabilir. Ama bir aydın hiç bir
zaman sadece bir
uzman değildir. Bir kişi, söyleminde belli
ölçülerde taşıdığı (veya taşıması gerektiği) dürüstlük ve sorumluluğu için
aydındır. Aydınların vazgeçilmez özelliklerinden biridir bu: Araçsal ve
konformist olmayan bir söylem nosyonu.
…
Entelektüel iradenin ahlakî
görevi her zaman karmaşıktır, çünkü birden çok "en yüce" değer
bulunmaktadır, ve içinde, koşulsuz iyi olan şeylerin hakkı tümüyle teslim
edilemeyen somut durumlar vardır—Bu durumda, doğrusu, bu değerlerin ikisi
biribirine ters düşebilir. Örneğin, hakikati anlamak, adalet uğruna mücadele
vermeyi kolaylaştırmaz. Ve kimi zaman adaleti gerçekleştirmek için hakikati
örtbas etmek gerekebilir. İkisi arasında seçim yapmak zorunda kalmamayı
umabiliriz.
Ama hakikat ve adalet arasında seçim yapmak gerekiyorsa –ki, ne yazık, bazan öyledir—
bana öyle geliyor ki bir aydın hakikatten yana seçimini kullanmalıdır.
Bunu, aydınların çoğunun, en iyi
niyetlilerinin bile, yaptığı söylenemez. İstisnasız, aydınlar amaçlarını
sıralamaya koyulduklarında, bütün karmaşıklığıyla, üzerinden en çabuk
geçiştirdikleri şey hakikat olur.
…
Uğruna
yürüyüş yapmadan veya birşeyi imzalamadan önce uyulması gereken kural: Dayanışma gücünüz ne olursa olsun, orada bulunup birinci elden
deneyimlemediğiniz, ve hakkında konuşmakta olduğunuz ülke, savaş, adaletsizlik
ve diğer koşulların zemininde belli bir zaman harcamadığınız taktirde, her
hangi bir kamu oyuna karşı bir
hakkınız yok.
Aydınların küstahlığı
konusu üzerine—Bu safdillikten de kötü birşey—
Kamusal mevkide bulunan ve hakkında somut birşey bilmedikleri ülkelere ilişkin
kolektif eylemleri uygun bulan çoğu aydının küstahlığı hakkında XX.yüzyılın en
çok kabul gören aydınların biri olan Bertolt Brecht kadar kimse daha iyisini
dile getirmemiştir (O, kuşkusuz, nereden konuştuğunu çok iyi biliyordu):
Yürüyüş zamanı gelince çoğu kişi bilmez Düşmanlarının, kafalarında yürüyüş
yaptığını. Onlara emir veren ses Düşmanın sesidir, ve Düşmandan söz eden kişi
Düşmanın tâ kendisidir.
(Defter
arşivi//{çeviren: Hamid Farazande}