FOTOĞRAF VE SANATA
DAİR…
Çoktandır
Murat Yaykın’ın Birgün’deki yazısına ilişkin düşüncelerimi yazmak
istiyordum. (Zanaat sanat olunca, belgesel
fotoğraf/çı -13 mayıs 2010)
Önce Murat’ın ne
dediğine bakalım;
“18. yüzyıla
kadar sanat zanaatla eşdeğerdi. Aynı kökten gelen bu iki kelime Avrupa’da
sanatın türediği kök Hint-Avrupa dil kümesinde düzenleme ve bitişme düşüncesini
dile getiren ar kökünden türemiştir. (O. Hançerlioğlu, Felsefe Sözlüğü) Avrupa
dillerinde sanat anlamını dile getiren art sözcüğü, aynı zamanda “zanaat”ı da
içerir. Sanat ve zanaat kavramalarının birbirinden ayrı kullanımı kapitalizmin
palazlanmaya başladığı dönemdir. Yabancılaşma ile birlikte sanat ürünü
üreticisine, üreticilerin de birbirlerine yabancılaştığı süreçtir bu. Zanaat bu
dönemde maddi gereksinimi karşılamak amacıyla gerçekleştirilen küçük ölçekli
üretimin adı, sanat ise 18. yüzyıldan başlayarak kendisine biçilen ilerici,
değiştirici, dönüştürücü konumu zaman içinde kapitalizmin ekonomik ve siyasal
küresel yayılmacılığının araçlarından biri olmuştur…. Ancak burada belirtmemde
yarar var; -birçok fotoğrafçıyı karşıma alacağımı bile bile söylüyorum ki-
belgesel fotoğrafın sanat olarak değerlendirilmesi yanlıştır. (Haber ve
bilgilendirme niteliği taşıyan yazının -estetik değerler içeriyor olsa bile-
sanat eseri sayılamayacağı gibi.) Estetik olabilir, ancak her estetik durum
sanat değildir, fotoğrafçısını da fotoğraf sanatçısı yapmaz….”
Nedenlerini ise şöyle açıklıyor.
“…Belgeselin
sanat eseri olarak nitelendirilmesi kapitalizmin işine yarar. Nasıl mı? Bir
sanat eseri gibi belgeseli de kapitalizm meta değerine indirger. Walter
Benjamin’in sanat eserinin biriciklik değeri belgesel fotoğraf için de
koleksiyonerler tarafından kaç adet üretileceği sorusuna dönüşür ve
sözleşmelere tabi kılınır. Fotoğrafın içerik değeri değil de tek ya da az
sayıda üretilmiş olması daha önem kazanır. Oysa fotoğrafın çok sayıda üretimi doğasında
vardır. Yağlı boya resmin tıpkısının üretilemeyeceğini bilen koleksiyoner
fotoğrafın sayısız kopyasının yapılabileceğini bilmemesi mümkün değildir. Ancak
yine de müze ya da galerilerde değer biçilir.
Bir başka problemde günümüzde, 20. yüzyıla ait belgesel, sosyal belgesel fotoğrafları ya da toplumsal gerçekçi fotoğrafları yalnızca o döneme sıkıştırılmış belki de geçmişe özenilecek bir değer atfedilerek değerlendirilmeye başlanmıştır. Fotoğrafçılarını ise birer kahramanlaştırılmış/ikonlaştırılmış kişiler olarak görürler. Bugün göstergelerin kullanımından, biçimsel özelliklerinin belirlenmesine kadar pek çok nokta birbirinin benzeri tekrarlardan oluşmaktadır. Belgeselde bile artık ne anlattığınız değil, güzele öykünen görüntüler önemli olmuştur. 20. yüzyılın bir derdi olan fotoğrafçılarının yerine toplumsal sorunlara eğilmeyi bir çeşit bağnazlık sayan, sistem içine dâhil olduğunun farkında ya da değil ama rahatsız olmayan fotoğrafçılar çoğalmıştır. Sınıfsal zeminini (küçük)-burjuvazide bulan bu ideolojik tutumla, toplumsal olandan uzak duran fotoğrafçılar, böylelikle neo-liberalizmin kaygan zemininde küçük-burjuva sanatçısı olarak yerini almaktadır…”
Bir başka problemde günümüzde, 20. yüzyıla ait belgesel, sosyal belgesel fotoğrafları ya da toplumsal gerçekçi fotoğrafları yalnızca o döneme sıkıştırılmış belki de geçmişe özenilecek bir değer atfedilerek değerlendirilmeye başlanmıştır. Fotoğrafçılarını ise birer kahramanlaştırılmış/ikonlaştırılmış kişiler olarak görürler. Bugün göstergelerin kullanımından, biçimsel özelliklerinin belirlenmesine kadar pek çok nokta birbirinin benzeri tekrarlardan oluşmaktadır. Belgeselde bile artık ne anlattığınız değil, güzele öykünen görüntüler önemli olmuştur. 20. yüzyılın bir derdi olan fotoğrafçılarının yerine toplumsal sorunlara eğilmeyi bir çeşit bağnazlık sayan, sistem içine dâhil olduğunun farkında ya da değil ama rahatsız olmayan fotoğrafçılar çoğalmıştır. Sınıfsal zeminini (küçük)-burjuvazide bulan bu ideolojik tutumla, toplumsal olandan uzak duran fotoğrafçılar, böylelikle neo-liberalizmin kaygan zemininde küçük-burjuva sanatçısı olarak yerini almaktadır…”
Tamam bu
tehlikeler doğrudur. Yalnızca belgesel fotoğraf için değil diğer tüm sanat
dallarınıda kapsıyor. O zaman bunun karşılığı olarak sanat kavramını terk etmek
mi gerekiyor? Yani işin özünü kaçırmayalım zanaat kavramında üretime dönük
yüzüyle kalalım demek ne kadar doğru olabilir.?
Murat’ın
yazısında hem katıldığım hem de katılmadığım yanlar var. Sanat kavramının
işlevi ve sanatın ne olması gerektiği konularında eksiklik olduğunu
düşünüyorum. Sosyal değişimler beraberinde yeniliklerde getirir. Ki bu
yenilikler hakim olanın iktidar dili
kurmasına ve ideolojik çıkarlarına göre kurgulanır. Bu anlamda yalnızca sanat
değil daha birçok kavram hayata girmiştir. Mesele sosyal dönüşümler (iyi yada
kötü) sonucu ortaya çıkan sonuçların anlam ve içeriğinin değiştirilip
dönüştürülebilir olup olmama sorunudur. Burada yaklaşımımızın ideolojik yani
sınıfsal temelli olması gerekiyor. O zaman konuya –burada fotoğraf hatta
belgesel fotoğraf- Sanatın sınıfsal anlam ve içeriği ile sosyalist literatüre
göre değerlendirilmesi gerekiyor. En kaba ayrımla, Burjuva sanat anlayışı ve
Sosyalist sanat anlayışını karşılaştırmamız gerekiyor. Murat, Burjuva sanat
anlayışı ile içeriği doldurunca doğru demekten başka çare kalmıyor. Oysaki
Sosyalist sanat anlayışıyla nasıl olmalının da cevabı verilmeliydi, diye
düşünüyorum. Sovyetler zamanındaki sanatsal yaratı ve sanatın işlevinin
zanaatla olan organik bağlılığını görmezden gelemeyiz. Toplumsal ilerleme
burjuva sanat anlayışını sosyalist sanat anlayışına dönüştürür. İktidar olan
kavramların değişmesini de sağlar. Sosyalist bir iktidarda halkın çıkar ve
gelişimine göre bu değişim kendini gösterir. (Doğrusuyla yanlışıyla küçük bir
deneyim olarak SSCB ve diğer sosyalist ülkelerde olabilirliği kanıtlanmıştır.) Fotoğrafçı,
azınlığın çoğunluk üzerindeki iktidarında, muhalif ve alternatif ise üzerine düşen kendi dilini dahası kendi ideolojik
literatürüyle kavramları anlamlandırıp görünürlüğünü sağlamak zorundadır. Sanat
kavramını burjuva literatürüne göre değerlendirmek ve fotoğrafı muhalif diliyle
ve gerçekçiliği ile özellikle ‘belgesel fotoğrafı’ işlevi bakımından tanımlamak
ve ‘sanat değildir!’ Demek bana doğru gelmiyor.
Sanat nedir-
Ne olmalıdır? ile Fotoğraf nedir- Ne olmalıdır? Sorularının sorulup, birlikte
değerlendirilmesi gerekir. Yöntem sorununun çözümü bu sorulara verilecek
yanıtları da netleştirecektir. Murat’ın çözümleme yöntemiyle bir çok sanatçıyı
nereye oturtabiliriz? Nesnel gerçekliğin yorumsuz aktarılabilmesi mümkün müdür?
Bu ve buna benzer bir çok soru da gelir.
Ben belgesel
fotoğraf da, sanat fotoğrafı olabilir diyorum.(her belgesel fotoğraf sanat
eseridir demiyorum!)
Son olarak Murat’ında alıntı yaptığı Walter Benjamin’in “Tekniğin olanaklarıyla
yeniden üretilebildiği çağda sanat yapıtı” kitabının önsözünden bir alıntıyla bitireyim.
yeniden üretilebildiği çağda sanat yapıtı” kitabının önsözünden bir alıntıyla bitireyim.
…Üstyapının altyapıdakine oranla çok daha ağır
tempoyla gerçekleşen köklü değişimi, üretim koşullarının geçirdiği
değişikliklere kültürün bütün alanlarında geçerlilik kazandırmayı ancak yarım
yüzyılı aşkın bir zaman içersinde başarabildi. Bunun ne yoldan olduğu ancak
günümüzde açıklanabilmektedir. Bu verilerin, tanı niteliğindeki belli istemleri
karşılaması gerekmektedir. Ancak bu istemlerle bağıntılı savlar, emekçi sınıfın
siyasal iktidarı ele geçirdikten sonraki sanatıyla ya da sınıfsız toplumla
ilgili savlardan çok, şu anda geçerli üretim koşulları altındaki sanatın
gelişme eğilimleri ile ilgili savlar olmaktadır. Bu savların diyalektiği
üstyapıda, ekonomide olduğundan daha az belirgin değildir. Bundan ötürü bu tür
savların birer savaşım aracı olarak değerini küçümsemek yanlış olur. Söz konusu
savlar -yaratıcılık ve deha, sonrasızlık değeri ve giz gibi- eskiden kalma
birtakım kavramları saf dışı etmiştir; bu kavramların denetimsiz (ve şu anda
denetimi güç olan) uygulanması, olgular dağarcığının faşist doğrultuda
işlenmesi sonucuna götürür. … sanat kuramına yeni getirilen kavramların daha
alışılagelmiş olanlardan ayrılan yanı, faşizmin amaçları açısından bütünüyle
kullanılamaz nitelik taşımalarıdır. Buna karşılık bu kavramlar, sanat
politikası alanında devrimci istemlerin dile getirilebilmesine elverişlidir. “
Belgesel fotoğrafçılara kolay gele derken
konuya düşünceleriyle ve fotoğraflarıyla dahil olmak isteyenlerin katılabileceklerini
hatırlatırım. Son sözü Walter Benjamin’e bırakalım: “…Faşizm politikayı estetize ederken, Komünizm sanatı
politikleştirir..”
fOTOĞRAF: Willy Ronis
““Ben
asla sıradışını aramadım.ve gözlerim onu görmedi.Kendimi her zaman günlük
hayatın sıradan bir biçimde herhangi bir yerde, sıradan yaşamın mütevazi
güzelliğinin içten ve tutkulu bir araştırmacısı olarak buldum.” WİLLY RONİS
Şimdi
bu ekmekle koşan çocuk fotoğrafını belgesel bir çalışmadan bir kare olarak
sayarsak yada belgesel/enstantene bir kare dersek,’ sadece ekmekle koşan bir
fotoğraf mı diyeceğiz?’ ’Yada bizde uyandırdığı duyguyu da ekleyip Tarihsel ve
toplumsal bir birikim var mı diyeceğiz. Ne olursa olsun bu belgesel kare sanat
kavramı içinde değerlendirilebilir.