Bilyeler saplandı yüreğimize, kitaplarımıza...
Misket derdik, camdan
gözlere benzerlerdi. Çocukların ergenlik oyuncaklarıydı. Sıraya dizer, sonra
parmaklarımızın arasından fırlatırdık. Fiskeyle vurduğumuz misketleri, baş,
başaltı, sondan bir gibi tanımlardık. Tarihe karıştı misketler derken, misket
bombaları çıktı ortaya ve öldürdü çoluk çocuk insanları, hayvanları...
Bilyeler, misket
oyunlarına karıştı önceleri, demirden, parlak boy boy. Rulmanları dağıtır
bilyeleri çıkartırdık oyunlara dahil etmek için...
Sonra bombalara
malzeme oldu, çivileri de eklediler yanına...
Ve kitaplar, Teksas,
Tom Miks ve Zagorlar... sinema önlerinde değiş tokuş yapılırdı. Sonrası ağır
kitapları okumaya yol açan. Öğretmenlerimiz hep "Kitapların hayat
kurtardığından bahsederdi", hâlâ bahsediyorlar, doğrudur.
2015 yılıydı,
sonbaharın güneşli ekim ayının 10’uydu. Binlerce insan umutlarını yanlarına
almış ülkenin başkenti anKARA’nın merkezinde gar önünde toplanmışlardı.
Kalabalık gittikçe artıyor artıyordu. Dün bugün gelecek üzerine muhabbetler
ediliyordu. Arkadaşlıklar, dostluklar kavuşmalar hasretle kucaklaşmalar...
Saat 10.04'te o lanet
olası patlama, ardından bir patlama daha. 103 insan hayalleri, umutları ...
Yüzlercesi fiziksel ve
ruhsal yaralanmayla ...
O gün bu acıyı yaşayanlar
neden yaşamak zorunda kaldıklarını çok iyi biliyorlar. Kimimiz önümüzde siper
olan arkadaşlarımızın kimimiz sırt çantalarımızın içindeki kitapların siper
olmaları sayesinde hayatta kaldı. Kalanların borcu var katledilenlere, bu borç
namus borcu oldu boyunlarımıza. Ta ki bu ülkede barış ve demokrasi tesis
edilinceye kadar sürecek bir borç. O yüzden her ayın 10’un da anmalarda
gazlanmalar, coplanmalar ve engellemeler. Unutulsun istiyorlar katliamı.
Unutmayacağız...
Onların üzerlerine
örtülen bayrakları ve o bayrakları sulayan kanları unutmayacağız.
Onlar çeliğe verilen
su oldular. Her gün yeni anılar ekleniyor 10 Ekim ailesinin tarihine...
İşte o yeni eklenen
öykülerden birini şimdi okuyacaksınız.
Fotoğraf: Hakan Ottaş/Evrensel
Şöyle yazıyordu bilyenin takılı kalan sayfası;
“Evet!” diye itiraf etti.
Pavel, anasına doğru (BİLYE BURAYA SAPLANMIŞ) dedi. Bir çocuğu azarlıyormuş
gibi sinirli sinirli:
“Hepimiz korkudan geberiyoruz zaten!” dedi. “Bizi yönetenler de bu korkudan
yararlanıp bizi daha fazla korkutuyorlar.” (M.Gorki-Ana-sf:23
)
Fotoğraf: Hakan Ottaş/Evrensel
Ali Deniz Uzatmaz,
Şebnem Yurtman, Elif Kanlıoğlu ve Ekinsu Cemgil/Ottaş Mersin’den gelmişlerdi.
Dilan Sarıkaya, Berfin Keskin, Dilan Karakuş, Berfin Karakuş ve onlarca arkadaş
buluşmuşlardı. Sırtlarında çantaları içlerinde kitapları ellerinde
bayraklarıyla. Gülüyorlar, halaylar çekiyorlardı. Kortejler oluşturuluyorken o
an patlayan bombadan etrafa ölüm yağdı. Önde olanlar arkadakilere siper oldu.
Ali, Şebnem, Elif, Dilan ve birçok can... Ekinsu anKARA’ya birlikte gittiği
yoldaşlarını bırakarak sırtında çantası ile döndü Mersin’e. Mersin kan
ağlıyordu. Ekinsu, neden, diyordu neden bizleri öldürüyorlar... (O tarihte lise
son sınıf öğrencisiydi.) Saçları üstü başı kan ve et parçalarıyla olan
Ekinsu’nun babası Hakan çaresizliğin verdiği acıyla kızının çantasına bakmış,
delikleri görünce içindekileri çıkartıyor. Çantayı delen bilyeler kitaplara
saplanıp kalmışlar.
Fotoğraf: Hakan Ottaş/Evrensel
Evet kitaplar hâlâ hayat kurtarıyorlardı.
Ekinsu o gün sırtına
saplanan bilyelerden, M. Gorki’nin Ana ile J. Stalin’in Anarşizm mi? Sosyalizm
mi? kitapları sayesinde kurtulmuştu. Bu büyük acıya nasıl katlanılır?..
Hakan Ottaş şöyle
anlatıyor:
"Şebnem
Mersin’deydi, Ali Deniz ve Elif okumak için sonradan geldiler. Şebnem, Ali
Deniz’i benimle tanıştırmıştı. Kızım Ekinsu, Ali ve Şebnem, ev bulamadıkları
için 'Bizde kalabilirler mi baba’ demişti. Böylece bir aile olmuştuk. Ben sabah
işe gidiyordum ve akşam geliyordum. Eşim İlkay dert yanıyordu. ‘Bugün yine
temizlik yaptılar, cam sildiler, bulaşık yıkıyorlar... Kızıyorum ama
dinlemiyorlar’ diyerek. Tam bir komün hayatı yaşıyorduk. Şimdi ne kadar
birlikte yaşadığımızı hatırlamıyorum bile. Bizim çocuklarımız olmuşlardı. Eşim
İlkay bazen kızıyor bana; ‘Ara şu çocukları bu saate kadar aç susuz
dolaşmasınlar’... Geç gelseler merak eder arattırırdı. Ali Deniz annemize nene
derdi ama nene de Deniz’i adından dolayı çok severdi."
Çocuklarımdan ayrılışım;
Tam hatırlayamıyorum.
10 Ekim'e bir veya iki gün kalmıştı sabah işe gidiyordum. Onlar da okula. Ali
Deniz ‘Emekçi abim bir selfi çekilelim, kim daha çok beğeni alacak’ diye
takıldı. O selfiyi çekildik. O gün okuldan sonra anKARA’ya doğru yola
çıkacaklardı. Sabah erken evden çıktık, selfimizi çekildik ben işe onlar okula
gittiler. Ben izin alamadığım için anKARA’ya gidemiyordum. Ailemin
parçası olan çocuklarımdan ayrılışım böyle oldu.
Acı haberi aldığımızda
yıkıldık. İnanamadık, sadece Ekinsu geri gelebilmişti. Tarifi imkansız acılarla
eve geldik. Bizim için artık hiçbir şey normal değildi. En çok da Ekinsu
yaralıydı. Kitaplar hayatını kurtarmıştı ama belleği katliamın izlerini
taşıyor. Ali Deniz, Şebnem ve o gencecik çocuklar bizleri borçlu bıraktılar
barışı ve adaleti sağlama görevini bırakarak.
Fotoğraf: Hakan Ottaş/ Son selfie-Hakan
Ottas, Ali Deniz ve Şebnem Yurtman
Son not:
- Ekinsu vicdanlı
psikologların yardımını aldı. Hayata tutunmanın yaşam mücadelesinde bilgi ve
sanatla beslenmek olduğunun bilinciyle okuyor. Ankara Üniversitesi Devlet
Konservatuvarı sahne sanatları bölümü modern dans 4. sınıf öğrencisi.
- Berfin Karakuş,
Hatay’dan gitmişti anKARA’ya, PDR okudu ve şimdi öğretmen. Ekinsu’nun kuzeni.
- Dilan Karakuş
öğrenciydi, şimdi özel bir şirkette çalışıyor. Ekinsu’nun kuzeni.
- Dilan Sarıkaya
Adana’dan katılmıştı, kaybettik.
-Berfin Keskin,
ayakları kırılmıştı, şimdi öğretmen.
Fotoğraf: Hakan Ottaş
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Yorumlarınızı yazarsanız yardımcı olursunuz...