YAŞASIN HALKLARIN KARDEŞLİĞİ
“… Savaşa
karşı bir şey yapabilirmiyiz? Sorusunu sormak zorundayız. Kapitalizm varolduğu sürece savaşı
ortadan kaldıramayacağımız konusunda açığız. Fakat biz bütün gücümüzle
Emperyalizme, savaşa karşı mücadele yürüttüğümüzde kapitalizmi yenebiliriz.
Bunun için uzun yada kısa vadede egemen sınıflardan, bir kitlenin diğer kitleye
saldırması çağrısı geldiğinde kitlelerden;
Hayır bunu yapmayacağız!
Açıklamasında
bulunma zorunluluğu olduğunu en son kişiye kavratıncaya dek çalışmak
zorundayız.! …Ve halk … günümüzde savaşların sadece küçük bir avuç
kapitalist savaş avcısının ve sömürücülerin yararına yürütüldüğünü, büyük
kitlenin ise her açıdan militarizmin kurbanı olduğunu … kavradığında, o zaman
bu düşünce kitlede öyle politik bir güce dönüşür ki, tüm süngüler onun önünde
kırılır.”
(4 aralık
1911 Rosa Luksemburg)
Son
günlerde Kürt açılımı- Demokratik açılım
derken birden domuz gribi gündeme geldi. Su'yun ticarileştirilmesi, Kanser
hastası Güler Zere’nin durumu, Elektrikten, doğalgaza, Suya ve cep telefonlarına geldi gelecek zamlar, Sağlık
sisteminin ( SSGSS) özelleştirilmesi. Hatta mahkeme kararlarıyla “Devletin sosyal
bir hukuk devleti olmadığının tescillendiği” (Dr.Zeki Gül’ün 4 Kasım günü
Evrensel’de yayınlanan yazısı) günleri yaşıyoruz. Diyarbakır sporun yaşadığı
şoven baskı bir yanda diğer yanda hızla yükselen milyon dolarlık şaşalı ve
parıltılı estetize edilmiş sözde yaşam kültürü şoku. Özel hastanelerden
holdinglere ve onların, sanki bolluk bereket içinde yaşayan bir Türkiye imajı
veren sınıfsallığı estetize ederek yoksulları daha yoksul yapan politikaları.Sanki
halkla dalga geçiliyor. Kapitalizm sermayenin ihtiyaçlarına göre yapılanmasını
sürdürüyor. İstanbul finans ve sanat merkezi oluyor ya…
Bu
ülkenin bir avuç aydın ve sanatçısı bu gidişe dur demeye çalışan işçi emekçi kardeşleriyle
oradan oraya koşturuyor. Hangi oluşuma baksak yaklaşık hep aynı isimler. Birgün
F tiplerine karşı, diğer gün Suyun ticarileştirilmesine karşı öbür gün
işkencelere karşı derken sistemin çıkardığı sorunlara karşı refleks göstermeye
çalışıyor.
Bir
grup sanatçı ‘Barış için Sanat’ diyerek yolu açınca büyüdükçe büyüdü. Bu
topraklarda yaşayan tüm halkların hakları vardır ve kardeşçe yaşamak istiyoruz
diyerek 3 Kasım’da Garaj İstanbul’da yaptıkları etkinlikle her dilde barış
taleplerini dile getirdiler.
Taner Güven
arkadaşımızın yazdığı gibi…” Biz sanatçılar, hümanist, nihilist, küskün, özgün,
özgür birey, toplumcu vs. olabiliriz, bunları çoğaltmak mümkün. Başlangıç
sayılabilecek bu süreçte, en önemli işlerden biri Barış için eylemlilik içinde
birbirimizi çoğaltmak olmalıdır… Nedeni ne olursa olsun, pek çok sanatçının
girişimden haberinin olmaması yakıcı bir sorundur. Onların girişime ve
etkinliklere kendiliklerinden gelmelerini beklemek yerine, onları davet etmek,
derdimizi anlatmak, girişimden haberdar
etmek gerekir… Bunun için girişim aktivisti olan her sanatçı ulaşabildiklerine
ivedi olarak ulaşmalıdır…
Savaş,
toplumsal gruplarda yarattığı mağduriyet itibariyle herkesi ilgilendirse de,
Barış somut olarak savaşan taraflar arasında olur… Barış’ın, siyasal, toplumsal ve sanatsal,
insana dair tüm süreçlerin toplamı yeni bir tasarı olduğu gerçeği, bizim
durumumuzu da belirlemektedir. Bir yandan hayatın içinde, sokaklarda işlevsel
etkinlikler yaparken öte yandan, meclisteki siyasi partilere baskı yapacak
pratikler geliştirmek durumundayız….”
Yine bu
konuda “Tekniğin olanaklarıyla yeniden üretilebildiği çağda sanat yapıtı”
isimli kitabının sonsöz bölümlerinden
yerimiz elverdiği ölçüde alıntıladığım yazıyı Ahmet Cemal’in çevirisiyle sunuyorum.
Sonsöz
Günümüz
insanlarının giderek proleterleşmesi ve kitle oluşumlarının çoğalması, aynı
olayın iki ayrı yüzünden başka bir şey değildir. Faşizm, yeni oluşan,
proleterleşmiş kitleleri, bu kitlelerin ortadan kaldırılmasını istediği
mülkiyet ilişkilerine dokunmadan örgütleme çabasındadır. Faşizm, kurtuluşunu,
kitlelerin kendilerini ifade edebilmelerini (elbet haklarını tanımaya asla
yanaşmaksızın) sağlamakta bulmaktadır. Kitlelerin mülkiyet
koşullarının değiştirilmesini isteme hakları vardır; faşizm ise bu koşulların
konserve edilişini, sözü edilen kitlelerin ifadesi kılmak peşindedir. Faşizm
kendi içinde tutarlı olarak, politik yaşamın estetize edilmesini amaçlar.
Faşizmin bir liderin kültüyle boyunduruk altına aldığı kitlelerin ırzına
geçilmesiyle, yine faşizmin kült değerlerinin üretilmesi için yararlandığı bir
aygıtın ırzına geçilmesi, birbiriyle örtüşmektedir.
Politikanın
estetize edilmesine yönelik bütün çabalar, tek bir noktada doruğuna yarar. Bu
nokta, savaştır. .. Teknik, nehirleri kanalize edecek yerde, insan selini
siperlere yöneltmekte, uçaklarından tohum atacak yerde kentlere yangın bombaları
yağdırmaktadır; gaz savaşında ise Aura 'yı yeni bir biçimde ortadan kaldırmaya
yarayan bir araç bulmuştur. ''Fiat ars, pereat mundus'' (“Sanat olsun, isterse
dünya batsın” Ç.N) diyen faşizm, tekniğin değişime uğrattığı, duyusal
algılamanın sanatsal düzlemde doyuma ulaştırılmasını, Marinetti'nin itiraf
ettiği gibi, savaştan bekler. Bu, herhalde tam anlamıyla sanat sanat içindir'in
gerçekleşmesi olmaktadır. Bir zamanlar Homeros'ta, Olimpos Dağı'ndaki
tanrıların gözünde bir tür sergi malzemesi olan İnsanlık, şimdi kendi kendisi
için bir sergi malzemesi olup çıkmıştır. Kendine yabancılaşması, ona kendi
yıkımını birinci sınıf bir estetik haz kaynağı niteliğiyle yaşatacak boyutlara
varmıştır. Faşizmin politikayı estetize
etme çabalarının vardığı nokta, İşte budur. Komünizm, buna sanatın politize
edilmesiyle yanıt verir. ..”
……………………………………………………………………………………………………..
FOTOĞRAFLAR:
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Yorumlarınızı yazarsanız yardımcı olursunuz...