Translate

Bu Blogda Ara

44- HANGİ FOTOĞRAFÇILIK, HANGİ SANATÇILIK-06 Aralık 2009


Fotoğraf: Sevil Tunç

 HANGİ FOTOĞRAFÇILIK, HANGİ SANATÇILIK

“Popüler olan ilgi çeker. Teknoloji, fotoğrafı herkes için kolay ve basitçe yapılabilir bir araç haline getirmiştir. Ama yalnızca teknik olarak, oysaki daha çok bilgi, daha çok kültürel birikim gerektiren bir alan olarak fotoğraf her zamankinden daha da zor olmuştur.”

Gün geçmiyor ki fotoğraftaki teknik gelişmelere bir yenisi eklenmesin. İcat edildiği yıllarda belki de dünyanın en zor işi fotoğrafçılıktı. Bir kimyager gibi emülsiyonu hazırlayacaksın duyarlı malzemeyi yapacaksın, bir sihirbaz gibi ellerinle filmi bir siyah örtünün içinde yerleştirip çıkaracaksın. Filmi makinaya takıp kapağını açıp hokkabazlık yapar gibi pozlandıracaksın. Bir fizikçi gibi ışığı ayarlayıp zamanlamayı sağlayacaksın.Sonrasıyla gelişen mercek ve objektif ayarlarıyla daha hassaslaşacaksın. Evet çok değil daha 180 yıl öncesinde bu işi yapanlar birer mühendis sayılırdı. Öyleki 1899 lu yıllarda Eastman Kodak ‘Siz düğmeye basın gerisini bize bırakın’ sloganı ile portatif ve fabrikasyon hizmet veren şirketlerini kurarak ticarete başlamıştı. O günlerden bu güne değişmeyen bu slogan hala geçerliliğini koruyor.
Ne oldu ? Fotoğraf kimyayı terk etti. Ne oldu? Elektronikleşti bilgisayarlaştı, yani dijitalleşti. Artık yediden yetmişe herkes fotoğrafçı. Cep telefonu alan aynı zamanda fotoğrafçı oldu. Hatta kamareman oldu. Bilmem kaç pikselli video da çekiyor…
Sanatı, zanatsal zorlukla bir tutanlara gün doğdu. Hala galerilerde ve müzelerde fotoğrafa yer vermeyen anlayış hakim. Nasıl versinler ki para kazanamıyorlar. Zaten fotoğraf lafta sanat, onların gerçeklerinde fotoğraf, sanat eseri dedikleri işlerin katalog fotoğraflarının çekilmesidir. Ya karikatür ne durumda? Bizleri güldüren eğlendirici çizimler olmaktan öte ucuz fotokopi ile bile çoğaltılan işler. Ama para kazanılan sanat dalları öyle mi? Zaten sanat galeri müze denince başta resim akla gelir. Heykel seramik ve tekstil takiptedir. Müzik zaten ne söylersen söyle sanattır.
Üretilen tek olacak resim gibi mesela. Ona para veren koleksiyonunda kimsenin sahip olmadığına sahip olacak. O isterse evine asar isterse depoda saklar kime ne? Ne o öyle bolca ve değişik ölçülerde çoğaltılabilen şeylerden sanat mı olur? Çünkü bir kişinin değil bir çok kişinin paylaşabildiği işler pratikte sanat olmaz. Ne demiş iktisatcılar ? Arz talep meselesi. Bir mal ne kadar çoksa fiyatı düşer, ne kadar az ise fiyatı artar. !...
Biraz ironi yaparak bugün kü sanat piyasasının bakış açısını sizlere sundum. Bir şey alınıp satılıyorsa maldır. Yapılanda ticarettir. Son tahlilde kapitalizmde sanat eseri bir metadır. Alınıp satılan bir maldır. Bu malı üretende sanatçıdır. Yani mal üretendir. Onu pazarlayan galericidir yani tüccardır. O zaman öyle toplum, özgürlük sanatsal yaratı filan gibi laflarla süslemeye gerek yoktur. Kapitalizmde sanatçı piyasaya uygun sanatsal mal üretendir. Boşuna burjuvazi sanatın hamisidir demiyoruz yani…
Onun içindir ki sanat böyle algılanıyorsa, sanat yapmıyorum. Sanatçı buysa sanatçı değilim diyen gerçek anlamda sanatçılara buradan bir kocaman merhaba…

Özetlersek; Hangi araçı ( fotoğraf, resim, heykel, müzik, edebiyat, sinema vs vs.) kullanırsak kullanalım. İşin teknik zorluğu yada zenaatsal yanı veya kolaylığı o işin hak ettiği ölçüde yapılmasının zorunlu alanıdır. Ne yapıldığı önemlidir, yani yaratıcılık. Bu anlamda her araçla sanat yapılır. Zenaat yani yaptığımız işin biçimsel yanıdır. Ne yaptığımız ise fikirsel , soyutlama yaptığımız alandır, yani biçime kattığımız içeriktir.
Böyle olmasına karşın ideolojik mücadele ile sanatsal yaratılarını birlikte sürdürmüş birçok sanatçıya burjuvazi sahip çıkmakta ve kullanmaktadır. Abidin Dino’yu Sabancı müzesinde, Nazım’ın kitaplarının ve yüzlerce sanatçının kitaplarının telif haklarının bankaların yayınevlerinde olması, gibi bir çok uluslar arası ve ulusal komünist-sosyalist sanatçının burjuvazi tarafından ele geçirilmesini nasıl açıklayacağız.? Son ironiyide 11. İstanbul festivalinde yaşadık. Kapitalizme karşı mücadelede sanatını silah olarak kullanan Bertold Brecht bile meze yapılarak önümüze getirildi. Bu sanatçılar işçi sınıfının sanatçılarıdır. Doğal olarak mirasları işçi sınıfınındır. Fakat hala mülkiyet ilişkisi çercevesinde sistemin hukuk normları içinde ailesinin malı durumunda değerlendiriliyor. Burjuvaziye silah olarak kullanılan eserlerin üç kuruşa sistemin miras hukuku gereği peşkeş çekilmesine gönlü razı olan aile bireyleriyle sorun çözülmeli. En iyisi sanatçıların sağlıklarında mirasçılarını reddetmeleri. Onların mirasçıları işçi sınıfıdır. Neyse konu örgütlü sanatçı olmaya geliyor. Her sanatçı örgütlü olmalı ve birikimleri örgütünün himayesinde işçi sınıfı mücadelesine kalmalıdır. Yani işçi sınıfı hem literatürüne hem sanatçısına sahip çıkacak güçtedir.Sanat ve sanatçı kavramını sosyalist literatüre göre bıkmadan usanmadan anlatmalı uygulanmasına çalışmalı. Bu alanda sosyalist, örgütlü sanatçılara iş düşmektedir. Örgütlerin bu konudaki strateji ve taktikleri önemlidir. Alt yapıdaki çalışmalar günün gelişmelerine uygun üst yapı meseleleri olan sanat alanında da forme edilmeli. Çağdaş anlamda burjuva mekanlara taş çıkartır nitelikte sergi salonlarına ve sanatsal yaratının toplumla paylaşımının sağlandığı yayınların  ( basılı – görsel ve işitsel) önemi kaçınılmazdır. Bu  olanakların sağlayacağı  ve kendisine sanatçıyım ve yaptığım iş sanattır diyen gerçek sanatçıların yolu yakın kılacağının farkında olalım.
Geçen hafta sendikaların bu konuda örnek olmasının gerekliliğine ilişkin hayalimi yazmıştım. Konuyu bu hafta biraz daha deştim. Gelin daha fazla deşelim.

Bu hafta, Fotoğraf alanında bir akademi gibi  gittikçe kurumsallaşan, Galata fotoğrafhanesinin kurucu  ve yöneticilerinden Yücel Tunca’nın görüşlerine yer veriyoruz.




Çağı daha iyi kavrama, daha güçlü donanım, 
çok daha yüksek bir sınıf bilinci.

Yücel Tunca

Fotoğrafçıları homojen bir topluluk olarak ele almak, daha başta hatalı bir kategorizasyon yaratacak. Aynı biçimde sanatçı sıfatını taşımayı tercih edenleri de... Fotoğrafı da, sanatı da (sanatsal üretim alanında kullanılan fotoğrafı da burada konumlandırarak...)  farklı kaygılarla üreten insanların olması kaçınılmaz. Politik bilinç ve hayatı okuma biçimi bu noktada belirleyici oluyor elbette. Kendini ifade etme, iletişim ve karşı duruş aracı olarak fotoğraftan ve sanattan yararlananlar, yani araç olarak bu üretimleri tercih edenler soruların asli muhatabı olarak görülmeli. Bunun dışında kalan grupların ayrım çizgileri bana kalırsa farklı bir tartışmanın gündemini oluşturabilir ancak.
Emek tabanlı örgütlenmelerin fotoğraf ve sanat ile ilişkisi öteden beri hayli sorunlu olmuş diye düşünüyorum. Üstelik tersi de, yani fotoğrafın ve sanatın emek hareketi ile ilişkisi de oldukça problemli. Burjuva sanatına ve bunun eşlikçisi fotoğraf anlayışlarına karşı güçlü çıkışlar üretilememesi ya da dönemsel çıkışların uzun soluklu olamaması suyun tersine akışını engelliyor. Toplumcu gerçekçi arayışlar belli bir dönemin ihtiyaçlarını karşılamış olsa bile, farklılaşan siyasi atmosferlere cevap oluşturmakta artık yetersiz kalıyor. Hatta tersine, reddiye düzdüğümüz iktidarların zaten başarıyla yapmakta oldukları içini boşaltma faaliyetlerine belki de farkına bile varmadan destek sağlıyor. Bu nedenle sanat ve fotoğraf, geçmişe oranla çok daha araştımacı, çok daha yenilikçi olmak durumunda. Şekle bağlı bir araştıma ve yenilikçi tutum değil elbette kastettiğim. Çağı daha iyi kavrama, daha güçlü donanım, çok daha yüksek bir sınıf bilinci. Temel sınıfsal çelişkinin değişmemiş olması, mücadele yöntem ve argümanlarının da değişmeyeceği anlamına gelmemeli. Yoksa bugün konuştuklarımızı hala konuşmaya devam etmek zorunda kalmazdık.
Sonuç olarak mesele, fotoğrafçı ya da sanatçının bir özne olarak yalnızca kendisinde düğümlenmiyor. Çünkü durumu özneye bağlayacaksak, alçakgönüllükle atılan her taşın bir kuşu ürkütmesi bu aşamada varılabilecek en iyi sonuç. Ama yetmiyor. Yetmeyecek. Özneler bir araya gelmeden, farklı bir örgütlenme modeli yaratmadan bu durum değişmeyecek. Siyasetin içtiğimiz sudan farklı bir şey olmadığını kabul ettiğimiz noktada, bu kabulde ortaklaşanların ortak bir akılda buluşmaları olasılık dahiline gelebilecek. Siyaseti uzaktaki bir binanın ikinci katındaki parti bürosunda aramaya da gerek yok. Bugün sevgilimizle, mahalledeki bakkalla, sokaktaki kedi ile ilişkimizi nasıl sürdürüyorsak, fotoğraf ve sanat aracılığıyla hayatla kurduğumuz bütünsel ilişkiyi de öyle yürütüyoruz. Sol gösterip attığımız her sağ adım neticede yine bizi tökezletiyor. Kapsayıcı, inandırıcı ve dinamik örgütlenme modelini hayata geçirene kadar, buna kafa yorduğumuz zaman dilimi içerisinde, buradan başlamak, gündelik hayatın bireysel olarak örgütlenmesinde siyasi davranmak, eldeki hiçten çok daha iyi olacak.

 Fotoğraf; Sinan Targay
  Fotoğraf; Pelin Durtaş
 Fotoğraf; Özcan Yaman



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Yorumlarınızı yazarsanız yardımcı olursunuz...