Translate

Bu Blogda Ara

56-YAŞAMDA KADINLAR-Evrensel- 7 mart2010-özcan yaman


YAŞAMDA KADINLAR

Fotoğraf: Nail Yollu      “İşçi Kadın nöbette”

Yarın Dünya Emekçi Kadınlar Günü’nün 100.yılı. Başta Tekel işçi kadınları olmak üzere
kutlu olsun. Anamız, Kızkardeşimiz ,ablamız, eşimiz,  yaşamın diğer yarısı olan kadınlar.
Çok şeyler söylenmiştir, yazılmıştır kadınlar için. Daha da söylenecektir. Yönetilen – yöneten, ezilen – ezen, her konumda yer alan kadınlar. Konuyu açarsak sayfalar dolusu yazmak gerek. En iyisi en iyi bildiğimiz işi yapalım. Bu hafta Fotoğrafçı bir kadını Dorothea Lange’yi anlatalım. Birde ismini sıkça duyduğumuz ve eserlerini referans verdiğimiz bir kadın üstadı Susan Sontag’ı analım istedim.  

Fotoğraf tarihine geçmiş birçok kadın fotoğrafçı vardır. Bunlardan biri olan
TİNA MODOTTİ ‘yi (Fotoğraf sanatçısı, işçi, devrimci ve kadın) başlığı ile geçen yıl yazmıştım.
 Bu hafta
yaşadığı dönemi sınıfsal bir gözle sorgulayan belgesel fotoğrafçı
DOROTHEA LANGE’yi anlatmak istedim.
 26 Mayıs 1895 tarihinde Amerika New Jersey’de doğdu. 11 Ekim 1965 tarihinde, Museum of Modern Art’da büyük retrospektif sergisinin açılışından hemen önce New York'ta öldü.Biyografisini incelediğimizde, inatçı ve inançlı direngen yapısını görürüz. Onu büyük yapan da bu olsa gerek. 1929 Amerikan’ın büyük buhranından, mülteci fotoğraflarına, Göçmenlerden, işçilerden, kadın ve çocuklara kadar sosyal belgesel fotoğraf alanında söyleyeceklerini fotoğrafın diliyle söyleyen bir fotoğrafçı, bir sanatçıdır Dorothea.
 Fotoğrafları müzeler tarafından korumaya alınmış, Lokal konuları belgeleyerek toplamda bir bütün oluşturmuştur. Fotoğraf albümleri üst üste toplandığında yaşadığı dönemin sorunlarının parça-bütün ilişkisi üzerinden belgelendiği görülmektedir. Sağlam kompozisyonları ve kadrajlama ile fotoğraflarını yaptığını görmekteyiz. Dorothea fotoğrafın toplumsal işlevini çektiği binlerce kare ile ortaya koymuştur. Fotoğraflarında yalnızca sorunları değil, bu sorunları yaratan nedenleri ve bu nedenleri ortadan kaldıracak ışığı bize göstermektedir. Fotoğrafın bir çok alanında aynı başarıyı göstermiştir. Portre den, manzaraya-Enstantene’den, basın fotoğrafçılığına bu başarıyı göstermiştir.
Fotoğrafla özdeşleşmiş bir yaşamla mücadelesini kalıcılaştırmış bir sanatçı-fotoğrafçı olan Dorothea Lange’yi 8 mart’ın 100. yılında sevgi ile anıyorum. Meraklıları daha geniş bilgiyi internet ortamından edinebilir ve fotoğraflarını izleyebilir…


 


















 Hayat ve sanatın içinden bir kadın, bir akademisyen
SUSAN SONTAG
Susan Sontag ismini duymayan kalmamıştır herhalde. “Başkalarının acısına bakmak,” ve “Fotoğraf üzerine” isimli kitaplarıyla başta fotoğrafçılar olmak üzere bir çok kişi tarafından referans verilen bir kadın akademisyen  olarak hayata bakışın felsefesini sunmuştur. Susan Sontag, 1933 yılında New York'da doğdu. Tucson (Arizona) ve Los Angeles'da (Kaliforniya) büyüdü, henüz on beş yaşındayken Berkeley Üniversitesi'ne kabul edildi. Bir yıl sonra Chicago Üniversitesi'ne geçen Sontag, 1951 yılında mezun olduktan sonra, eğitimini Harvard'da doktora yaparak sürdürdü.
Daha sonra çeşitli Amerikan üniversitelerinde okutmanlık yaptı. 1960'lı yıllarda, New York Review of Books, Atlantic Monthly, Nations ve Harper's gibi dergilere yazılar yazdı. Roman yazmaya da gene 60'lı yıllarda başladı; ilk romanı The benefactor'dur. Sontag'ın ikinci romanı Death Kit, yaşam, ölüm ve bu ikisinin ilişkisi üzerine kabusu andıran bir çalışmadır. Sontag'ın kısa öyküleri Ben Vesaire adıyla 1977 yılında yayınlandı. Yazarın 1992 yılında yayınladığı üçüncü romanı Yanardağ Sevgilim, uzun süre en çok okunan kitaplar listesinde kaldı. Öykü 18. yüzyılda geçer. İki ayrı olaydan, elli altı yaşındaki Büyükelçi Sir Willian Hamilton ile yirmi yaşındaki karısı Lady Emma Hamilton'un yaşadıkları dramdan ve o dönemin bir savaş kahramanı olan Lord Nelson'un Napolyon karşısında zafer kazanmasına rağmen bir kadın karşısında yenilgiye uğramasından esinlenilerek yazılmıştır. Eser aynı zamanda devrimi, o dönemde yaşayan kadınların durumunu ve 18. yüzyıl sonlarında yaşayan İngilizlerin içinde bulundukları koşulları anlatır.
Yazarın son romanı In America gerçek bir yaşamöyküsünün üzerine kurulmuştur; bir kadının değişimin öyküsünü anlatır. Baş kahraman Maryna Zalewska bir oyuncudur. 1876 yılında ailesi ve bir grup Polonyalıyla birlikte "ütopik" bir toplum bulmak amacıyla Kaliforniya'ya gelir. Bu hayalleri yıkılınca başarıyla sahnelerdeki yerini alır.
Susan Sontag, romanlarının dışında, kamp yaşamı, pornografik edebiyat, faşist estetik, fotoğrafçılık, AIDS, devrim gibi birbirinden son derece farklı konular üzerine yazdığı ilginç denemelerle de tanınır.
Son yıllarda ağırlığını fotoğrafçılığa, senaristliğe ve film yönetmenliğine vermiştir. 28 Aralık 2004 tarihinde Newyork'da öldü.

Aşağıda Susan Sontag’ın Borges Defterinde yayınlanmış, bu gün aydın ve sanatçı sorumluluğunun ne anlam ifade ettiğini anlatan değerli yazısını birlikte okuyalım.

AYDIN VE SANATÇI OLMAK !
Kuşkusuz, çoğunluğa kıyasla daha çok aydınlardan adaletsizliğe karşı koyma, kurbanları savunma, egemen otoriter düzene meydan okuma beklentisinden söz edilir her yerde. Aydınların çoğu konformisttir—o kadar ki adaletsiz savaşların sürdürülmesini savunurlar—ama onlar, ancak okumuş kesimin büyük bir bölüğü kadar konformisttir. Aydınları iyi bir isimle – örneğin "ortalık karıştırıcı" ya da "vicdanın sesleri"-- anan insanların sayısı her vakit çok az olmuştur.
Sorumluluk içinde taraf tutan, ve kendilerini inandıkları çizgiye adayan ( bu dilekçe yazmaya benzemez) aydınların sayısı, kamusal alanda görev alarak bilinçsizlik veya utanmaz bir cehalet içinde olan aydınlara göre çok daha azdır: Her André Gide veya George Orwell veya Norberto Bobbio veya Andrei Shakhalov veya Adam Michnik'karşı, on tane Romaine Roland veya Ilya Ehrengburg veya Jean Baudrillard veya Peter Handeke vs ve vs mevcut.Ama bu başka türlü de olabilir miydi?
Aydınlar, milliyetçilik ve dincilik dahil her yöne doğru eğilim gösterebilirler, gene de ben itiraf edeyim, bu türün sekülar, kozmopoliten, aşiret-karşıtı bölüğüne ait biriyim. "Radikal Aydın" bana örnek bir düstur gibi geliyor. Aydın derken ben "serbest" aydını kastediyorum: İş, teknik, ya da sanatsal uzmanlığının ötesinde düşünce alanında çalışmaya, denemeye girişen (ve böylece bu alanı zımnen savunan) bir kişi.Bir uzman da aydın olabilir. Ama bir aydın hiç bir zaman sadece bir uzman değildir. Bir kişi, söyleminde belli ölçülerde taşıdığı (veya taşıması gerektiği) dürüstlük ve sorumluluğu için aydındır. Aydınların vazgeçilmez özelliklerinden biridir bu: Araçsal ve konformist olmayan bir söylem nosyonu.
Entelektüel iradenin ahlakî görevi her zaman karmaşıktır, çünkü birden çok "en yüce" değer bulunmaktadır, ve içinde, koşulsuz iyi olan şeylerin hakkı tümüyle teslim edilemeyen somut durumlar vardır—Bu durumda, doğrusu, bu değerlerin ikisi biribirine ters düşebilir. Örneğin, hakikati anlamak, adalet uğruna mücadele vermeyi kolaylaştırmaz. Ve kimi zaman adaleti gerçekleştirmek için hakikati örtbas etmek gerekebilir. İkisi arasında seçim yapmak zorunda kalmamayı umabiliriz.
Ama hakikat ve adalet arasında seçim yapmak gerekiyorsa –ki, ne yazık, bazan öyledir— bana öyle geliyor ki bir aydın hakikatten yana seçimini kullanmalıdır.
Bunu, aydınların çoğunun, en iyi niyetlilerinin bile, yaptığı söylenemez. İstisnasız, aydınlar amaçlarını sıralamaya koyulduklarında, bütün karmaşıklığıyla, üzerinden en çabuk geçiştirdikleri şey hakikat olur.
Uğruna yürüyüş yapmadan veya birşeyi imzalamadan önce uyulması gereken kural: Dayanışma gücünüz ne olursa olsun, orada bulunup birinci elden deneyimlemediğiniz, ve hakkında konuşmakta olduğunuz ülke, savaş, adaletsizlik ve diğer koşulların zemininde belli bir zaman harcamadığınız taktirde, her hangi bir kamu oyuna karşı bir hakkınız yok.
Aydınların küstahlığı konusu üzerine
—Bu safdillikten de kötü birşey— Kamusal mevkide bulunan ve hakkında somut birşey bilmedikleri ülkelere ilişkin kolektif eylemleri uygun bulan çoğu aydının küstahlığı hakkında XX.yüzyılın en çok kabul gören aydınların biri olan Bertolt Brecht kadar kimse daha iyisini dile getirmemiştir (O, kuşkusuz, nereden konuştuğunu çok iyi biliyordu): Yürüyüş zamanı gelince çoğu kişi bilmez Düşmanlarının, kafalarında yürüyüş yaptığını. Onlara emir veren ses Düşmanın sesidir, ve Düşmandan söz eden kişi Düşmanın tâ kendisidir.

(Defter arşivi//{çeviren: Hamid Farazande}
















Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Yorumlarınızı yazarsanız yardımcı olursunuz...