Zenit’le başlayan fotoğrafçılığım
Çatalca yetiştirme yurdunda, 1975-76 yıllarıydı. Boynunda fotoğraf makinesi bir arkadaş parayla fotoğraf çekiyor. Biz de çektirdik. Merak bu ya, arkadaşa “Şunun deliğinden bir bakayım“ dedim. “Olmaz, makine sallanınca bozuluyor“ (Belki de düşük estantenedeflu çıkar demek istemişti de ben anlamamıştım) deyince gurur yaptım. Okulların tatil olmasını bekledim. Yaz tatili oldu, Balat’ta ayakkabıcı Nuri amcanın yanında çıraklığa başladım. 2-3 ay çalıştım. Paramı biriktirip doğru Sirkeci’de bir fotoğrafçı dükkanına gittim. Dükkan sahibine bu kadar param var. Fotoğraf makinesi almak istiyorum dedim. Dükkan sahibi ‘ucuz ve kaliteli’ diyerek fotoğraf makinesini önüme koydu. İşte o zaman tanıştım ZENIT-E ile... 2 tane Or-wo siyah beyaz film aldım. Dükkan sahibi birini makineye taktı bana “Güneşli havada 125 e 11 yap, gölgede 30 ‘a 5.6 yap şurasına bas film bitmeden kapağını açma” demişti. Dükkandan çıkarken yaşadığım heyecanı unutamam...
Sirkeci’den Balat’a yürüyerek giderken önüme ne gelirse çektim. O zamanlar sebze hali Unkapanı’ndaydı. Hamalları, insanları, kedilerı çekip durdum. Eve vardığımda film bitmişti. Heyecanla odaya girdim, perdeleri kapattım ve yorganın altına girip makinenin kapağını açtım, filmi çıkardım. Film gri renkte bir şerit ama çektiklerim yoktu. Üzüldüm. Herhalde fotoğrafçı bayat film sattı diye de bozuldum. Hemen filmleri makineyi alıp mahallenin stüdyo fotoğrafçısına gittim. Adama yaşadıklarımı anlatınca uzun bir süre gözlerinden yaşlar akana kadar güldüğünü hatırlıyorum. Sonra “Oğlum sen meraklı bir çocuğa benziyorsun. Bu film yanmış” dedi. Nasıl yani? “Filmi ışığa göstermeyeceksin. Çektikten sonra bu düğmeye basıp geri saracaksın, karanlık odada kutusundan çıkartıp yıkayacaksın, yoksa banyo yapılmadan film yanar. “ Vay bee ... Sonra elime makineyi verdi “Bu filmi şimdi sen tak, git çek, film bitince buraya gel birlikte banyo edelim, sakın çıkarma” dedi. Şu banyo ne meret şeymiş diye yine kedi, köpek, sokak çeke çeke filmi bitirip hemen stüdyoya koştum. Fotoğrafçı şaşırdı ‘Ne çabuk filmi bitirdin’ dedi. Gülüştük.
Filmlerle karanlık odaya girdik. Fotoğrafçı sigarasını kenara koydu, bana banyo küvetlerini gösterdi. Bu birinci banyo, bu ikinci banyo vs... Işıkları kapattı. Şakır şukur su sesinden başka bir şey gözükmüyordu. Çok heyecanlandım. Fotoğrafçı bir ara sigaradan bir nefes çekince ortalık kırmızı bir loşluğa döndü ve karardı. “Daha olmamış” dedi. Şaşırdım. Ortalık kesik bir şekilde kokuyor neyse bir nefes daha çekti sigaradan “tamam” dedi. Biraz sonra ışığı açtı. Bana filmi nasıl banyo yaptığını göstererek anlatırken bir yandan da ikinci banyoda filmi ileri geri sarıp duruyordu. Sonra filmi su dolu büyük küvette yıkadıktan sonra mandalla astı. “Yarın gel nasıl basıldığını da öğreteyim” dedi.
Demek ki film yıkamak için sigara içmek gerekiyor(!) diyerek ablama yaşadıklarımı anlatmaya koştum. Velhasıl yurda dönmeden makineyi kullanmayı, filmi yıkamayı öğrenmiş, bir de üstüne HISLON marka saat bile almıştım. Yurtta ben de başladım fotoğrafçılığa. Fotoğrafları çekip Çatalca’da bir stüdyoda bastırıyor ve satıyordum. Artık fotoğrafçıydım.
Lise’ye Haydarpaşa lisesinde parasız yatılı başlayınca soluğu fotoğrafçılık kolunda aldım. Birinci sınıf bitti, kayıt yenilemeye gittiğimde İstanbul dışında bir yatılı okula göndereceklerini söylediler. İtiraz ettim, çıkışımı aldım. Yaşım dolduğu için de yurttan da ayrıldım. Kardeşimle birlikte (O da Kabataş Erkek Lisesi’nde parasız yatılı okuyordu. Birinci sınıftan ayrıldı.) Sarıyer Çayırbaşı’nda annemle birlikte yaşamaya başladık. (O sıralar en küçüğümüz olan Hüso’da Bozhane yetiştirme yurdunda kalıyordu. ) Annem Tekel kibrit fabrikasında işçiydi.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Yorumlarınızı yazarsanız yardımcı olursunuz...