Translate

Bu Blogda Ara

466-MUSA ANTER ÖDÜLLERİ VE BASIN FOTOĞRAFLARI-Özcan Yaman-Evrensel-20 eylül 2019




Foto: Sedat Suna

MUSA ANTER ÖDÜLLERİ VE BASIN FOTOĞRAFLARI

Bu yılın Musa Anter Gazetecilik Ödülleri Açıklandı. Bende jüri üyesi olarak bu anlamlı görev almanın sorumluluğu ile katıldım. Fotoğraf dalında gelen fotoğraflar arasında iki fotoğraf birbirini tamamlıyordu. Sonunda 2 iki fotoğraf jürinin önünde kaldı.Bize de  ödülü paylaştırmak kaldı.
Basından okumuşsunuzdur. Ya da okursunuz. Fotoğraf dalında Rojda Aydın ile Sedat suna değer görüldü. Rojda’nın fotoğrafı görece özerkliğin, dokunulmazlığın ironik yansımasıydı. Tek başına bir kadının (HDP Milletvekili Ebru Günay) direnişini olabildiğince geniş olarak gösteren fotoğraftı. Baskıya zulme ve yaşananlara bir karşı koyuş. ‘’Bu dokunulmazlık zırhını siz verdiniz, bende kullanıyorum’’ der gibi. Bu polis ablukası bu kadına niye dokunamıyor? Diye sorar gibi. Bu yılın üst başlığı Kayyum olabilirdi. Gelecekte kayyumlara karşı direnenlerde vardı, bazıları da milletvekiliydi der gibi. Bir yanıyla da ‘’erkin güç gösterisinin’’ fotoğrafı. Rojda’ya ellerine gözüne sağlık derken, gelelim Sedat Suna’nın fotoğrafına. Sedat benim baş belam. Deneyimli bir fotomuhabir. Dolayısı ile fotoğraflarına yorum yazmadan geçemiyorum. Yıllar önce Sedat Suna’nın Bilal Erdoğan’lı bir fotoğrafı üzerine yazdığım ‘’Fotomuhabiri ile fotoğrafçı arasındaki fark’’ isimli yazım yüzünden davalık oldum.  Umarım bu yazım nedeniyle aynı akıbete uğramamJ)
Sedat Suna toplumsal olay, eylem orada olan uluslar arası bir fotomuhabir. Onu gezi direniş yıllarında alanda tanıdım. Çektiği fotoğraflar haber/basın fotoğrafçılığının detaylarında büyük fotoğrafı gösteren ironi ağırlıklı fotoğraflardır. Çekenin kim olduğunu gördüğüm fotoğraf oylama sonunda Sedat’ın çıkınca anlamıştım zaten dedim. 25 kasım 2018 tarihinde ‘’kadına karşı şidete karşı yürüyüş’’ ten bir kareydi. Erk’in temsilcisi bir kadın polis ve kadınlar ölmesin diyen bir kadının eli. Burada Ruhi Su’nunun türküsünde söylediği ‘’Ağaç demiş ki baltaya ‘’Sen beni kesemezdin ama / Ne yapayım ki sapın benden / Bak şu ağacın bilincine sen / Ölen ben, öldüren benden...’’ sözlerinin fotoğrafı karşıma çıkıyordu. Polis miğferi altında makyajı akmış zavallı bir kadın direnen ojeli tırnakları ve dövmesi ile ‘’geçit yok’’ diyen bir kadın eli. Evet çok detay ama çok şey anlatan bir fotoğraf.
Şimdi Rojda ile Sedat’ın fotoğrafını yan yana koyun. Toplam sonuç, sizler zavallısınız demiyor mu? Erk’in karşısında karşı koyuşun bu iki fotoğrafı bence bu Musa Anter ödüllerine yakışır iki fotoğraf. Sedaty Suna’yı da kutlarken başarılarının devamını diliyorum.
Günümüzde iki gazetecilik ödülü geleceğe damga vuracak. Biri Göktepe Gazetecilik Ödülleri diğeri Musa Anter Gazetecilik Ödülleri. Gelecekte ülkenin geçmişi araştıranlar bu iki alanın sonuçlarını görerek ülke gerçekliğini tahlil edebilecekler. Kayyumsuz, baskısız, şiddetsiz barış içinde bir ülke olma dileğiyle derken, genç fotomuhabiri arkadaşların mutluluğun kardeşliğin ve barışın  fotoğraflarını çekebilecekleri günleri de fotoğrafladıkları yıllarda buluşmak üzere ....
Foto: Rojda Aydın 

465- ANKARA KATLİAMI VE DAVUTOĞLU- 14 eylül 2019-evrensel-öZCAN yAMAN



    


 ANKARA KATLİAMI VE DAVUTOĞLU


Önümüzdeki ay Ankara Katliamı’nın 4. yılı dolacak. Eski Başbakan Ahmet Davutoğlu ağustos ayında “Terörle mücadele defterlerini açıklarsam insan yüzüne çıkamazlar” diye açıklama yaptı, kamuoyu başta Suruç ve 10 Ekim Derneği olmak üzere “Davutoğlu bildiklerini açıkla” çağrısı yaptı. Bugüne kadar bir açıklama yok. Savcılar yok, Meclis komisyonları yok. Zaten böyle bir katliam da yok, basit bir terör olayı var(!)
Bizler katliamda rolü, bilgisi, ilgisi olan kişi ve kurumların yargı önüne çıkarılmalarını, sorgulanmalarını en azından ifade vermelerini istedik. Hakikat ortaya çıksın istedik. Israrla davayı devletten uzaklaştırdılar. 5-10 piyonu öne sürüp insanlığa karşı işlenen suçu basit bir terör olayı diye örtmeye çalıştılar.  Şimdi eski bir başbakan çıkmış ‘... Açıklarsam yer yerinden oynar’ diyor.
Davutoğlu bildiklerini açıklayamaz. Yöneticilerin yalan söylemelerinin önüne cezai yasalar konmadıkça, gerçekleri tahribat sürecektir. Başbakan, bakan konumundaki kişilerin yalanları açığa çıkınca yargılanmalılar... Ben yalan söylediği açığa çıkan bir devlet yöneticisinin yargılandığını görmedim, duymadım. Bu nasıl adalet.
Katliamın hemen sonrasında ben dahil birçok kişi ve kurum bir sürü belge sunduk. Dedik ki ‘O gün basın açıklaması yapan üç bakan ve üstüne başbakan, olayı çarpıtacak açıklamalar yaptılar. Hatırlatayım;
Ankara’da basın açıklaması yapan üç bakan yalan söyledi. Ambulansların on dakika içinde olay yerine intikal ettiğini söylediler, oysa yarım saat sonra geldi. Ambulanslardan önce Akrepler alana girdi. Gaz bombaları attı. İçişleri Bakanı Selami Altınok, Sağlık Bakanı Mehmet Müezzinoğlu ve Adalet Bakanı Kenan İpek.  Üstelik Altınok’a ‘İstifa edip etmeyeceği’ sorusu Adalet Bakanı Kenan İpek’i güldürmüştü. Peki Sayın Davutoğlu’na ne demeli? Dışişleri Bakanlığı zamanında IŞİD ve cihatçı örgütleri ‘Ateşli bir avuç öfkeli gençler’ diyerek mazur görmeler.
10 Ekim Derneğinin ve 10 Ekim avukatlarının ‘Davutoğlu’nu bildiklerini açıklamaya çağıran’ basın açıklamasının aşağıdaki bölümü yüzleşmeye ve vicdana çağrı olarak da okunabilir.
Ahmet Davutoğlu’na ve iktidara seslenildiği belirtilen açıklamada, “Ülkemiz sizin iktidar döneminizde tarihin en kanlı cihatçı çetesinin geçiş yolu haline getirilmiş, IŞİD militanlarının ellerini kollarını sallayarak dolaşabildiği, hatta bazı bölgelerde kimlik kontrolü yaptığı, istediği gibi örgütlenebildiği, yargı süreçlerinden kolaylıkla sıyrılabildiği konforlu bir alana dönüştürülmüştür. Dışişleri bakanlığınız döneminde ‘öfkeli gençler’ dediğiniz IŞİD çetecileri öfkesini her nedense Türkiye’nin muhalif kesimlerine kusmuş yaptığı kıyımlar sizin tabirinizle ‘Oylarınızı arttırarak’ partinizin 1 Kasım’da yeniden tek başına iktidar olmasına büyük katkıda bulunmuştur. Bu katliamların ve saldırıların araştırılması için Mecliste verilen önergeler iktidarınız döneminde reddedilmiş, yargı süreçleri etkin bir şekilde yürütülmeyerek yeni katliamlara yol açılmıştır. Davutoğlu’na soruyoruz. 1 Kasım seçimleri öncesinde yaptığınız Van mitinginde ‘AK Parti iktidardan indirilirse sokaklarda terör çeteleri dolaşacak’ cümlenizdeki terör çeteleri bizi Amed’de Suruç’ta Ankara’da öldüren çeteler midir?” ...
Davutoğlu bu dönemden üzüntü ile bahsetmiyor. Katliamlar oldu çok üzgünüm ben bu dönemin hesabını vermek istiyorum demiyor. 7 Haziran- 1 Kasım arasında ne pahasına olursa olsun iktidarı sağladım, bu yüzden benimle gurur duymalısınız diyor. AKP içindeki kendi siyasi manevrasına, çıkar ortamına yer ve olanak sağlamaya çalışıyor. Kimse bizim acılarımızı ve yerine gelmeyen adaleti kendi çıkarları için kullanmasın. Buna asla izin vermeyeceğiz. Eğer Davutoğlu bu döneme ilişkin hesap vermek istiyorsa buyursun gelsin. 21 Kasım’da Ankara 4’üncü Ağır Ceza Mahkemesinde bizim duruşmamız devam edecek. Çünkü biz hâlâ adalet diyoruz. 10 Ekim, Suruç, Diyarbakır ve o dönemki bütün katliamların siyasal bağlantısı vardır. 1 Kasım seçimlerini kazanmak pahasına bu katliamlar gerçekleştirilmiştir. Davada başından beri gerçek sorumluları yargılayın sözlerimizi bir kez daha söylüyoruz ve mücadele etmeye devam edeceğiz.”
Evet Davutoğlu bildiklerini açıklayamaz. O üç bakan doğruyu söyleyemez. Devlette süreklilik esastır. Ve devletlerin iki yüzü vardır. Bir görünen yüzleri ki biz onları böyle algılıyoruz. Bir de görünmeyen yüzleri ki adalet ve hakikat o yüzlerin açığa çıkarılmasına dayanır. Görünmeyen yüzleri ‘derin devlet’ olarak aynı amaca hizmet eder. Belki vicdanları yatağa düştüklerinde rahatsız etmeye başlarsa genç bir gazetecisine gerçeği açıklayarak inandıkları Tanrıdan af dileyebilirler.
Dersim katliamı konusunda İ. Sabri Çağlayangil’in 1986 yılında itirafları gibi, 6 Eylül 1955 olayları gibi. O gün saat 13.00’te devlet radyosu Selanik’te Atatürk’ün evinin bir bomba ile patlatıldığı haberini verdi. İstanbul Ekspres gazetesi akşam baskısına haberin detaylarını(!) yetiştirdi. Selanik’teki bombanın Atatürk’ün doğduğu evin bahçesinde patladığı söyleniyordu... 2005 yılında Tarih Vakfı, Fahri Çoker’in 6-7 Eylül Olayları fotoğraflarını ve belgeleri kamuoyuna açıkladı. Tümamiral olarak emekli olan Fahri Çoker’in 6-7 Eylül olaylarıyla ilgili soruşturma ve mahkeme sürecinde albay rütbesiyle Beyoğlu Bölgesi Sıkıyönetim Mahkemesi Başhakimliği ve Güvenlik Danışmanlığı görevini yürüttüğünü hatırlatalım. Çoker, arşivi ölümünden sonra kullanılmak üzere Tarih Vakfına bağışlamıştı. Olaylar değişse de sonuç değişmiyor. Hakikat er geç ortaya çıkıyor ama adalet yerini ‘Geçmiş olsun’a bırakıyor.
Bizler resmi tarihe karşı kendi tarihimizi ‘gayriresmi’ tarihi yazarak hakikati arıyoruz. O yüzden muhalifiz, karşıyız. Adalet ve vicdan duygularını şan, şöhret, para, makam, mevki nemalanmalarından arındırmayanlar açıklama yapamazlar. Hele Davutoğlu bu açıklamayı hiç yapamaz. Ancak güçlü bir özgürlük ve demokrasi mücadelesi muktedirlerin sonunu getirdiğinde bu katliamlarda rolleri olanlar, gerçek manada yargılanacaklar.











464-ÇIĞLIK ÇIĞLIĞA-Evrensel-30 ağustos 2019-Özcan Yaman






ÇIĞLIK ÇIĞLIĞA
Kentsel bölüşüm, Orman yangınları, Kuzey ormanları, Kaz dağları, Amazon orman yangınları, Caretta carettalar, Pet şişeler, Denizlerin kirlenmesi, Çevre felaketleri, Yalan, dolan, tüketim, kar hırsı insan eliyle doğanın katli.
Ne zaman bu konularda dertlensem aklıma Edvard Munch’un ‘’Çığlık’’ tablosu gelir. Bir insanın doğa karşısında acizliğini anlatan bir resim. Ekoloji ve fotoğraf ile ilgili bir sergiye davet edildiğimde aynı duyguları yine yaşadım. Mersin’de bulunan arkadaşlarımın çağrısıyla katıldığım ‘’Tabiatın Çağrısı’’ isimli karma fotoğraf sergisi bu gün içinde bulunduğumuz ekolojik talana karşı bir sergi olarak hazırlandı.

TABİATIN ÇIĞLIĞI’NI DUYUN!
Caretta Caretta Sanat Galerisi Adına Adil Okay, Yasemin Arslantaş, Tülin Şahin  Okay’ın kaleme aldığı ve benimde katıldığım sergi metni diyor ki;
‘’Sergimizi başta Aysin ve Ali Ulvi Büyüknohutçu çifti olmak üzere, son on yılda dünyanın birçok yerinde ekolojik talana, iklim krizine karşı mücadele ederken öldürülen binden fazla çevreciye ithaf ediyoruz.
Ekosistemin dünyada ve ülkemizde insan eliyle bozulması, devletin ve siyasi iktidarların kâr daha çok kâr için doğayı yağmalayan özel şirketlere göz yumması sonucu yaşam alanlarımız daralıyor. Özellikle son çeyrek yüzyılda dünyada ve ülkemizde yöneticiler, ekolojik ve sosyal talana karşı timsah gözyaşları dökmekte ve sözde çözüm aramaktadır. Küresel tükeniş doğal bir süreç olarak gösterilmekte, bir kaç günah keçisi bulunup suçun büyük kısmı onların üzerine atılmaktadır. “Çevre suçu” işleyen şirketler değil, onları teşhir eden çevreciler yargılanmaktadır. Bu gün neoliberal politikaların hızlandırdığı yıkım; “her yıl yok olan binlerce canlı türüyle, atmosfere karışan 22 milyar ton karbon gazıyla, atmosferin ısınması sonucu dünya nüfusunun yüzde 30’unun karşı karşıya kaldığı yaşam tehlikesi ile, su rezervlerinin yüzde 67 azalmış olması ile, her yıl yok olan 10-15 milyon hektar orman alanı ile, her yıl çölleşen milyonlarca hektar toprak ile ifade edilmektedir.’’
Duyarlı insanlar, sanatçılar, bilim insanları bu yıkıma karşı ses çıkarmalıdır. Burada sorun sadece sokağa, denize, sahile çöp atan insanlar değildir, o da önemli bir tahribat yaratmakla beraber onların verdiği zararın katlarcasını zehirli atıklarını – çöplerini denizlere, göllere, nehirlere döken, toprağa gömen fabrikalar, troller, yük gemileri, HES’ler, JES’ler, denetimsiz maden arama faaliyetleri ve nükleer santraller gerçekleştirmektedir. Bu tahribatta silah denemelerinin ve savaşların da rolü büyüktür.
Sadece kâr amaçlı enerji ile meta üretimi, betonlaşma, bilinçsiz yol yapımı, santrallerin inşası, dışarıdan çöp ithali ve tabi bunların doğal sonucu olan karbon salımı devam ederse çocuklarımıza miras olarak çöl bırakacağız. Bu gidişe “dur” diyen her çaba kıymetli olsa bile, “yeşille göz boyama (greenwashing) değil”, gerçek bir çevre politikasına ihtiyaç vardır. Talanı frenleme önemli olmakla beraber, daha radikal sistem değişikliğini, üretim, tüketim, bölüşüm biçimini yeniden düşünmek, sorgulamak gerekmektedir.
16 fotoğrafçı bir araya gelerek, Caretta Caretta Sanat Galerisi’nde açtığımız “Tabiata saygı” temalı bu sergi ile bu konuda düşünmeye ve harekete geçmeye davet ediyoruz.’’
SERGİDE ESERLERİ YER ALAN FOTOĞRAFÇILAR
Abidin Yağmur, Adil Okay, Ali Osman Abalı, Ali Ziya Çamur, Derya Narlı,
Fevziye Yürek, Ful Uğurhan, Hakan Ottaş, Hatice Ataç, Köksal Şahin,
Özcan Yaman, Özgecan Aşlamacı, Servet Üstün Akbaba, Tülin Şahin Okay, Yasemin Arslantaş, Yılmaz Kilim.
Caretta Caretta Sanat Galerisi
31 Ağustos-8 Eylül 2019 tarihleri arası sergi görülebilir.
Açılış: 31 Ağustos 2019 Cumartesi saat: 18.00
Yer: Caretta Caretta Sanat Galerisi. Balkaroğlu sitesi. Davultepe / Mersin


Edvard Munch 

463-Gazetecilik, basın, medya üzerine güncelleme...EVRENSEL-ÖZCAN YAMAN 23 AĞUSTOS 2019

Gazetecilik, basın, medya üzerine güncelleme...

“... Ekmek her gün gerekliyse nasıl,
adalet de gerekli her gün,
hem o günde birçok kez gerekli.”
Halkın Ekmeği, Bertolt Brecht
Yıllardır sıkça duyduğumuz gazetecilik, basın, medya kelimeleri artık beraberinde akla sansür, baskı, yandaşlık ve havuz kelimelerini de getiriyor. Aynen belediye deyince kayyumu çağrıştırması gibi. Bir de hamasi slogan olmuş nutukları unutmayalım: Basın hürdür, sansür edilemez! Basın dördüncü kuvvettir!
Eskiden gazetecileri muhabir (Haber yazan), foto muhabir (Haberi görüntü ile anlatan) olmak üzere ikiye ayırırdık. Teknolojinin gelişmesiyle TV’ler eklenince bir de kameramanlar çıktı. Turizm, inşaat, banka vb. alanlarda olan büyük şirketlerin TV’lere el atmaları ve gazetelerle birleştirerek hegemonya kurmaları -internet de onlarsız olmaz tabii- medya diye adlandırdığımız son yılların modasını yarattı. Medyada gazeteciler (muhabir, foto muhabir, kameraman) tek kişide birleştirildi. Böylece üç gazetecinin yapacağı iş bir gazeteciye yüklendi. Foto muhabirlik Ara Güler’in tatlı nostaljilerine gönderme yapar hale getirildi. Artık iletişim ve gazetecilik mezunları asgari ya da daha az maaşla hem haber yazacak, hem fotoğraf çekecek hem de video çekerek TV sosyal medyalara malzeme sağlayacak kişiler olacaklar. Aslında oldular. Teknoloji biçimsel olarak buna olanak sağlarken, kalite ve içerik doğal olarak çöktü. Gerçekler maniple edilerek, sermayenin ve iktidarın talimatlarının duyuru alanına dönüştürüldü. Yakında sanal gazetecilerle (yapay zekalı) bu işleri halledecekler. İşin uzmanlık alanları mekanikleştirildi. Ne uğruna? Ucuz iş gücü ve haberleri denetim altında tutma uğruna...
Gelelim sarı basın kartlarına (Gerçi artık turkuaz olmuşlar ya). Dünkü Evrensel’de manşetten haber vardı. Büyük/yandaş medya devi falan olmak yetmemiş. Halkın haber alma, öğrenme hakkını, (Yukarda saydığım bozulmalara tüm zorluklara karşın) inatla sürdüren, gerçek gazeteciliği bin bir zorlukla yapmaya çalışan muhalif basına bir darbe daha siyasal amaçlı tasarrufla vurulmaya çalışılıyor. Detaylarını Evrensel’in internet sitesinden okursunuz. Yargı-yasama-yürütme zaten birleşmişti. Şimdi de üstüne basını koydular. Kuvvetler ayrılığı falan hikaye anlayacağınız. İleri demokrasi buysa gerisi kim bilir nasıl olurdu dedirtiyor.
Herkesin foto muhabir/kameraman olduğu günler yaşıyoruz. Nerede bir olay olsa, vatandaş muhabirler imdada koşuyor. Slogan da şu; yolla medyamızın WhatsApp hattına ol gazeteci. Bak ne kadar kolay (!) Sarı/turkuaz karta da lüzum yok. Medya WhatsApp görevlisi görüntülere güzel haberler yazar, süsler püsler. Zaten çekmemeniz gereken görüntüler varsa önlemleri alınmıştır. Ama yine de çekenler olur da muhalif kanallara ulaşırsa o zaman da vatan, millet, terör falan internet sansürüyle itinayla sorun çözülür. 21. yüzyıl Türkiye’si böyle ileri demokrasiyi yaşıyor.
Bol retorik, bol manipülasyon işte gazetecilik, işte basın, işte medya güncellemesi.
https://www.evrensel.net/yazi/84593/gazetecilik-basin-medya-uzerine-guncelleme

462-Fotoğraf bölümüne girsem mi?-evrensel-özcan yaman-16 Ağustos 2019

Fotoğraf bölümüne girsem mi?

Eylül ayında birçok genç büyük umutlarla üniversitelere girecek. Bir bölümü güzel sanatlar fakültelerine girmenin heyecanını duyuyor. Fotoğrafla ilgili olanlar da fotoğraf bölümüne girmek isteyecek. Kimi yetenek kurslarında kimi fotoğraf çekmeyi öğrenmeye çalışarak bu süreci atlatmaya çalışıyor. Hayaller, umutlar ve geleceksizlik...
Artık neredeyse her ilçede bir üniversite var. İki oda bir salon ve tuhaf isimli birçok üniversite büyük reklamlarla en iyisi olduğunu söylüyor.
Yoksul ailelerin tercihi mühendislik, mimarlık ve tıp... gibi bilim alanları ve mezuniyetten sonra devlet garantili iş bulma umudu. Zengin ailelerin tercihi güzel sanatlar. Eğer ısrarla güzel sanatlara girmeyi başaran yoksul aile çocukları varsa onlar mutlaka burslu olarak kazanacak ve en çalışkan olanlar olacak.
Para kazanma garantili sayısal bölümler yoksulların tercihi iken, toplumun manevi alanı olan sanat ve reklam dünyasının sosyal/sözel bölümleri tercih edenler zenginler olur. Bu bir tesadüf değil elbet. Sınıflı toplumun tercihe zorlama nedenleri.
Toparlayacak olursam fotoğraf bölümünde okumak için güzel sanatlara girmek isteyenlere önerim şöyle olabilir. Fotoğraf makinaları günümüzde teknolojik bir aletin kullanımı. Aynen CNC makinaları gibi. Siz CNC makinası kullanmayı öğrenmek için mühendislik okumayı nasıl düşünmüyorsanız, fotoğraf makinesi kullanmayı öğrenmek için de güzel sanatları düşünmeyin derim. Felsefe, Sosyoloji gibi hayat ve anlam üzerine bir bölüm okuyun. Beyninizi geliştirin, neden ve sonuç bağlantısını kurabilecek, sorgulayıcı bakış açısı kazanmaya çalışın. Sonra duygu ve düşüncelerinizi ifade edebileceğiniz bir araç ihtiyacı duyar ve fotoğraf makinesi kullanmanız gerekirse en fazla 2-3 ay içinde bunu becerirsiniz.
Her yıl güzel sanatlar bölümünden binlerce arkadaş mezun oluyor ve büyük çoğunluğu hayal kırıklığı içinde hayata atılıyor. Güzel sanatlar fakültelerinde “sanat” kelimesi cazip olduğundan kullanılıyor, aslında reklam dünyasına kalifiye eleman fakülteleri demek daha doğru. Güzel sanatlar fakülteleri için eskiden sanat kültürü alınan fakülteler derdim ama artık bu içerikten uzaklaşmış ticarileşmiş, diploma veren fakülteler olmuşlardır. Bu durum aslında tüm üniversite bölümleri için geçerli. Neyse...
Eğitim sisteminin paraya indekslendiği ve muhafazakarlığın alıp başını gittiği bir sistemde diplomalı işsizliğe hazır olun. Bir gün herkes üniversite mezunu olacak. Ama herkes hayatına anlam katamayacak. Doktor, mühendis, ressam, fotoğrafçı olabilirsiniz ama salt meslek öğrenmek için koşullandırıldığınızdan hayatınıza anlam katmak için sanatı atlamış olacaksınız. Orta yaşa geldiğinizde ben ne yapıyorum diye soracaksınız. Çünkü sanat bir meslek değil kişinin duygu, düşünce ve özlemlerini aktarma alanıdır. Fotoğrafı çok seviyor (herkes gibi) olabilirsiniz. Ama yaşamak için de paraya ihtiyacımız vardır. Bu ihtiyaç için yaptıklarımız meslektir. İster üniversite bitirerek ister çekirdekten yetişerek bir meslek edinelim.  Ama sanat ve de fotoğraf için bu kültürü alabileceğimiz üniversiteler ve güzel sanat fakülteleri çok çok az. Bakmayın reklamlara. Ekonomik külfeti fazla, üstelik iş garantisi de yok. Yukarıda da söylediğim gibi, önerim felsefe sosyoloji gibi girme şansınızın olduğu bölümleri tercih ediniz. Sonrasında düşüncelerinizi ifade edebileceğiniz alan olarak hâlâ fotoğrafı düşünürseniz işin teknik yanını bir iki ayda halledeceksiniz. Mesele düşünmeyi öğrenelim sanat aracılığı ile ifade etme yeteneklerimizi geliştirelim. İçinde bulunduğumuz eğitim sistemi içinde sizlere önerilerim böyle ...

461-Mülteci Müzesi-EVRENSEL-ÖZCAN YAMAN-09 Ağustos 2019

Mülteci Müzesi

Bu hafta köşemi mülteciler konusunda açılan ve bugün son günü olan fotoğraf/video ve enstalasyon sergisine ayırıyorum. Yusuf Aslan ve Özcan Yurdalan’ı fotoğrafçı kimlikleriyle tanıyoruz. Gerçeklik ve estetik kaygıları mültecilerin kaçmaya çalışırlarken geride bıraktıkları eşyalarıyla birleşince ‘’güncel sanat’’ ya da ‘’çağdaş sanat’’ alanında kavramsal bir çerçeveye oturan müze/sergi niteliğini kazanmış. 30 Temmuz- 9 Ağustos 2019 tarihleri arasında açık kalacak serginin manifestosu meseleyi çok güzel anlatmış. Dilerim gezici bir müzeye dönüşerek ülkeyi dolaşır. Bana da sizlerle paylaşmak kalıyor.
“Siz gittiniz, eşyalarınız bizde kaldı”
Zorla yerinden edilen insanlar tarihin her döneminde büyük acılar yaşadı. Birkaç yıl önce de kendi evinde hayatta kalamayacağına inanan komşularımız, yanlarına alabildikleri eşyalarla kapılarını son kez çekip yola çıktılar. En gerekli gördükleri, ayrılamadıkları, belki de mecbur oldukları eşyalar vardı yanlarında. Binlerce yıldır mülteci, muhacir, göçmen, kaçak göçmen, sığınmacı, mübadil diyarı olan Anadolu, bir kez daha dalgalar halinde gelen milyonlarca insanla karşılaştı. Kalanlar burada kaldı, yeni bir hayata, yeni problemlerle birlikte başlayacaklardı. Yola devam edenler, Anadolu üstünden Avrupa’ya geçmek için önlerine çıkan denizi aşmak zorundaydı. Hafif olmalılardı, yetersiz botlarda az yer tutmalılardı. Yanlarındaki eşyalardan bir kısmını kıyıda bıraktılar. Şanslı olanlar karşıya geçmeyi başardı, geçemeyip denizde kalanlar oldu. Deniz onların bedenlerini de eşyalarıyla birlikte getirip kıyıya bıraktı. O günlerde Ege sahilleri bir açık hava göç müzesine dönüşmüştü. 
Sergideki eşyalar Bodrum, Didim, Kuşadası, Selçuk, Dikili kıyılarından 2015 - 2019 yılları arasında toplandı. KUAKMER salonundaki MÜLTECİ MÜZESİ yerleştirmesinde göç yolcularının eşyalarıyla birlikte, krokiler, videolar, metinler ve objeler yer alıyor. Bu çalışma, açıldığı denizde umut yolculuğu yarım kalanlara adanmıştır. Karşıya geçmeyi başaran ve yeni bir hayat kurmaya çalışanlara ise bu yakadan gönderilen bir selamdır. Bu çalışma aynı zamanda onları anlamaya ve sorumluluklarımızı hatırlamaya davet eden bir yüzleşme çağrısıdır.

460-FOTOĞRAF VE YORUM-EVRENSEL-2 AĞUSTOS 2019-ÖZCAN YAMAN



FOTOĞRAF VE YORUM
Yıllar önce Sevgili Sennur Sezer, Evrensel’de ve Evrensel Kültür dergisinde yayımlanan fotoğraflarıma kısa yorumlar yazmıştı. ‘‘İzler ve Sözler’’ adıyla sergi açtım, video sunum hazırlayıp paylaştım. (Merak edenler youtube kanalından izleyebilir-https://youtu.be/KBvJKXcPc-0)
Hakkı Özdal ‘‘Bir sanat dalı başka bir saat dalının platosu olabilir’’ demişti. Bazen fotoğraflarımızı çekerken bir öykü veya şiir öncülük eder, bazen bir fotoğraf bir öyküye veya şiire öncülük edebilir. Hatta bir fotoğraf bir ressama ilham kaynağı olabilir. Üreten ve paylaşan sanatçı bir başka sanat alanıyla birleşince mutlu olur her halde. Ben de mutlu oldum. Yazar, Öykücü Taner Demir arkadaşım da iki fotoğrafıma kısa yorum/öykü yazınca sizlerle paylaşmak istedim.

GÖLGENİN DİLİ

Yaşlı bir kadın geçiyor önümden,
Elinde torbası, ayağında terlik.
Sakınan adımları kaldırımda aydınlığı arıyor,
Dikkatli bakışlarıyla başı öne eğik.
Biraz gönülden bakınca,
Hemen anlaşılıyor telaşı,
Kendi de bir gölgeden ötesi değil ya bu dünyada,
Bu yüzden onlara basmaya kıyamayışı.
Adaleti hayatın kendinde aramak boşuna,
Kimileri işte böyle gölge insanlar olur.
En küçük, en masum detayları,
Gölgelerin karanlığında kaybolur.
(TANER DEMİR 29 Haziran 2019)

ÇOCUKLUK ARKADAŞIM

Geçenlerde rastladım ona. Çocukluk arkadaşıma… Ne kadar da çok olmuş görüşmeyeli, ne kadar özlemişim… Oysa ki hiç ayrılmayız sanmıştım birbirimizden. Hep beraber gezer, dolaşır, kendimizi yapışık ikizler sayardık. Hele elektrik kesintilerinin sık olduğu o yıllarda, gaz lambasının ışığında ne oyunlar oynardık. Bir hayli değişmiş, kilo almış. Zaman, kattığı olgunluğun yanında onu bir hayli hırpalamış. Geçen yıllar ona da aynı acımasızlığı yapmış ama en azından bana yaptığının tersine, saçlarına tek bir beyaz kondurmamış. Geçmişten gelen samimiyetle, bir kafeye geçmeye ihtiyaç duymadık. Hemen oradaki bir duvarın üstüne oturup, sohbete daldık. Tıpkı çocukluğumuzda kaçış yerimiz olan o incir ağacının altındaki duvarda oturur gibi omuz omuza, yan yanaydık. Sonradan edinilen arkadaşlıklardaki güvensizlik ve yapmacıklıklardan uzak, kalbimizi birbirine açtık. Ne de olsa biz, çocukluk arkadaşıydık… Beraber birer sigara yaktık. O da üniversitede başlamış…
Sigaraların dumanında o yılları andık. Daha çok ben konuştum, o dinledi. Oldum olası yapısı hep böyle sakin, sessizdi. Ayrılma zamanı geldiğinde, ikimiz de arkadaşlığımıza verdiğimiz aranın mahcupluğu içinde birbirimize sarıldık. En kısa zamanda buluşmak sözüyle, birbirimizden ayrıldık. Uzaklaşırken ara ara birbirimize dönüp, kalabalıklar arasında kayboluşumuza baktık. Çocukluğumun en iyi oyun arkadaşı, gölgem, biz ne iyi arkadaştık.
(TANER DEMİR, 18 Temmuz 2019)
https://www.evrensel.net/yazi/84472/fotograf-ve-yorum 

459-İFSAK blog yayında...Evrensel-26 Temmuz 2019-Özcan Yaman



İFSAK blog yayında...
Dijital öncesi yıllarda fotoğraf konusunda en çok Türkçe yayınların yetersizliğinden yakınırdık. Yabancı dilde dergi ve kitap alır yarım yamalak okur okuyamasak da fotoğrafları incelerdik. Türkiye fotoğraf dünyası da dünya sahnesinde neredeyse yok gibiydi. Ama arada Ara Güler’imiz nazar boncuğu olarak istisnaydı. Nedenleri belki çokça tartışılır. Devlet desteği olmaması, teknik ve sanatsal altyapının gelişememesi vs. Türkiye’de ilk fotoğraf enstitüsü 1978 yılında İDGSA (MSÜ) açıldı. Fotoğraf, sonra ana sanat dalı oldu. Dünya ile karşılaştırıldığında epeyce geç kalınmıştı.
Geçmişe baktığımızda fotoğraf deyince İFSAK akla geliyordu. Bu günlerde 60. yılını kutlayan bir kurum. Özverili fotoğrafçılar tarafından amatörlere fotoğraf çekmeyi öğreten fotoğraf kulübü. Yıllar geçti. Dijital çağı geçeli neredeyse 25 yıl oldu. Kendini yenileyemeyenler yok olurken, yenileyenler gelişti. İFSAK bu kurumların başında yer aldı. Bir logo ve marka oldu. Fotoğrafın her alanıyla varlığını kanıtladı. Eğitiminden, gezilerine, yayıncılığından sosyal ağlara... Bir devamlılığın eseri olarak geliştikçe gelişti. Ben 1982’de MSÜ fotoğraf bölümüne girmiştim. 1981’de üye idim ve 1982’de “Bana bir şey vermiyor” diyerek ayrılmıştım. Ta ki 2010 yılında İFSAK’ı eleştirdiğim bir yazı sonrasında Tanju Akleman’in çağrısıyla İFSAK’la ilişkim yeniden başlamıştı. Söyleşiler, etkinlikler derken yıllar geçti. Bana göre Tanju Akleman ve yeni oluşan özverili ekip arkadaşlarıyla başlayan İFSAK dönemi dijital döneme ayak uydururken, klasik dernek yapısından çıkıp fotoğraf okulu niteliği kazanmaya başladı. Birçok yenilik başlattı. Son seçimlerden sonra yönetime gelen Altan Bal ve ekibi bu birikimi daha ileriye taşımaya çalışıyor. Artık İFSAK deyince bir dernek değil bir fotoğraf akademisi misyonunu görüyoruz.
Son olarak açılan ve hayata geçirilen İFSAK BLOG her yerden ulaşılan fotoğrafa dair ne varsa yer alan bir platforma doğru ilerliyor. Özellikle tez konularında araştırma yapacak öğrencilere de kaynak oluşturacak nitelikte zenginleşiyor. Bir öneri olarak (zannediyorum 8 sayı yayımlanabilen) İFSAK DERGİ’nin dijital ortama aktarılarak İFSAK BLOG’da değerlendirilmesi gerektiğini düşünüyorum. Derginin içerik ve konsepti teorik alanda önemli bir işlev görmüştü. Hatta kapanmak zorunda kalan GALATA FOTOĞRAFHANESİNİN çıkardığı Fotoğraf Notları ile Fotoğrafsız dergileri de bu kapsama alınırsa fotoğraf kültürü adına önemli olacaktır.  İFSAK BLOG 60. yılında bir atılım sayılır.                    
İFSAK şu çağrıyı yapıyor; “... Ve İFSAK Blog yayında! Bir dergi basmanın, basılan dergiyi dağıtabilmenin çok ama çok zor olduğu bugünlerde, üreten ve paylaşmak isteyen tüm insanların yardımına teknoloji koşuyor. İnternetin icadından bir süre sonra hayatımıza giren internet yayıncılığı birtakım engelleri daha hızlı ve daha az maliyete aşmamızı sağlıyor. Mesafe sınırı olmadan dünyanın her tarafından erişilebilmesi de cabası.
İFSAK Blog, yazmak, okumak, tartışmak isteyenlerin önündeki engelleri kolayca kaldırmak için İFSAK tarafından atılmış bir adım. İnternetin olanaklarını kullanıp sesini duyurmak isteyen, bilgisini ve fikrini paylaşmak ve okumak isteyenlerin buluştuğu bir mecra. Kuramdan teknolojiye, gezi kültüründen edebiyata, fotoğraftan resme bir günce, bir not defteri... Birlikte üretelim, birlikte paylaşalım!”


458-Fotoğrafta Kavramsallaştırma-Özcan Yaman-Evrensel-19 temmuz 2019


FOTOĞRAFTA KAVRAMSALLAŞTIRMA

“Bir fotoğraf sayfalarca yazıya bedeldir”. Bu cümleyi birçok kez duymuş ve söylemişizdir. Üstüne dikkat çekiciliği, estetiği ve hızı eklerseniz, aslında bir fotoğrafın sanat dalları arasındaki gücünü de anlatmış olursunuz.
Fotoğraf çekildiği gibi ya da üzerinde oynanmış olarak da kullanılabilir, (Fotoğrafın gerçeğinde olmayan ekleme veya çıkarmalar yapılarak, sahte bir görüntü oluşturmak). Ya da iki veya daha çok fotoğrafın birleşimiyle kolaj yapılmış olabilir. Fotoğraf günlük ihtiyaçlar listesinden, toplum, sanat ve kültür alanlarında vazgeçilmez olarak hayatımıza girmiştir.
Elbette her fotoğraf bir şeyler anlatabilir. Çekildiği andaki gerçekliği anlatabilir mesela. Ya da gerçeği çarpıtsa da amaç, sahte bir gerçek etkisi yaratmak da olabilir. Ama bir sanatçı sorgulayıcıdır. Neden, niçin sorularına yanıt arar ve kendisince bulduğu (ki bence ideolojiktir) cevapları fotoğrafı araç olarak kullanarak verir. Düşündürmek, sorgulatmak ister. Kavramsallaştırma işte burada devreye girer. Fotoğraf bu anlamda bir araçtır. Sanatın dili önemlidir. O dil tasarımdır. Duygu ve düşüncelerimizin tasarımlanması kavramsallaştırma olur. Gelelim bana bunları yazdırmaya iten etkene.Uğur Gallen isimli sanatçı. Twitter ve İnstgram fenomeni olmuş bir arkadaş.
 Özellikle sosyal medyada çalışmalarını görmüş, çağdaş sanat alanında başarılı bulduğum, bir yanıyla da fotoğrafı kullandığı için paylaşmak istedim. Örneğin mülteciler veya savaşın felaketleri hakkında bir şeyler söylemek istiyorsunuz ve yazıyla açıklamaya çalışıyorsunuz sayfalarca yazarsınız. Ama Uğur’un çalışmalarına bakın, o sayfalarca yazılacak konu bir anda çarpıcı, etkileyici, sorgulayıcı ve hafızada kalıcı hale geliyor. Özellikle güncel toplumsal (tabii bireysel de olabilir) konularında bizleri etkiliyor. Fazla uzatmaya gerek yok. Soyutlama yeteneği kavramsallaştırmayı getirir. İster Henri Cartier Bresson gibi tek kare fotoğrafla yapın, isterseniz Uğur gibi kolaj montaj olarak yapın.


Eline sağlık Uğur Gallen, derken sizlerin de çalışmaları inceleyip ‘’Acaba yazı ile anlatmaya kalksaydım kaç sayfa yazardım ve bu kadar etkili olur muydu?’’ diye düşünmenizi istiyorum. İşte görsel sanatların etkisi ve de fotoğrafın tabii... Uğur Gallen, sosyal medya hesabından seçimler, savaş, açlık, mülteciler, çocuklar, gibi etkileyici kareler paylaşıyor. Aynı dünyadayız ama iki farklı hayatlar var diyor. Sosyal medyadan takip etmek isterseniz işte adresi:



















457-Fotoğraf Kuramı- Özcan Yaman-Evrensel- 12 temmuz 2019



Fotoğraf Kuramı

Espas yayınlarından yeni çıkan Fotoğraf Kuramı kitabı 15.5x23 cm ebadında 3 cm kalınlığında, 380 sayfa hacimli bir kitap. Gelelim künyesine. Derleyen James Elkins, çeviri Aylin Ünal ve M. Emir Uslu, kapak fotoğrafı Erdem Varol, redaksiyon Engin Noyan, Editör Hürü Özlük, kitap ve kapak tasarımı Savaş Çekiç.
Böyle bir kitap, Türkiye fotoğraf dünyasına çok mu lazımdı? Derdi olan zaten yabancı kaynaklardan (geçmişte olduğu gibi) kılı kırk yararak ulaşıyordu. Üstelik teknolojinin gelişmesiyle dünya fotoğrafı sınırları hızla kaldırmışken. Koskoca kurumlar, popüler, çok satan (!) dijital fotoğraf ve temel fotoğraf konulu renkli kitaplar ile albüm çıkartarak fotoğraf dünyasına katkıda bulunurken, Espas yayınları başından itibaren Türkiye ile fotoğraf dünyası arasındaki teorik-kuramsal-kavramsal alanlarla ilgili yayıncılık yapıyor. Baştaki soruyu cevaplayalım. Evet çok da lazımdı. Türkiye fotoğrafının dünya fotoğrafı ile buluşmasının yolu fotoğrafın kuramsal yanlarının tartışıldığı, bu alanda Türkiyeli akademisyenlerin yetişmesinin önünün açılmasıyla olanaklı olduğunu düşünüyorum. Bu anlamda Espas yayınlarının bu çabasını kutluyorum. Gelelim Fotoğraf Kuramı kitabına.
Okumaya başlayalı bir hafta oldu. Henüz bitiremedim. Ders kitabı niteliğinde dip notlarını da ayrıca incelediğimde epey ağır ilerliyor. Güzel sanatlar alanının birçok dalı ve felsefeyle birçok kuramcının görüşleriyle hacmini katlıyor anlayacağınız. Bu kitapta sihirli formüller üç günde süper fotoğraflar çekmek için neler yapılması yazmıyor, düşüncenin yaratımdaki önem ve değeri anlatılıyor. Kitabın sunuş kısmından alıntı yaparak paylaşayım:
‘’... Fotoğrafın güzel sanatların bir dalı olarak kabul edildiği ve düzenli bir şekilde sanat tarihsel içerik çerçevesinde değerlendirildiği günümüzde böylesi bir değerlendirmenin temellerine açıklık getirmek çok daha büyük önem taşımaktadır. Tuhaf bir şekilde 1980’lerden bu yana, fotoğrafçılığı kuramlaştırmak üzere çok az çalışma yapılmıştır: Sanatçılar ve tarihçiler, Charles Pierce’den Roland Barthes’e ve Pierre Bourdieu’ya uzanan eski kaynaklar üzerinden ilerlemeye devam etmişlerdir.
Peki o halde fotoğrafçılığı kuramlaştırmanın en iyi yolu nedir?
Fotoğrafçılık kuramı, bir grup makaleden - Jan Baetens, Diarmuid Castello, Margaret İverson, Thierry de Duve ve Rosalind Krauss – önde gelen dokuz sanat kuramcısı ve fotoğraf eleştirmeninin konuşmalarından oluşuyor. Yirmi altı akademisyen, daha sonrasında konuşmalar üzerinde yorumlarını değişik biçimlerde sunuyorlar. Ayrıca kitabın içerisinde fotoğraf kuramlarının kısa tarihi ve iki tamamlayıcı özet makale bulunuyor. Alışılagelmedik yapısıyla ve konu üzerinde en önde gelen düşünürlerin katılımıyla –Krauss, Abigall Solomon-Godeau, Victor Burgin, Alan Tracthenberg, Geoffrey Batchen, Liz Wells ve Joel Snyder.
 Fotoğraf Kuramı, fotoğraf sanatı üzerinde yapılan çağdaş tartışmalara benzersiz bir bakış açısı sunuyor.
Detaylı bilgi ve kitap için; www.espaskitap.com , info@espaskitap.com


456-Henri Cartier Bresson-Evrensel-Özcan Yaman-5 temmuz 2019


Henri Cartier Bresson
Henri Cartier Bresson deyince fotoğrafla hatta resimle hatta gazetecilikle ilgili herkes bilir, az buçuk tanır. Kimi fotoğraflarını göz önüne getirir, kimi Magnum ajansı. Nihayet tüm yönleriyle anlatan bir kitap çıktı. Kapağından başka fotoğraf yok. 11.5x18.5 cm ebadında 3 cm kalınlığında, 418 sayfa hacimli bir kitap. ESPAS Yayınlarından çıktı. İlk bakışta korkutucu geliyor. Tuğla kalınlığında oku oku bitmez gibi. Ama elinize aldığınızda su gibi akıyor. Ben iki günde bitirdim, hem de not alarak.
Gelelim künyesine. Yazan Pierre Assouline, çeviri; Aylin Ünal, kapak fotoğrafı; Ara Güler, kitap ve kapak tasarımı; Savaş Çekiç.
Bir sanatçı düşünün belgesel fotoğrafçı, ressam, gazeteci, Magnum Ajansın kurucularından. Kendisini sanatçı olarak tanımlamadığı halde, sanat otoritelerinin sanatçı olarak taçlandırdığı bir büyük fotoğrafçı. İşte HCB.  Çocukluğu, aşkları, ressamlığı, fotoğrafçılığı, gazeteciliği sanat ve siyasi görüşü her şeyi bu kitapta buluyorsunuz. Rastlantıları, toplama kamplarında esir oluşunu, Çin devrimine tanıklığını, Sovyetlere giren tek batılı gazeteci olmasını, Gandi ile son röportaj yapan ve son fotoğraflarını çeken, aynı günün akşamı Gandi’nin suikasta kurban gidişini, döneminin büyük ressamlarıyla dostluğunu, FKP ve Aragon’la ilişkisine, İspanya İç Savaşı’na katılışı ve pişmanlıkları, Robert Capa ve döneminin büyük fotoğrafçılarıyla ilişkileri ve tabii Magnum Ajansın kuruluş hikayesi. Ve tabii ki Leica ve 50 mm. Objektif. Şimdi burada yazmaya kalksam yarım kalacak alın okuyun bence...
Hayatı anlamlandırmada fotoğrafla ya da sanatın herhangi bir dalıyla nasıl bir yol seçmek gerektiği, inat, sabır, disiplin ve mücadeleyle hedefe nasıl varılacağını özellikle ne yapmalı-nasıl yapmalıyım diyen genç fotoğrafçılara hararetle öneriyorum. Kendisini sürrealist belgesel fotoğrafçı olarak tanımlayan HCB. Kadraj, kompozisyon (altın oran) ışık, zaman  ve “karar anı” denilen şeyin fotoğraf olduğunu söyler ve gösterir. Kısaca okuyun Henri Cartier Bresson’u...
www.espaskitap.com, info@espaskitap.com
Not: Haftaya ‘‘Fotoğraf Kuramı’’ kitabı. Yine Espas Yayınları’ndan...