Translate

Bu Blogda Ara

30) 30 AĞUSTOS 2009-- Bakmak,Görmek ve Göstermek işte ALİ ÖZ

EVRENSEL
KADRAJ KÖŞESİ
ÖZCAN YAMAN
30) 30 AĞUSTOS 2009


Bakmak,Görmek ve Göstermek
işte ALİ ÖZ

Bir fotoğrafa baktığınızda, etkileniyor, düşünüyor ve aklınıza bir şeyler takılıyor ise o fotoğraf başarılı bir fotoğraftır.
Bu gün gazetelere baktığımızda kaç fotoğraf bizi etkiliyor?
Yada kaç fotoğraf boş yere yer işgal ediyor? Peki Türkiye’de 30 yıldır kalitesini düşürmeden başarıyla fotoğraf üreten ve yapan kaç basın fotoğrafçısı var?
Ali Öz, bu az sayıdaki insanlardan biri olarak yerini alıyor. Nerede miting var, eylem var, toplantı var Ali orada. Ajandası hep bir yerlerde olmanın notları ile dolu. Zannediyorum son iki aydır, kendine ve fotoğraflarına hiç bu kadar zaman ayırmamıştır. Açacağı serginin sorumluluğunun ağırlığı, ona bu titiz olma hakkını veriyor. Çünkü Ali yalnızca bir fotoğraf sergisi açmakla kalmayıp Ülkenin son 30 yılının politik dökümünü bize sunmaya hazırlanıyor. Anlamlı bir günde, Barış günü olan 1 Eylül ‘de sergisini Karşı sanat’ın ev sahipliğinde açıyor. “Fotoğraflı Türkiye Sosyal Tarihi” olarak adlandırılabilecek sergi, son 30 yılın en önemli karelerinden oluşuyor. Siyasetin, toplumsal aktörlerin, sosyal değişimin kırılma noktalarının sınır uçlarında gezinen objektifi ile, yaşam riski altında bile insana dair en yalın sözü, acı bir tebessüm tadında donduran enstantenelerinden 130’a yakın seçkiyi bu sergide bir arada görmek mümkün olacak. 20 Eylül’e kadar açık kalacak sergiyi kaçırmamak gerekiyor. Özellikle basın, belgesel ve enstantene fotoğrafçılığı yapanların yanı sıra fotoğraf bölümlerinde okuyan genç arkadaşların izlemesini önemle tavsiye ediyorum.
Dileğim, sergiye yetişmediğini bildiğim bir büyük kataloğun basılarak görsel bellek arşivinde yerini alması. Bu amaçla destek olacak kurumların çıkmasını temenni ediyorum.
Eğer fotoğraflara baktığınızda imzasını görmeden “Bu fotoğraf şu fotoğrafçının olabilir”  diyorsanız . Yani fotoğrafçısını fotoğrafından tanıyabiliyorsanız o fotoğrafçı kendi alanında fotoğraflarıyla bir imza olmuş demektir. Evet Ali Öz artık fotoğraflarından tanınan bir imzadır. İşte Ali Öz çektiği fotoğraflarla özdeşleşmiş bir sanatçıdır. Yılların emeği, birikimi ve dikbaşlılığı, olaylara objektif bakışı ama taraflı yaklaşımıdır hak ettiği yere getiren. Onun fotoğrafı çekerken kattığı bilgi birikim ve tecrübe genç fotoğrafçılara örnek olmalı ki olduğunu biliyorum. Özellikle basın fotoğrafçılığı yapan arkadaşlara devamlı söylediğim “Arkadaşlar bir yerde fotoğraf çekerken Ali Öz’e rastlarsanız, mutlaka onu izleyin” derim. Yalnızca fotoğrafçılar mı artık onu alanlarda tanıyanlarda, “Ali burada ise güvendeyiz” diye düşünüyorlar. Çünkü o fotoğraflarıyla bu güveni veriyor. Ben Ali’nin pratik zekasına bir çok kez şahit olmuşumdur. 1 mayıs 2007 de Beşiktaş’ta iken hızla Dolmabahçe’ye nasıl ulaşılır? Ortalık karışırken çekim açısı nasıl bulunur? Ya da polislerle didişirken nasıl kurtulunur gibi sayısız pratikleri yaşamışımdır. En son 2009 bir mayısında Ali’nin sayesinde polis baskısından kurtulduğumu hatırlarım. Bence o fotoğrafın gücünü çalışırken de kullanan bir fotoğraf eylemcisidir.
“Fotoğraf nedir? ne olmalıdır” Evet fotoğrafın ne olduğu ve olması gerektiğinin cevabını bize çektiği fotoğraflarla veriyor. Kendisini sosyal politik basın fotoğrafçısı olarak tanımlıyor Ali. Bence o bir fotoğraf sanatçısıdır. Eğer ürettiğimiz işler yıllar sonra tarih ve toplum birliğinin çelişkisini sunuyorsa, gerçekliği kalıcılık taşımaya başlıyorsa o yapılan iş bir sanat eseridir ve yapan kişi sanatçıdır.
Fotoğrafı kaygı ile çeken ona estetik biçimsel değerleri katan ve doğru bir bakış açısıyla sunan, bu değişkenleri toparlamak için uğraşan Ali Öz hala en güzel fotoğrafı yapmanın peşinde. Ali’lerin çoğalması dileğiyle…
Sözü burada kesip fotoğrafları birlikte okuyalım.











1 mayıs 2009 da Ali’nin “Ne yapıyorsunuz” ünlemesiyle, fotoğraf çektiğini gören polis müdahaleden vazgeçiyor.





Yıllar önce çekilen bu fotoğraf, bugün çekilse ancak gündemi bu kadar anlatabilir. Görsel ironi dudaklarımızda tebessüm yaratırken çelişkiyi de beraberinde getiriyor.
(Ecevitîn cenazesinden,2006)







Bir anayı böyle ne ağlatabilir? Dudaklarını sıkmış ama gözlerini sıkamıyor. Elinde bir fotoğraf var gördünüz mü diyor.? Nerede diyor. Öfkeli ama dirençli. İstiyorum diyor, oğlumu istiyorum. Duyuyormusunuz? Bu fotoğraf yıllar öncesine ait oysaki ama sorun hala sıcak. Kaybedilenler, katledilenler hala hesapların sorulmasını bekliyor, oysa deriniyle, şahiniyle suçlular hala ortalıkta.
Eğer bir ana, bir baba, bir çocuk bu halde ise bu nasıl sosyal devlet, nerede adalet? Bir kadının gözyaşları ve bir insanın sureti bu kadar mı özdeşleşmeli?




 Suç ve ceza nedir? 
Kuytu bir yerde sıkıştırılmış yada götürülmüş bir insana karşı işlenen suçun fotoğrafıdır bu. O an fotoğrafı çeken tanıktır. Deklanşöre basmasa sanki bu vahşet yaşanmamış mı olacak? Oysa her gün benzerleri yaşanıyor. Peki ne kadarını belgeleyebiliyoruz? Dayak yiyenin duygularını, fotoğrafı çekenin duyguları karşılıyor. Belki saldırı fotoğrafı çekene yönelecek. Ama sorumluluk duygusu korkuyu yeniyor ve bir klik sesi… Sonuç resmi ve sivil işkencecilerin işbirliğinin resmidir artık. Belki birkaç saniye sonra ellerini kaldırmış sopayı indirmek üzere olan nefretini kusacak. Üstü başı kan içinde kalacak olan bir insan yere düşecek. Fotoğrafta biri mağdur beş işkenceci, genel bir fotoğrafın çok küçük bir parçasını gösteriyor. Bu fotoğraf konuşuyor, duyuyor musunuz? Yok canım genel bir uygulama değil, münferit.(!) Evet, Türkiye bir sosyal hukuk devletidir. Efendim?




Münferitler devam ediyor Metin Göktepe katlediliyor. Sonuç resmi ağızlar için hep aynı 
mün-fe-rit. Metin o kadar şanslı olamadı. O tanıklığının kurbanı oldu. Yukarıdaki fotoğrafın bir devamı sanki bu fotoğraf. Ali bunu ispatlarcasına basmış deklanşöre…
Çağının tanığı olmak ve gerçeği aramak –bulmak-göstermek.





 


Mutluluk nedir? Anladık, bazen anlamlar değişebilir, Amerikan malı jeeple gireceksin mutluluk kapısından, sonra? İnsanların yüzlerine bakın. Ben göremiyorum mutlu olanı siz görüyor musunuz? Peki jeepteki asker mutlu mu? Oda değil. Çarpıcı bir breht ironisi karşılıyor bizi.




Gözaltı mı? Gözdağı mı? 
Çocuk dalmış hayallere evini, anasını babasını düşünür. Biraz önce oynadığı alana bakıyor anlamsız ama büyüyen gözlerle. Fotoğrafı çekenle göz göze geliyor. Bu fotoğrafa İster sağından ister solundan bakın. Çocuğun bakışlarından kaçamayacaksınız. Ya o saklandığı sanılan jop ne oluyor? Belki o gün karşı koymak için taş atamayan bu çocuk şimdi bir baba oldu ve onun çocuğu Terörle Mücadele Kanunu gereği hapiste olabilir mi.? Çocuklara bile tahammül edemeyen bir devletin sosyalliğini nerede arayalım?







Devlet babadır. Vatandaş itaat edendir. Ne gelirse Allah’tandır. İşte sorgulamayı gösteren bir fotoğraf.









Yoksuluğun ve yoksunluğun fotoğrafı. Ne uğruna? Otorite. Kimin kime uyguladığı otorite? Devletin vatandaşına uyguladığı otorite. Oysaki bu görüntüler bir türlü değişmiyor. O zaman dertlerin değişmesi gerekiyor. Dertleri değiştirecek olanlar ise mağdur. Peki baskıyı yaşayan bu çocuklar mağduriyetlerini sonlandırmak için geleceğe bırakılmış tohumlar olmayacaklar mı? O zaman ne asker ne polis ne silah hepsi geri tepecek.




Su hayattır! Hep tekrarlanan sahneler ama unutuyorlar ki su hayattır. Bir kere dallara can suyu yürüyenler, suyu kötü amaçlarına kullananları lanetlemeye görsün. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Yorumlarınızı yazarsanız yardımcı olursunuz...