İMAJ YADA GÖRÜNTÜ ÇAĞI
O GÜN GELİNCE
O gün bir gelsin bak, bize artık aç kalmak yok.
Geçeceğiz vitrinlerin, sergilerin önünden, küçülmeden.
Portakalları yığacağım önüne senin, tepeleme,
şarapları yığacağım, etli börekleri, salamları.
Elden geçireceğiz hepsini bir bir, unutalım diye
senin çektiğin acıları, benim gördüğüm işkenceleri.
Sevgili işçi kadın, şapka yapan makine,
artık bu elbiseler kaça diye sorma.
Kumaşı dokudun, elbiseyi diktin ya, giyinmek de hakkın.
Artık kunduracı da yürümeyecek yalnayak karda.
İpekli gömlekler uçuracak bizi rüzgârda kuş gibi.
Lâfta kalacak sanma, taş çatlasa bunlar olacak.
Bir kurtulalım hele tüm asalaklardan,
nasıl seveceğiz birbirimizi, şiirler okuya okuya!
Çekip gidince soyguncular, bir başka dünya kuracağız.
Yaşamak neymiş, yaşamak, sen o zaman gör bak!
Çeviri: A.KADİR - Asım BEZİRCİ
‘Çağımız imaj
çağıdır!.’ Bu cümleyi duymayan kalmamıştır herhalde. Diğer bir deyişle görüntü
çağı. En son tüm Türkiye bu görüntü illüzyonuna tanık oldu. Yani İstanbul’un
Avrupa Kültür Başkenti oluşunun görüntüsel şaşalığına . Pop müzikli, Arabeskli,
Tasavvuf ve Mevlevi müzikle soslandırılan teknolojik ışıklı dans ve balon
gösterileri. Sonuç: Para ve teknolojinin
kullanımının kültür adına sunuluşu. Yedi tepeli şehirmiş İstanbul hemde
Dinlerin buluştuğu kardeşliğin olduğu bir şehir. Öyle sunuyordu Sütlüce’den
sunucular.
Tasavvuf ve Mevlevilik vardı ama Ermenice,
Rumca, Kürtce, Lazca müzikler yoktu.
Ve tabiî ki
toplumun sınıfsal konumlanışına göre yapılan dağılım dikkat çekiyordu.
Merkezden çevreye doğru da bu seçim kendini gösteriyordu. Taksim dururken
Bağcılarda Tarkan neden konser versin değilmi? Mercan dede veya Zara neden Taksim’de değilde Sultanahmette ve
Bağcılarda konser veriyor? Çünkü sınıfsal konuma göre meydanlar, meydanlara
göre konser verecekler sınıflandırılmıştır. Neyse lafı uzatmayalım.
Aynı saatlerde Tekel işçileri Ankara’da
sokaklarda direniyorlardı.
Bir yanda emek
ve ekmek mücadelesi diğer tarafta şaşanın kültür illüzyonu . Ama bir şey
unutuluyordu. Gösteri ve şaşanın aydınlığı bir anlıktır ve anlık olan
geçicidir. Tıpkı çığlık çığlığa sunulan havai fişekli gürültülü görüntüler
gibi. Haliçi havai fişekleri ile aydınlattılar
ama sonra yine karanlığa gömüldü.
Günlük
hayatımızda yavaş yavaş bilincimizi
yitirmemize yol açan devasa işitsel ve görsel bombardımanlarını zaman zaman
sıçratmayı uygun görüyorlar. Bazen milenyum yılına giriyoruz , bazen
yılbaşlarını bazende İstanbul kültür başkenti hikayelerini bahane ederek bilinç
bulanıklığını pekiştiriyorlar. Takvimlerde günler bitmez. Yeni bahaneler
uydurulur ve şaşaalı görsellik sunulur.. Teknolojik gelişimin, toplumun
etkilenmesinde ve yönlendirilmesindeki
para ile olan ilişkisi sanatın ve kültürün piyasalaşması ve ticarileştirilip
üst sınıfların becerebileceği işler olduğu bilinci kalıcılaştırılıyor. Ve
çağımızda imaj/görüntü dünyasını, kapitalistlerin sunduğu gözlüğün ardından bakarak
görmeye çalışıyoruz. Çünkü bu dünyanın imajını onlar yaratıyor. Gerçeği
istedikleri gibi gösteriyorlar. Bunları haber olarak, bunları çok ciddi işler/
konular olarak, bunları sanat ve kültür olarak yapıyorlar. Bunlar ideoloik
yapılanmalarının gereğidir.Sınıfsal çıkarlarına uygun olan ne varsa imajlarını ona göre hazırlıyorlar.
Konuyu
uzatmayalım.
Neler yapabiliriz diye soralım;
Elimizdeki
mütevazi olanakları akılcı bir şekilde kullanmak. Olanaklarımızın kaynağını
yaratan işçi ve emekçilerin önünü açmak. İnternetten-Kitaba,
Gazeteye-Televizyondan , Dergiye-Sanatdan-Sokağa kendi gerçeklerimizi haykırmak. Yani kendi
imajımızı oluşturmak ve geliştirmek.
Bu satırları
okuyan sizler diyeceksiniz ki bunları biliyoruz ve hep söyleniyor zaten.
Doğrudur.
O zamanda
pratik önerilerimi sıralayayım.
Her ne kadar bu
konudaki düşünceler bu köşenin sınırlarını aşsada, belki işitenler olur
düşüncesiyle yazmaya çalışayım.
Bugün insanlar,
görselliğin anlık algılama gücüyle etkileniyor. Yıllar önce böyle değildi.
Broşürler ve kitaplar önemliydi. Öyle bir hale geldi ki okunacak kitap bile
görsel reklama ihtiyaç duyuyor. Başınızı sokağa çıkartın ve bakın. Her yer
hareketli ve hareketsiz her nesne ayaklı bir reklam vede iletişim aracı.
Eskiden belediye otobüslerinde yalnızca belediyelerin ismi ve kurumsal renkleri
olurdu. Şimdi parayı verenin düdüğü çaldığı reklam araçları halindeler.
Duvarlarda devasa büyüklükte fotoğraflar bize sırıtıyor. Cep telefonlarından kamusal
alanlara hep bu kuşatılmışlık içindeyiz. Tüm bunların içinde işçiden emekçiden
yana ne var? Hiç. Sabah evden çıkan işçi arkadaş tüm bu görsel kirlilik içinden geçerek işine
gidiyor. Gözünü ne kadar kapasa da
etkileniyor. Okula gitmek için evden çıkan genç aynı şekilde, Gezmeye
giden insanlar aynı şekilde. Ancak varoşların sokaklarında ve popüler kültürün
olduğu Beyoğlu gibi yerlerde ara sokaklarda Afiş ve Graffitilere rastlıyoruz.
Yani aynı kentte yaşayıp iktidarın sokağında yürüyoruz, iktidarın otobüsüne
biniyoruz. İktidarım görüntüsü ile yatıp kalkıyoruz.
Şimdi
diyeceksiniz ki ne yapalım.? Her şey para. Bizim paramız yok. Yani biz davuluz
onlar tokmak. İstedikleri sesi çıkartma gücüne sahipler.
Bir hayal kuralım;
Bizlerin sahip
olduğu neler var? Büyük küçük içinde oturduğumuz binalarımız var. En azından
emek örgütlerinin ki en başta sendikaların binaları. Araçlarımız var.
Otobüslerimiz, minibüslerimiz var. Küçük de olsalar iş yerlerimiz var. Başka ne
var? insan gücümüz var. Sanatçılarımız var, yaratıcı reklamcılarımız var. Şimdi
bunları birleştirmek kalıyor.
Nasıl mı?
Diyelim TEKEL
İşçilerinin direnişleri. Sınıfın ayakta olduğu ve her kesimin bir şeyler
yapmaya çalıştığı dönemdeyiz. Öncesinde başlayan ve hala süren İzmir KENT A.Ş
işçilerinin direnişi. Ankara dışına bu direnişler nasıl taşınır.? Kampanya
yapılır. Öyle alışılmış imza kampanyaları ile basın açıklamaları ile değil.
Bizim gerçeklerimizi yansıtan fotoğrafların yukarıda saydığım mütevazi
olanaklarımızda kullanılmasıyla işe başlanabilir. Sendika binalarımızı düşünün
cepheleri boylu boyunca grafik bir düzenleme ile sunulmuş fotoğraflarla
kaplanmış. Sahip olduğumuz araçlar servis araçları aynı şekilde giydirilmiş.
Sanat galerilerimiz velhaıl sahip olduğumuz alanlar sergilerle refleks
geliştiren bir hızlılıkla gerçekleştirebilsek. Acaba etkili olamazmıyız?
Burjuvazinin görmezden gelip geçtiği gerçekleri sürekli kendi sahip olduğumuz
olanaklarla göstermeye çalışsak.
Bu konuda biraz
örgütlerimizi zorlasak, en azından pilot uygulamalar başlatsak kısa sürede
etkisini göreceğimizi düşünüyorum. TUZLA’da öldürülen işçilerle yada SİLİKOZİS işçilerinin bu şekilde
toplumun dikkatini çekecek çalışmalarla sunulması sayfalarca yazmamıza,
paneller ve sempozyumlarla yaptığımız etkinliklerden daha fazla etkili
olacağını söylüyorum. Ankara’da AFSAD,
TEKEL direnişiyle ilgili bir fotoğraf sergisi düzenlemiş. İyide etmiş.
Peki bu sergiyi
diğer şehirlere taşımak bu kadar zor mu? Bir sendikanın bu sergiyi branda baskılı uygun gezici sergi haline
getirmesi bu kadar mı zor.? Bence değil. Bu işi bilen biri olarak söylüyorum . Hiç
de zor değil. Örneğin bu sergiyi Büyük fabrikaların önünde açalım. Tuzla
meydanında açalım birer gün sergileyerek dolaştıralım. Nişantaşına sokakta
açalım. Yoksa zaten direnişin ortasındaki direnişçilere ve onlara desteğe
gelenlere bu sergiyi açmanın yararı olmaz. Nişantaşı veya Beyoğlunda lüks
kafesinde günün moda filmini izleme saatini bekleyenlerin gözüne sokmamız
gerekmiyor mu? İşte tamda Avrupanın başkentinde bu gerçekleri sunmamızın
zamanıdır. Tersinide yapmamız gerekiyor. Bu rjuvaların yaşamlarından
mekanlarından kareleri direnişlerin olduğu bölgelerde sergilememiz gerekiyor.
Direnişçilere siz burada direnirken onların dünyası bu diyebilmeliyiz. Bunlar
fotoğrafçıların yada sanatçıların güçlerinin üzerinde işlerdir. Bunları
organize edecek başta sendikalar olmak üzere emek örgütleridir. Bu örgütler
çağrıda bulunacak fotoğrafçılar ve sanatçılar bu çağrıya ses vereceklerdir.
Yine pratikte redfotoğraf bunu küçük bir uygulama olarak göstermiştir.
Evet burnumuzu burjuvazinin yarattığı
imaj dünyasının içine sokup karıştırmanın zamanıdır.
Kendi
gerçekliğimizin imajını oluşturmamız ve burjuvazinin gözüne sokmamız gerekiyor.
Hemde onların araçlarıyla. İşçi sınıfının moral motivasyonunu yükseltmek ve
görüntünün sağladığı algılama ve düşünme kanallarını geliştirme adına .Ne
diyorsunuz imkansız mı?
FOTOĞRAFLAR
Fotoğraf: Özcan Yaman
AKEPE hükümetinde Tekel direnince sahip çıkıyormuş gibi davranan CEHEPE ‘ye sormak lazım
İzmir KENT A.Ş’ de direniyor niye görmüyorsunuz?
2-) Fotoğraf: Selçuk Alp (redfotoğraf)
TEKEL Direniyor!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Yorumlarınızı yazarsanız yardımcı olursunuz...