Translate

Bu Blogda Ara

25)26 temmuz 2009-- DİRENİŞ VE FOTOĞRAF (Kent AŞ’de direniş sürüyor.)

EVRENSEL GAZETESİ
KADRAJ
25)26 temmuz 2009
Özcan Yaman






DİRENİŞ VE FOTOĞRAF
(Kent AŞ’de direniş sürüyor.)


İnsan neyle yaşar?
Sayın Baylar , bize hep ders verirsiniz:
“Aman, günah, ayıp, kötü, yanlış.”
Aç karnına kuru öğüt çekilmez
Önce doyur beni, ondan sonra konuş.
Sende göbek, bizde ahlak nedense.
Şimdi bizi iyice dinle bak:
İster şöyle düşün, ister böyle
Önce ekmek gelir, arkadan ahlak.
Artık vermek gerek , unutmayın sakın
Tüm nimetlerden, payını yoksulların.
İnsan neyle yaşar: Ezip hiç durmadan
Soyup, dövüp, yiyip yutarak insanları.
Yaşayabilmek için hemen unutmalı
İnsanlığını unutmalı insan
Katı gerçek burdur, kaçınılmaz.
Kötülük yapmadan yaşanamaz
Efendiler bize ahlaksız dersiniz
Kötü kadın, utanmaz, fahişe
Aç karnına suçlanmak hiç çekilmez
Önce doyur beni ondan sonra söyle
Sende şehvet, bizde edep nedense
Şimdi bizi iyice dinle bak:
İster şöyle düşün, ister böyle
Önce ekmek gelir, ardından ahlak.
Artık vermek gerek, unutmayın sakın,
Tüm nimetlerden, payını yoksulların!
Bertholt Brecht

Kent A.Ş. işçilerini 2 Temmuz  tarihinde İzmir Karşıyaka’daki işyerlerinin  önündeki alanda aileleriyle kurdukları çadırlardaki direnişlerinde ziyaret ettik. Yıllardır çalıştıkları işyeri önünde, eylemdeydiler, karıları, kocaları vede çocuklarıyla. Basın açıklamaları yapıldı, Sloganlar atıldı ve dayanışma duygularıyla ayrıldık. Basından özellikle Evrensel Gazetesi ve Hayat televizyonundan eylemlerini biliyorduk. Ben haberlerin ötesinde fotoğrafa ilişkin bir şeyler söylemek istiyorum.
Öncelikle yanda gördüğünüz afiş-el ilanından söz etmek istiyorum. Kim çekmiş bilmiyorum. Tahminim cep telefonuyla çekilmiş olabilir. İş verenin adamları ve karanlık güçleri tarafından direnişi kırmak için eylemci işçilere saldırılmış. Yine tahminen basın ve destek ziyaretçilerinin olmadığı bir zamanlamada olabilir. Darp edilirlerken, direnmişler. Çoluk çocuk kan içinde kalmışlar, yaralanmışlar.     Artık yapacakları iki şey vardır. Ya Allaha havale edip direnişi bitirip, yoksulluklarıyla baş başa kalmak yada kazanana kadar direnmek hem de ölümüne…İşçiler ikincisini seçmişler. Halbuki işveren birincisini seçeceklerini düşünmüştür. Bu saldırıya karşı koyuş da fotoğraflarla belgelenmiş. İşte bu fotoğraflar o gerçekliğin hakikatini ortaya koyuyor. Ya fotoğraflar olmasaydı.? Anlatacaklardı yalnızca, zamanla hafızalardan silinecek ve bu hakikat o acıları çekenlerce onların gerçeği olarak yok olacaktı. Oysa ki şimdi bu fotoğraflar sayesinde bizleri de çektiklerine ortak ediyorlar. Evet dikkatlice bakın işçi kadının yüzüne, kucağındaki bebeğe dikkatlice bakın. Ne görüyorsunuz? Anneniz? Kardeşiniz? Karınız? Yada siz, ya bebeğin durumu? Boynu bükülmüş dünyadan habersiz annesinin parmağını sıkıyor. Oysa ki annesinin kararlı ruhu kolunu kaldırışından belli. Önce ekmek gelir diye bağırıyor duyuyor musunuz.?
Alt karede, yüzü yara bere içinde kalmış işçinin kucağındaki çocuk ? Ağlamaktan gözleri şişmiş, saçları zindanın demirleri gibi gözlerini kapamış. Uzun söze gerek var mı?
Hangi adalet,  ekmek mücadelesini, kader anlayışı olarak sunabilir? Hangi hukuk hak alma mücadelesinin önüne geçebilir ki? Yeter ki inanç ve kararlılıkla direnenlerin, direnişleri sınıfla buluşabilsin.
Fotoğraflar ve fotoğrafçılar şahittir. O nedenle taraftır. Adaletsizliğin ve hukuksuzluğun sessiz tanıklarıdır. İşçiler kendi sorunlarını, yine en iyi kendileri anlatabilir. Biraz merak, biraz ilgi en azından kendilerini ifade etmede bir araç olarak fotoğrafı kullansınlar. Direnişlerini, Sevinçlerini belgelesinler diğer sınıf kardeşleriyle evrensel bir dille paylaşsınlar. Bu konuda daha önce yazmıştım. Tekrar ediyorum. Çektiğiniz fotoğrafları yollayın, Sorularınızı yazın, paylaşalım, yayınlayalım, sergileyelim. Bu amaçla işçilerle fotoğraf atölye çalışmaları yapalım. Deneyimlerimizi ve bilgilerimizi paylaşalım. Bu vesile ile özellikle duyarlı sendikalar ve emek örgütlerine sesleniyorum; İşin öznesi olan işçiler yaşadıklarını kendileri fotoğraflayabilir ve görselliği kullanarak mücadelede bir araç olarak kullanabilir.
Kendilerini ziyaretimiz sırasında çektiğim fotoğrafları sizlerle paylaşıyorum. Dikkat edin, Fabrikada bir yazı var –önce ahlak –diyor, muhtemelen başında da -önce vatan- yazıyordur. Önce ekmek diye niye yazmıyorlar? Brecht’in dediği gibi; Önce ekmek gelir, ardından ahlak.
Adaletsizliği yaratanlar; fotoğraftaki çocukların yüzlerine bakın ve utanın utanın utanın.            Bu çocuklar, annelerinin, babalarının üç kuruş ve bir iş için mücadelenin harında pişiyorlar. Sizlerin çocukları tatil yaparken, Yarın ki işçileri, sizlerden devralacakları sömürü çarklarını daha iyi işletme için eğitilirken, bizim  çocuklarımız  yangın yerinde harlanıyorlar duyuyormusunuz?
Kent AŞ.direnişcilerinin şahsında, ekmek ve adalet mücadelesi veren tüm direnişlerdeki işçi ve emekçilere mücadelelerinde başarılar diliyorum.  .
Her zaman söylediğim gibi, Fotoğraflarınızı ve sorularınızı beklerken bol fotoğraflı haftalar…

















Fotoğraflar: Özcan Yaman

    

24)18 temmuz 2009--DÜNYA TARİHİ VE FOTOĞRAF

EVRENSEL GAZETESİ

KADRAJ
24)18 temmuz 2009
Özcan Yaman



DÜNYA TARİHİ VE FOTOĞRAF

"Eğer bir öyküyü sözcüklerle anlatabilseydim bir fotoğraf makinesinin arkasından sürüklenmem gerekmezdi " Lewis Hine

Fotoğraf yapmaya başladığım yıllarda mimarlık bürolarında ve inşaat firmalarında bir fotoğraf görürdüm. Güzel çercevelenmiş ve büyük boy. Mekanın en güzel yerinde asılıydı. Kiminde fotoğrafçının ismi yer alırdı Lewis Hine. Bir inşaatta çalışan, yerden metrelerce yüksekte demir kolona oturmuş işçiler.
O firmalar sanki kendi inşaatlarının reklamını yapıyorlardı. Bu fotoğrafları da övünç kaynağı olarak kullanıyorlardı. Geçen haftalarda katıldığım “Genç işçiler buluşuyor kampında” Dr.Erkan Aydoğanoğlu’nun Sendikalar ve siyaset- Kapitalizm ve Kriz konulu sinevizyonlu sunumunda bu fotoğraflarla ve Lewis Hine ile tekrar karşılaştım. Aynı fotoğrafların karşılıklı kullanım biçimleri…
Bizleri 17. yüzyıl sonlarından alıp 21. yüzyıla getiren güzel bir sunumdu. İşçi sınıfının mücadeleler tarihi ve gelinen kriz in nedenlerini ortaya koyması bakımından önemliydi. Önemli olan bir diğer noktada başta Lewis Hine’nin olmak üzere belgesel fotoğraflardı. Fotoğraf atölye çalışmalarında işlediğimiz belgesel fotoğrafın, yaşadığımız dünyanın gerçekliğini ortaya koyması bakımından önemini pratikte işçi sınıfı mücadelesindeki yerini bizlere gösteren Dr.Erkan Aydoğanoğlu arkadaşa teşekkürlerimi bir kez daha sunuyorum. Seminerden çıkan arkadaşların ‘iyiki fotoğraf atölyesine gelmişiz, anlattıklarınızın ne kadar önemli olduğunu gördük’ demeleri beni daha da mutlu etti.
Yaklaşık 200 yıllık tarihi incelediğimizde neredeyse belgesel fotoğraf, sınıfsal mücadeleler tarihi ile gelişimini bir eş zamanlılık ile kuruyor. Fotoğraf ın icadından bu yana olan gelişmeler toplumsal değişim ve mücadeleler tarihiyle senkronlanıyor.
Dünyada…1785 buharlı makineların tekstil  atölyelerinde kullanılması, 1789 Fransız devrimi, 1810-1812 makine kırıcılığı yılları, 1820 işçiler örgütlenmeye başlıyorlar, 1824 yılında  İngiltere de ve 1884 yılında Fransa da  sendikalar yasal örgütler olarak tanınıyor. 1826 dünyanın ilk fotoğrafı. 1844 F.Engels’in ‘İngiltere de emekçi sınıfın durumu’ eserinde sendikalarla ilgili tesbitler önem taşır. 1848 Komünist manifesto yayınlandı, 1864 I.Enternasyonel toplandı.( Uluslararası emekçiler Birliği), 1886 1 Mayıs, 1871 Paris komünü, 1871 ler Paris komününde barikatlarda çekilen fotoğraflardan teşhisle yakalanıp öldürülen komünist ve devrimciler. 1890 Belgesel fotoğrafçı Jacop Riis’in diğer yarı nasıl yaşıyor? Fotoğrafları, 1900-1920 yıllarında Lewis Hine’nin sosyal belgesel fotoğrafları.1914-1918 I.Emperyalist Paylaşım savaşı,  1917 Ekim devrimi, 1919 III. Enternasyonel kuruldu, 1921 yılında dünya sendikalar kongresi sonunda bölünme ve Kızıl sendikalar enternasyoneli ( Profinter) ile Uluslar arası özgür sendikalar  federasyonu (İFTU) ortaya çıkmıştır.1929 Amerika’da Büyük kapitalist kriz … ve diğer belgesel fotoğrafçıların çalışmaları bu yıllar ve sonrasını bizlere sunuyor…
Türkiye’de 1835 yılında ilk fabrika kurulmuştur. (Haliçte fes fabrikası, şimdiki feshane), 1860 Sendika olmayan yardımlaşma denekleri benzeri işçi örgütleri, 1863 yılında Zonguldak kömür madenlerinde  Osmanlı döneminin ilk grevi gerçekleşir. 1879 yıllarında grevler yaşanır fakat adı işin durdurulması anlamına gelen ‘Tatil-i Eşgal’ dir…, 1894 Osmanlı amele cemiyeti kurulur, 1908 II. Meşrutiyet , 1908 sonrası yarı feodal yarı kapitalist üretim ilişkileri işçi sınıfının gelişmesi yılları olmuştur. 1910 Osmanlı toprakları üstünde Hüseyin Hilmi bey (İştirakçi Hilmi) tarafından ilk sosyalist parti ‘Osmanlı sosyalist fırkası’ kurulur. Kısa bir zamanda ‘Memleketin emniyet ve asayişi namına kapatılır. Birinci Emperyalist Paylaşım savaşı sıralarında  ve işçi hareketleri ve sosyalist akımlar İttihat ve Terakki Fırkası tarafından bastırılır.
Dünya ve Türkiye tarihine baktığımızda, Kapitalizmin ortaya çıkışı ve gelişiminin sınıfsal mücadelelerin de tarihini oluşturduğunu görüyoruz. Açlık ve yoksulluğun ezilenlerin kaderiymiş gibi sunulmalarına karşılık, gelişen ve mücadele eden işçilerin bunun bir kader değil kapitalizmin sömürüsüne karşılık, üretim araçlarına sahip olma mücadelesidir.
İnsanların kaderlerini değiştirmek için, en azından ‘nesnel gerçekliğin’ farkına varmalarında ise fotoğraf önemli bir rol oynamıştır oynamaktadır.
Yukarıdaki liste uzar gider. Yararlı olacağını düşünerek belgesel fotoğraftaki gelişmeleri gösteren kronolojik bir listeyi inceleme ve araştırma yapacak arkadaşlar için sunuyorum:
Joseph Nicephore Niepce (1765 – 1833), Louis Jacques Mande Daguerre (1787-1851),William Henry Fox Talbot ( 1800-1877), Hippolyte Bayard (1801-1887),Robert Adamson (1821-1848), David OPctavius Hill (1802-1870), Andre Adolphe Eugene Disderi (1819-1889),Nadar (1820-1910),Etienne Carjat (1828-1906), Roger Fenton (1819-1869),James Robertson (1813-1888), Abdullah Biraderler (1865), Mathew B. Brady (1823-1896), Alexander Gardner (1821-1882),Timothy O’Sullivan (1840-1882), Julia Margaret Cameron (1815-1879), Frank M. Suttcliffe (1853-1941),Peter Henry Emerson (1856-1936)
 Eadward Muybridge (1830-1904), Etienne Jules Marey (1830-1904),Jacob A.Riis (1849-1914), Lewis Wickes Hine (1874-1940
 ), Eugene Atget (1857-1927),Jacques Henri Lartigue (1894-1977), Erich Salomon (1886-1944), Felix H. Man (1893-1985), August Sander (1876-1964), Brassai (1899-1984), Henri Cartier Bresson (1908-2004), Bill Brandt (1904-1983), Robert Doisneau (1912-1995), Weegee (1899-1968),Margaret Bourke White (1904-1971),W. Eugene Smith (1918-1978), Dorothea Lange (1895-1965), Walker Evans (1903-1975), Robert Capa (1913-1954), David Douglas Duncan (1916), Don McCullin (1935),Philip Jones Griffiths (1936), Robert Frank (1924), Ara Güler (1929),Josef Koudelka (1930), Sebastia Salgado (1944) Diana Arbus (1923-1971), Gary Winogrand (1928-1984), Bruce Davidson (1933),Lee Friedlander (1934), Larry Clark (1943)

Lewis Hine, 1900-1930  yılları arasında çektiği Yoksullar,Göçmenler, Çocuk işçiler, ve Empire State Building'te çalışan işçilerin fotoğraflarıyla sosyal belgeci fotoğraf ustası olarak adını tarihe kazınmayacak biçimde yazdırmaıştır. Lewis Hine, estetikten yoksun bir aktarmacı olmamıştır. Fotoğraf estetiğinin nasıl olacağınıda göstermiştir. Birinci dünya emperyalist paylaşım savaşı başladığında objektifini savaşa çevirdi ve savaşın yıkımını görüntüledi. Fotoğraf yazarları Hine için, "Çalışma mekanları ve koşulları düşünüldüğünde fotoğrafları daima iyi hatta mükemmeldi" diyorlar. Amerika işçi sınıfını çekmeye başladı. Empire State Building'te çalışan işçilerin 1000'den fazla fotoğrafını çekti. Fotoğraflarını Çalışan Adamlar (Man at Work) isimli bir kitapta topladı. Gökdelen iskelelerinde çekilen fotoğraflar aynı zamanda çalışanları yüceltiyordu.
Amerika'ya gelen göçmenleri vahşi sömürü koşulları bekliyordu. Lewis Hine'in, işçilere duyduğu sevgi, onların yaşam koşullarını değiştirme isteği, çocukların çalıştırılmasına duyduğu tepki, salt bir aydın tepkisi değildi. Bütün zamanını insanlık dışı biçimde  14-15 saat sefalet ücretiyle çalışmak zorunda bırakılan işçilere adamıştır denilebilinir, Bu durum Hine'ın içini sınıf kiniyle doldurmuştur. Ve kendini, bu insanların yaşamlarına karşı sorumlu hissetti. Objektifini "aşağıdakilerin" öykülerini anlatabilmek için sömürü çarklarına çevirdi. Amerikan rüyasına sırtını dönen Hine, geleceği, yoksulların ve ezilenlerin tarafında yer alarak gösterdi. Lewis Hine'nin, fotoğrafları, zulme ve sömürüye karşı bilinçli olarak kullanılan araç oldu, daha iyi bir yaşam kurmalarına yardım amacıyla birçok dergide, raporda kullanıldı. Fotoğrafları adaletsizliğin kanıtlarıydı. Çünkü Hine, gerçek dünyanın, gerçek insanlarını çekiyordu.
Göçmenler, Amerikan burjuvazisi için ucuz işgücünden başka bir şey değildi ve buna çocuklar da dahildi. Uzun ve ağır çalışma koşulları, kötü evlerdeki yaşam çocukların gelecek umutlarını daha yeşermeden tüketiyordu. Bu gözlemlerini Çocuk Emeği Bülteni'nde yazdı: "...yıllardır Maine'nin konserve fabrikalarından Teksas'ın tarlalarına binlerce sanayi topluluklarında, sürüklenip duran çocuk işçileri izledim. Onların trajik hikayelerini dinledim ve kazanma şanslarının bulunmadığı bu endüstri oyunundaki mücadelelerini gördüm. Keşke edindiğim deneyimleri, tanık olduğum yaşamları size kuşbakışı izletebilseydim."
Hine yılmadı, fabrikalarda, atölyelerde işçileri çekebilmek için kılıktan kılığa girdi. Patronların karşısına bazen bir serseri, bazen bir pazarlamacı olarak çıkıyordu. Yangın müfettişi, sigortacı, İncil satıcısı. Fotoğraf çekebilmek için her yolu deniyordu. Fabrikaya girmeyi başaramadığında erken saatlerde işçi evlerini ziyaret ederek yorucu ve uzun bir güne başlayacak olan çocuk işçilerin fotoğraflarını çekiyordu.
Lewis Hine’ın fotoğrafları, işgücünün kötüye kullanımına ait federal yasaları etkilemiş ve bu yasalar değiştirilerek çocuk işçiliğinin önlenmesi ve daha insanca çalışma koşullarının oluşturulmasına katkıda bulunmuştur. Sosyoloji üzerine eğitim almış. Öğretmenlik yapmış olan Lewis Hine hala bizlere öğretmeye devam ediyor.
1920 ‘li yıllara oranla daha modern görünseler de aynı sorunları yaşamıyor muyuz.? Kapitalizmin krizleri devam ediyor. Çocuk işçiler yine var, Terörle mücadele adına çocuklar sorgulanıyor hapse atılıyor,Savaşlar emperyalistlerin oyun alanları olmaya devam ediyor. Kredi kartları mağduru insanlar intihar ediyor. Her geçen gün yoksullar daha yoksul, zenginler daha zengin olmaya devam ediyor. Önce vatan,önce ahlak diyerek ezilenleri milliyetçilik, ulusallık batağında yok etmeye çalışıyorlar. Vatan insanın karnının doyduğu yerdir. Yoksulluğun vatanı olmaz. Ekmek olmadan ahlak olmaz. Tarih bizlere bunları gösterir. Bugün yaşadıklarımıza bakınca, dertler değişmeden, tarihlerinde değişmediğini görüyoruz. O zaman tarihi değiştirmek için verilen mücadelede, fotoğraf makinelarını bir silah gibi kullanmak biz fotoğrafçıların işidir...

Bol fotoğraflı bir hafta dilerken önerilerinizi ve fotoğraflarınızı beklediğimi hatırlatırım.


















23)12 temmuz 2009--Öteki Yarı Nasıl Yaşıyor? “How the Other Half Lives?”

EVRENSEL GAZETESİ

KADRAJ
23)12 temmuz 2009
Özcan Yaman


Öteki Yarı Nasıl Yaşıyor?
“How the Other Half Lives?”

" Çaresiz kaldığım zamanlarda gider, bir taş ustası bulur, onu seyrederim. Adam belki yüz kez vurur taşa. Ama değil kırmak, küçücük bir çatlak bile oluşturmaz. Sonra birden, yüzbirincide taş ikiye ayrılıverir. İste o zaman anlarım ki; taşı ikiye bölen o son vuruş değil, ondan öncekilerdir.
Jacob Riis

Fotoğraf tarihine baktığımızda , Joseph Nicephore Niepce ‘den den itibaren Jacop August Riis ‘e  gelene kadar bir çok ünlü ve fotoğrafa emek vermiş fotoğrafçıları görüyoruz. Kuşkusuz ki bu insanların fotoğrafa olan katkıları yadsınamaz. Kiminin çalışmaları daha kaliteli teknikler geliştirmek, kiminin katkıları o dönem burjuvalarının portreleri ile kimilerinin de  savaşı ilk çeken ama nesnel gerçekliğinin dışında sanki piknik yapıyorlarmış havasında olan fotoğraflar olsun. Bugün hepsi birer belge. Hem de yeni icatın hakim sınıfların elinde nasıl kullanıldığını da gösteren bir belge olarak tarihteki yerlerini almalarını sağlamışlardır. İşte böyle bir ortamda Jacob A.Riis adında bir fotoğrafçı gözleri başka bir yöne çevirtiyor. Artık fotoğraf ötekilerini de göstermeye başlamıştır. Daha sonraları bu yolda ürünler veren bir çok fotoğrafçı yetişmiştir. Fotoğraf tarihinde ilk olarak, belgesel bir bütünlük içinde yayınlanan fotoğraflar olması nedeniyle Jacob Riis önem kazanır. Riis, Henüz fotoğrafın icadından (1826) 60 yıl kadar kadar sonra fotoğrafın ne kadar güçlü bir araç olduğunu bizlere göstermiştir. Yeter ki kullanmayı bilelim dercesine…

Belgesel Fotoğraf ‘ta bir usta
Jacop August Riis (1849-1914)

1890’larda Amerikan halkının yaklaşık yüzde yirmisi evsizdi; her dört kişiden biri işsizdi; hastalıklar kol geziyordu ve sağlık hizmetleri nüfusun büyük bir kesimine ulaşmıyordu. Toplumsal ihtilaflar her yerdeydi: bugün görülmemiş ölçülerde şiddet içeren grevler yaygındı; toplumun zengin ve yoksul katmanları arasında derin bir uçurum vardı; siyasi partiler güç sahiplerinin elindeydi ve yerel yönetimler yolsuzluk batağına saplanmıştı. Kargaşanın hakim olduğu bu ortama her gün, yalnızca kendi dilini konuşan yeni göçmenler ekleniyordu. Her dört kişiden yalnızca birinin ebeveynleri Amerika’da doğmuştu. Amerika’ da yoksulluk, gelecek olan buhranı gösteriyor. Kapitalizm ağır ağır büyük bir krize doğru gidiyor. Kimse yoksulların nasıl yaşadığıyla ilgilenmiyor. Ülkeyi yöneten bir avuç mutlu azınlık ve onların kurdukları hayır kurumları kermeslerle laylay lom yapıyor. Bir yandan da gelişen sanayileşme göç ve ucuz iş güçü sağlıyor.
 İşte bu sıralarda Danimarka’da marangozluk yapmakta olan Jacob A.Riis, Amerika’ya göçmen olarak gider. New York’ta işsiz olarak, geçici barınma evlerinde kalır. Uzun bir süre göçmen olarak işsizlerle yoksulluğu yaşar. Yoksulluk ve nedenleri üzerine çalışır
Yazılar yazar .Bu yazı ve raporları kent sağlık örgütüne verir. Bir sonuç alamaz. Bu sıralarda South Brooklyn News, New York Tribune. gazetelerinde iş bulur ve polis muhabiri olarak çalışır. Bir muckraker ( kamu örgütlerinin kamu çıkarlarına ters düşen uygulamalarını araştırarak bunları açıklamak amacını güden gazeteci) olarak  Scribner's Magazine ‘de Amerika’nın ilk foto muhabiri olarak çalışmasını sürdürür.1889 yılında foto röportaj kitabı yayınlanır. “How the Other Half Lives?” (Öteki Yarı Nasıl Yaşıyor?) Kitabının arka sayfasında kendi oturduğu binanın fotoğrafını da kullanır.
(Bu arada, Yanarak flaş ışıkları oluşturan magnezyum tozunu ilk kez kullanan fotoğrafçı olduğunu da ekleyelim.)
Daha sonra Riis hazırladığı raporu kitap ile birlikte Kent Sağlık Örgütü'ne yollar. Riis 'in daha önce görsel malzeme kullanmadan hazırladığı raporla hiç ilgilenmeyen Kent Sağlık Örgütü,  Riis’in fotoğraflarına  inanılmaz ilgi göstermiş ve yoksul mahallelerde yaşam koşullarının iyileştirilmesi için çalışmalara hemen başlamışlardır. Bu olay belgesel fotoğrafın toplumsal işlevinin  güzel bir örneği olarak sonraki kuşaklara yol göstermiştir.. . …” Yoksullar kaderlerini belirlemekten çok, o kaderin kurbanlarıdır.” Diyen Riis,  Yoksulların; açlığı ve sefaleti kader olarak kabullenmelerine karşı çıkar. Bu konuda yardımcı olabilecek kişi ve kurumları harekete geçirecek yollar arar. Bu konuda yapabileceği şeyi yani fotoğrafı kullanır.
Sanat kaygısı yoktur bu fotoğraflarda, amaç sadece gerçekleri göstermektir. Yaşanılan ve varolan gerçeğin doğrudan aktarımı vardır. Kendiside yıllarca yaşadığı yoksulluğu, daha inandırıcı ve etkili olması için -hele o yıllarda pahalı ve zor bir zenaat olan- fotoğrafla anlatma yolunu seçmiştir. Aynı dönemlerde edebiyat alanında Sinclair, J.Steinbeck  gibi yazarlarda aynı sorunları anlatan romanlar yazmışlardır. Halkın sorunlarını duyumsayıp ortaya koymuştur.
Fotoğraf tarihi bakımından önemi ise ; Yaşadığı yoksulluğu görsel olarak bir fotoröportaj tarzda ilk olarak kullanmasından gelmektedir. Sınıfsal farklılığı, aradaki uçurumu objektif olarak yansıtmıştır. Fotoğrafları, normal objektifle çıplak gözle göründüğü biçimde çekmiştir.
Fotoğraflarda, kaba gerçekliğin anlatımını görüyoruz. Sorunların nedenleri ve çözümleri için ya da yoksulluğun kaynağı nedir? sorularının cevabını bulamıyoruz. Yine yoksulluğun nedeni olanlar tarafından kurulan dernek ve vakıfların belki de bu gerçeği örtmek için bile olsa sundukları katkıları görüyoruz. İşte bu anlamda Riis’in fotoğraflarını belgesel olarak yorumlayabiliriz..  
 Daha sonra: Yoksul çocuklar, 1892Mulberry caddesinin dışı, 1898- kentin yoksul semti ile savaş, 1902 ve Yoksul evde  çocuk- 1903 yazı ve fotoröportajları yayınlanır. 26 Mayıs 1914 yılında yaşama veda eder.
New York`taki evi müze olarak kullanılmaktadır.*

*Jacob Riis, whose autobiography, The Making of An American, was published in 1901,
 died in Barrie, Massachusetts,.

Önümüzdeki hafta fotoğraflarını çoğunuzun bildiği Sosyal belgeselci fotoğraf ustası Lewis Hine’yi inceleyeceğiz. Fotoğraf dolu haftalar dilerim…











22)04 temmuz 2009-- İŞÇİLER VE FOTOĞRAF

EVRENSEL GAZETESİ
KADRAJ
22) 04 temmuz 2009
Özcan Yaman




İŞÇİLER VE FOTOĞRAF

 “ İnsanların fotoğraflarını çekmek istiyorsanız öncelikle o insanları tanımayı öğreniniz. İnançlarını, tavır ve hareketlerini, hislerini anlamaya çalışınız. Biliniz ki kültürünüz ve meşgul olduğunuz konu hakkındaki bilginiz ne kadar derin olursa, başarı oranınız da o kadar büyük olur."
 W. EUGENE SMITH

Bugün burjuvazi sanat ve kültürün hamisi, bekçisi olduğunu ileri sürüyor. Dahası yatırımını yapıyor. Galerileri, müzeleri boşuna açmıyor. Beyoğlu’nda Aksanat altındaki marketi Teknosa’yı dahi sanat galerisine çeviriyor. Kriz mıriz dinlemiyor. Bilindiği gibi İstanbul’u yoksullardan temizleyip dünyanın sayılı finans ve sanat merkezi haline getirecekler. Özetlersek neoliberal politikalarını sanat ve kültürle süslüyorlar. Açık ve kapalı alanları kullanıp sanat icra eyliyorlar. Trajediyi kullanıyorlar. Geçmişten bugüne güncellikten düşen her trajik olanı yeniden sunuyorlar/sanat yapıyorlar. Bugün insanlar ölürken ilgilenmeyip yıllar sonra bu olayları işleyip sanatsal yaratıda bulunuyorlar. Yıllar sonra bugün yaşananları Kürt sorununu, dahi işlediklerine şahit olacağız. Emek örgütlerinin bu konularda politikası var mı? Yok. Neyse bu konu uzar gider.
İşçiler emekçiler yaşamlarını kendileri belgelemeli. Bu gün yaşadıklarını kendileri dile getirmeli. Fotoğraf bu anlamda bir araç olabilir. Tıpkı 1890’larda Jacop Riis’in yaptığı gibi, Lewis Hine’nin yaptığı gibi.1944’lerde Almanya’da işçilerin yaptığı gibi. Bu işçi fotoğrafçılar işlerinden artırdıkları zamanlarda fotoğraf çekiyorlardı. Makinalarını kendilerine çevirmişler ve işin öznesi olan işçilerin günlük yaşamlarını belgeliyorlardı. Teknolojini geliştiği günümüzde neden bu alanlarda ilk elden işçilerin kendilerinden fotoğraflarla çalışmalar yapılmasın? Tuzla’da yaşananlar Sabah gazetesinden Sadık Güleç’in çektiği mülteci kampı benzetmeli fotoğrafından sonra duyulmadı mı? Halbuki o güne kadar muhalif basında bol bol işleniyordu. Ama eksik olan çarpıcı, hikayeyi anlatan etkili fotoğraflardı. Yani fotoğrafın görsel gücü. Bu alanda fotoğrafla kendi sorunlarını işleyecek işçi fotoğrafçılar yetişmeli. Sergilerle albümlerle muhalif basında seslerini duyurarak işçi sınıfı mücadelesinde önemli ilerlemeler sağlayabilirler. Bu konuda yardımcı olacak eğitim verecek fotoğrafçılarda var.
Bu vesile ile sesleniyorum. Genç işçi arkadaşlar fotoğraf çekin,proje geliştirin. Ben kendi adıma yardıma hazırım. Bu konularda zaman zaman girişimler olduğunu biliyorum. Fakat bunlar genellikle dışarıdan yapılmaya çalışılıyor. Oysaki işin öznesi sizlersiniz. Evet geçen haftalarda işçi bir arkadaşın seslenmesi bu haftanın konusunu belirledi. Haftaya işçi ve emekçilerin yani yoksulların sorunlarını dert edinip, belgesel çalışmanın öncülüğünü yapmış
olan Jacop Riis ve Lewis Hine ustaların kısa hayat hikayeleri ve fotoğraf örnekleriyle devam edeceğim.
Fotoğraflı bir hafta dilerken, düşünce öneri ve fotoğraflarınızı beklediğimi hatırlatırım.
Beğeneceğiniz umuduyla kendi fotoğraflarımı paylaşıyorum.



 














Sanat nerede ve kim için büyüyo? 

 










İşiniz bitti, güe güle…














Gülmek bizim de hakkımız…

 













Makinanın parçası-mıyım.?

21)28 haziran 2009--"HER ŞEYİ YENİDEN YAPACAĞIZ!"

EVRENSEL GAZETESİ
KADRAJ
21) 28 haziran 2009
Özcan Yaman



Fotoğraf: Çağlar Mirik – Adana       “Emeğin ışığı”

"HER ŞEYİ YENİDEN YAPACAĞIZ!"

Bu köşede daha önce fotoğraflarını paylaştığımız
Çağlar Mirik arkadaşın gönderdiği iki maili birleştirerek sizlerle paylaşıyorum. Çağlar’a da gösterdiği ilgi ve düşünceleriyle birlikte  bu güzel fotoğrafı paylaştığı için teşekkür ediyorum.

Özcan hocam merhaba,
14 Haziran Kadraj köşenizdeki yazıyı okurken şunları düşündüm:
Türkiye'de İşçi Sınfı Kültürü'nü yaşatacak, geliştirecek, yeterli kapasitede bir kültür/gösteri merkezinin olmayışı elbetteki büyük eksiklik ve bu yanıyla köşenizden bu konuya değinmeniz isabetli olmuş ve okuyucuları bu yönlü düşünmeyi de sağladınız, teşekkürler. Sanırım sendika merkezleri otel vb işletmelere verdikleri önem ve enerji kadar, bu iş için verseler tarih yazarlar demek yanlış olmaz... Gel gelelim ki sendikaları bırakalım böylesi bir görüşe sahip olmalarını, işçilerin canlarını yakacak, ililklerine kadar sömürülmelerinin (daha da çok sömürülmelerinin) karşısında layıkıyla dik duramamaktadırlar... Neyse, konu buradan uzar. Evet, işçilerin aileleri ile birlikte tatil yapacak, dinlenecek yerlere ihtiyaçları vardır ve bazı sendikalar bu ihtiyacı çok da iyi karşılıyorlarken aynı işçilerin/ailelerinin kendi kültürlerine ait eserleri görme hakkı yokmuş gibi mi yaklaşılıyor acaba? böylesi bir girişim sendikalarla beraber birçok meslek kuruluşunu da harekete geçirebilir. (Hiç değilse böylesi bir kültür merkezinin gerekli her türlü tasarım işi için TMOBB'dan birçok gönüllü teknik emekçileri çıkacaktır.) Daha neler çıkmaz ama neyse, fol yok yumurta yok ben birden düşünmeye başladım işte... Bir başka nokta ise şu: Cezaevlerindeki mahkumlara fotoğraf yapmaya yönelik bir çağrınız olmuştu. Fabrikada çalışırken aklıma şu geldi, benzer bir çalışma işçiler için de mümkün değil midir? Yani sadece fabrika içinden bile neler neler yakalayabilir insan, diye düşündüm. Tabi bunun sınırları daha dar olacaktır ama olsun.
Tüm gün fabrikanın dışına çıkamayan işçiler de cezaevi mahkumlarına önerdiğiniz gibi fotoğraf yapma sürecine katılabilirler diye düşündüm.



… işçiyim. Bu aralar yoğun bir tempo ile çalışıyoruz, her akşam fazla mesaiye kalıyoruz bu nedenle de eve gelip dinlenmem ve gazeteyi dahi okumam güçleşiyor. Buna rağmen çabalıyorum… Neden fotoğraf? 
İnsan yaşadıklarına tanıklık eder/etmeli. Bu tanıklığı günlük hayatın akışı içinde geçici hafızasına kaydeder. Bir süre sonra ise silinip gider bu kayıtlar. Oysa kalıcı olmalı diye düşünüyorum bunlar. Başkaları ile paylaşılmalı. Bu birinci etken. Bu tanıklığı sanatın başka dalları ile de somutlamak mümkün olabilir. Ancak fotoğraftaki teknolojik / dijital gelişim çoğu insanın dikkatini bu yöne çekti. Belki ben de onlardan birisiyim. Günümüzde kullanılan dijital makinelerle yukarıda bahsettiğim tanıklığı kaydetmek artık daha kolay olabiliyor. 
Fotoğraf??? Diğer sanat dallarında üretimde bulunmak fotoğrafa nazaran daha çok çaba, sabır ve zaman gerekiyor. Mutlaka fotoğraf üretmek de kolay iş değil ancak biz amatörler için iş biraz bu yönlü işliyor. Bir de işçiyseniz ve sürekli işyerinde/fabrikadaysanız sanatsal üretime de bir yerden bağlanmak gerekiyor.
 Ayrıca fotoğraf öylesine güçlü bir alan ki cümlelerle, sayfalarla anlatacılak ifadeyi bir tek kare ile yakalamak mümkün oluyor. Buna sayısız örnek vardır, ama ilk aklıma gelen Sovyet resim sanatçısı Anton Fedor'un "Her şeyi yeniden yapacağız" adlı çalışmasıdır. Her şeyi yeniden yapmak bende kalabalık çağrışımlar uyandırırken, bu sloganı bir kadın işçinin güzel ve kendinden emin ifadesiyle kaydediyor Fedor. Yine sizin fotoğraflarınızda da böylesi bir etkiyi buluyorum, özellikle de kapitalizmin çirkinliklerle dolu çelişkilerini ortaya koyan fotoğraflarınız. Aklıma ilk gelen,  Sanırım Taksim Meydanı civarında çekmiştiniz, yerde gazete parçası üzerinde ekmek (ya da simit miydi?) yiyen o gariban, kimsesiz... Ve daha niceleri... Neden fotoğraf? Daha çok cevabı var bende. Ancak yeterince uzattım :))
Fotoğraf çekmeyi/üretmeyi bilmiyorum. Gördüklerimi kaydetmeye çalışıyorum sadece ve bunların birkaçını sizinle paylaştım.  Umarım fotoğraf konusundan az çok anlamaya başlarım. Çünkü fotoğraftan anlamak (bakmak, görmek ve onları en yalın ve vurgulu haliyle kaydetmek) her şeyden anlamayı gerektiriyor diye düşünüyorum. 
Uzatıp vaktinizi daha fazla almayayım... Size yine teknolojiden nasibini almamış bir fotoğraf daha, "Emeğin Işığı" isimli bu fotoğrafı gönderiyorum.




























20)21 haziran 2009-- TATİL, KAMP VE FOTOĞRAF

EVRENSEL GAZETESİ
KADRAJ
20)21 haziran 2009
Özcan Yaman



TATİL, KAMP VE FOTOĞRAF

Okulların tatil olmasıyla bazı ailelerde telaş da başlamış oldu. Aile fertlerinin tamamı olmasa da bir kısmı için tatile çıkma programları başladı. Tatil ve gezi deyince hemen akla fotoğraf makineları geliyor. Fotoğrafla uğraşanlara, ilk defa fotoğraf çekecekler katılacak.
Mutlu azınlık mensubu kimi gençler miskin miskin günlerini geçirip, baba parasıyla yurtdışında eğlenecekler. Kimi gençler bir iş bulup çalışmaya devam edecekler.  Bütçelerini ayarlayabilen gençler ise tatil yaparken hem eğlenecekler  hem de kendilerini geliştirecekler. Bu anlamda düzenlenen gençlik kampları önemli bir yer tutuyor. Kolektif yaşam, birlikte üretim içerisinde tatil yapacaklar. Daha önceki yıllarda katıldığım Dikili ve Gümüldür gençlik kamplarında Fotoğraf atelyesi çalışmalarında bulundum. Tanıştığım gençlerin bir  çoğu ile ilişkimiz sürüyor. Fotoğrafa hobi olarak başlayıp kamptaki atelye çalışmalarından sonra fotoğrafı sanatsal bir yaşam biçimine dönüştürerek, okullarında ve çevrelerinde aktif olarak ‘fotoğraf üretenler’ olmaları beni gerçekten sevindiriyor. Bu genç arkadaşlardan biri 2007 Dikili kampında tanıştığımız Nihat Karadağ. İktisat mezunu fotoğrafçı oldu. Bir süre Evrensel Gazetesinde çalıştı şimdilerde bir ajansta fotoğrafçılık yapıyor. Bu günlerde Marmara Üniversitesinde fotoğraf alanında yüksek lisans yapmak için uğraşıyor. Başarılar diliyorum.Geçen hafta mail yollayan Celal yıldırım’ da bu günkü yazımın konusunu oluşturdu. Mailini paylaşıyorum:
” Merhaba hocam ben kocaeli’nden Celal Yıldırım. Geçtigimiz yaz Gümüldür gençlik kampında tanışmıştım şizinle ve fotografa bakış açım o gündür degişti. Artık fotografın bir yaşam yansıması oldugunu, sizin söylemlerinizle daha iyi anlamış durumdayım. Fırsat buldukca fotograf çekmeye çalışıyorum. Hocam son zamanlarda cocuk fotografları çekiyorum onları çekmek hem daha kolay hemde fotografa yakışıyorlar. yine teknikten biraz uzağım hocam, konu odaklı çekiyorum bilmiyorum hata mı yapıyorum makinede zaman kaybetmek istemiyorum.
   Çektiklerim den bir kaçını size yolluyorum degerlendirmeleriniz önemlidir benim için…. 

Hep söylediğim gibi ‘Fotoğraf, yaşamımıza anlam katmak için bir araçtır. Kendimizi ifade yöntemidir. İçerik ve biçimsel yanlarının üst üste çakışması gerekir. İçerikten anlaşılması gereken seninde ifade ettiğin fikir ve bu fikrin yansıtılmasıdır. Bu da teknik sorunların giderilmesi ile olur.  Bu konu ile ilgili bu köşede yazdığım ‘zenaat ve sanat’ başlıklı yazılarımı yeniden okumanı isterim.
22-30 Ağustos tarihlerinde Balıkesir Gönen’de Birleşik metal iş Kemal Türkler eğitim ve tatil sitesinde ‘Kriz Kapitalizmin, Gelecek bizimdir!’ Sloganıyla düzenlenen yaz kampında, fotoğraf atölyesinde yeni genç arkadaşlarla buluşacağız.
Bu hafta Celal arkadaşın fotoğraflarını sizlerle paylaşıyorum.


Fotoğraflar: Celal Yıldırım - Kocaeli

Sevgili Celal Fotoğraflarda her şey yerli yerinde eline sağlık. Çekmeye devam…
Terörle Mücadele Yasası Mağduru çocuklarında, özgürce koşacakları günlere kavuşmaları dileğiyle…
 
 
 
 
 
 
 

 
 
 
 
 
 
 
 



Bu fotoğrafları görünce Aziz Nesin’in Çocuklarıma şiirini anmadan olmaz dedim. 
 
ÇOCUKLARIMA
 
Diyelim ıslık çalacaksın ıslık
Sen ıslık çalınca
Ne ıslık çalıyor diye bakacak herkes
Kimse çalamamalı senin gibi güzel
 
 
Örneğin kıyıya çarpan dalgaları  sayacaksın
Senden önce kimse saymamış olmalı
Senin saydığın gibi doğru ve güzel
Hem dalgaları hem saymasını severek
 
De ki sinek avlıyorsun sinek
En usta sinek avcısı olmalısın
Dünya sinek avcıları örgütünde yerin başta
Örgüt yoksa seninle başlamalı
 
Say ki hiçbir işin yok da düşünüyorsun
Düşün düşünebildiğince üç boyutlu
Amma da düşünüyor diye şaşsın dünya
Sanki senden önce düşünen hiç olmamış
 
Dalga mı geçiyorsun düşler mi kuruyorsun
Öyle sonsuz sınırsız düşler kur ki çocuğum
Düşlerini som somut görüp şaşsınlar
Böyle bir dalgacı daha dünyaya gelmedi desinler
 
Dünyada yapılmamış işler çoktur çocuğum
Derlerse ki bu işler bişeye yaramaz
De ki bütün işe yarayanlar
İşe yaramaz sanılanlardan çıkar.
 
Aziz Nesin
 
 


19)14 haziran 2009-- GÜNCEL SORUNLAR

EVRENSEL GAZETESİ
KADRAJ
19)14 haziran 2009
Özcan Yaman




GÜNCEL SORUNLAR

Bugün her kes demokrat! .
Ama kim veya kimlerin demokrasisi?
Yani takiye öyle işlemiş ki. Büyük sermaye demokrasi diyor, AKP demokrasi diyor, MHP demokrasi diyor. CHP demokrasi diyor, Polis,  Asker demokrasi diyor, Esnaf, İşçi ,Bilim adamları üniversitelerin yöneticileri demokrasi  diyorlar – sa  burada bi yanlışlık var demektir. Daha geçen ay Uludağ üniversitesi’nde bu demokratik güçlerini sergilediler. Bir fotoğraf sergisine bile tahammül edemediler. Neydi saldırılan? Kürt gerçeği, Neydi saldırılan CHP nin açılımları . Tabii bu ülkede demokrasi var. Sergi açılması bir haksa, baskı görmesi de doğaldır- mı?

Kürt meselesini TRT Şeş’le, 1 Mayıs’ı bayram yapmakla, Taksim’i sürekli bir pazarlık noktasında tutma çabalarıyla, Krizi bahane edip işçi haklarını gasbetmekle, Dergi satanı felç bırakıp, Protesto edeni işkence ile öldürüp pardon deyip demokratlığa sığınımak. Burjuvazinin demokrasi anlayışı değil midir.
 Oysa ki suyu yavaş yavaş kaynatıyorlar farkındamıyız?

O zaman izler karışıp, kavramlarda anlam değiştirir oldu.
Burjuvazi istediğini yine halk istiyormuş gibi, halkın ihtiyaçlarıymış gibi gösterip solculuk adına, demokrasicilik adına Sanatı her türlü sponsorluk mekanizmalarını işleterek  kullanıyor.
Halbuki mesele halkın çıkarlarına dayalı bir demokrasi mücadelesidir. Gelirin %15 lik dilimden alınıp  % 85 lik dilim arasında bölüşüm mücadelesidir. Üretim araclarına halkın sahip olma mücadelesinin adıdır.
Basınıyla Tv siyle hakim sınıf sorunlar icat edip halkı bu suni sorunlarla uğraştırıp kendi amaçları doğrultusunda istediği politikayı uygulamıyor mu?

Bu oyunları boşa çıkartma yolunda, hakikatçi olmak gerekiyor.
Şeriatçı-Laik, Suni-Alevi, Türk-Kürt, Kentsel dönüşüm diyerek Rantsal bölüşümle her şeyi metalaştırıp daha daha çok para demiyorlar mı? Kışkırtıcı ve halkı bölmeye, kardeş kavgası aşamasına getirip, apartta tutmak kimlerin işine geliyor?
Ve gerçek demokrasi için mücadelede buradan geçiyor. Artık gerçek miş gibi görünenlerin ardındaki hakikati göstermenin zamanı.

Sorumluluk duyan  sanatçılar, Yaşadığımız güncel sorunları Güncel sanat ortamına hızla taşımamız gerekiyor. Bu bilinçle deklanşörlerine  basan fotoğrafçılar diretelim. Ekonomik ve  demokratik mücadelenin harcı sanat ve kültür’dür.İşçi sınıfı mücadelesi sanat ve kültürsüz olmaz. Sermaye saldırı programlarını hep sanatla kamufle etmiyor mu? İstanbul’u sanat ve finans merkezi yapacağız diyerek  Sanat galerileri ve müzeler açma yarışına boşuna mı giriyorlar?
Başta büyük sendikalar örnek olmak zorundadırlar. Galeri bile yetmez, Kültür merkezleri açmalılar ve işçi sınıfının birikimlerini örgütlemeliler. Kırk yıl oluyor 15-16 Haziran büyük işçi direnişinin yıldönümündeyiz.1 Mayıs’ın yüzüncü yılını geride bırakıyoruz. Bırakalım müzeleri derli toplu bir merkez var mı? Güncel sorunlar can yakıcı ve bu sorunları Güncel sanat olarak sunacak sanatçılar nereye gidecek? Kişisel çabalar, Odalardan bozma kültür merkezleri yeterli mi? İşçilerle emekçilerle nasıl buluşacak bu sanatçılar?  Şairin dediği gibi; “Hem dert çok, hem dert yok! “

Bu hafta Polat Çağlayan ve Nil Keçeli arkadaşların fotoğraflarını paylaşıyoruz.
İki hafta önce hapihanelerdeki arkadaşlara bir fotoğraf projesi önermiştim. Katkılarınızı bekliyorum. Her hafta olduğu gibi bol fotoğraflı haftalar diliyorum.


 Fotoğraf: Polat Çağlayan
Tuzla

Ekmek dizimde
Yıldızlar uzakta tâ uzakta
Ekmek yiyorum yıldızlara bakarak
Öyle dalmışım ki sormayın
Bazen şaşırıp ekmek yerine
Yıldız yiyorum” 
Oktay Rifat










 

                                                                                                       








Fotoğraf : Nil Keçeli
Trabzon