Translate

Bu Blogda Ara

451-Ankara'dan Suruç'a, Hatice Çevik'e- Özcan Yaman- Evrensel- 5 Nisan 2019


Ankara'dan Suruç'a, Hatice Çevik'e

Özcan YAMAN
“bitmedi daha sürüyor o kavga
ve sürecek

yeryüzü aşkın yüzü oluncaya dek!”
Şiir: ADNAN YÜCEL
Seçim sonuçları açıklandığında en güzel haber Suruç’tan geldi. Belediye başkanlığını Hatice Çevik kazandı. Sonrasında İstanbul, İzmir derken İstanbul... Katliamlar ve seçimler bu ülkenin özdeşleşmiş kaderi olarak yaşanıyorken sanki karanlığa atılan bir çizikten ışık sızar gibi oldu. Gelişmelere bakarsak iktidar her türlü devlet gücüyle sonuçları değiştirmeye çabalıyor. Sonrası ne olacak şimdilik bir muamma.
Ama aklıma ilk gelen katliamlar oluyor. Roboskî’nin (28 Aralık 2011) 84. ayı, Suruç’un (20 Temmuz 2015) 45. ayı, beş gün sonra Ankara Katliamı’nın (10 Ekim 2015) 42. ayı; ve niceleri... Binlerce insan katledilirken binlercesi yaralı ve tanık olarak hayattalar. Hatice Çevik ve eşi İzzeddin abi bu tarihin canlı tanığı. Hem de canlarından can verdikleri bir tanıklık. Adnan Yücel’in şiiri aslında bu durumu çok güzel yorumluyor. “Yeryüzü aşkın yüzü oluncaya dek.” Hatice Çevik’i yaşatan bu aşk ona sorumluluğu da yüklüyor. Bizlerin inançlarını pekiştiriyor ve umut veriyor. Ne mutlu barış ve kardeşlik adına dövüşenlere...
Hatice Çevik, başkanlığa seçildiğinde yaptığı açıklamada; Ülkede yaşanan büyük katliamlardan birinin Suruç’ta yaşandığını ve yine bir başka katliamda kızını kaybedip, aynı katliamda kendisi de ayağından ve gözünden yaralanan Çevik, o görüntülerin hâlâ insanların hafızalarında taze olduğunu dile getirerek, “O bahçeyi patlamada yaşamını yitirenlerin ailelerine açacağız. Bunun için mücadele edeceğim. Biliyorsunuz sonra Ankara’da 10 Ekim Katliamı gerçekleşti. Ben orada kızım Başak Sidar ve kızımın halası Nilgün Çevik’i kaybettim. 103 canımızı kaybettik. Daha sonra insanlar bodrum katlarında öldü. Aç susuz bırakıldı. Taybet Ana’nın yerde bırakılan cenazesi, buzdolabında bir anne çocuğunun cenazesini bekletmek zorunda kaldı. Bir annenin daha acı çekmesine dayanamıyorum artık...
Başta evlat acısı yaşayan anneleri kucakladığını, Türkiye topraklarına artık barışın gelmesi gerektiğini söyleyen Çevik, “Artık bu ülkeye barış gelmeli. Bizim çocuklarımız ölüyor. Asker ölüyor, polis ölüyor. Biz barış derken tüm halklar için barış istedik, istiyoruz”
Belediyeyi halkla birlikte, şeffaf bir şekilde yöneteceğiz diyor. En önemlisinin Suruç’ta katledilen 33 gencin anısına anıt diktirmek ve kültür merkezinin hayata geçirilmesi olacağını söylüyor. Hayatta kalmanın sorumluluğunu bizlere gösteriyor Hatice Çevik.

450-İKTİDARIN SANATI (!) EVRENSEL 15 MART 2019 ÖZCAN YAMAN



İKTİDARIN SANATI (!)
On altı yılda çok şey gördük, yaşadık. Siyaset ve sanat alanında gördüklerimize artık şaşırmaz olduk.  İktidarda nasıl muhalefetteymiş gibi olunacağını, söylenen yalanları günah çıkartırken yeni yalanlarla nasıl söyleneceğini mesela. Bir yandan yoksul halk için mobil tanzim satış noktalarının açıldığını ve aynı halkın elektriği kesildiğinde 36 tl. açma-kapama ücreti alındığı gerçeği yaşanabiliyor.
Sanatta olayları olguları soyutlayarak anlatma becerisi vardır. Mübalağa vardır. Başka, Metafor vardır. Siyasete baktığımızda sanatta olması gereken her şey mevcut. Küçük yalanlardan tutun, en kaba taş gibi büyük yalanlara retorikleşmiş kalıplarla nasıl devam edileceğini,  8 mart kadın eylemlerinden çıkartılan ezan/camii düşmanlığı argümanları ile hamaset, hakaret özgürlüğünü kendine hak tanıyan iktidar ve yandaş medyanın  yeteklerinin birleşimini gördük.  Arada günah çıkartmalar falan tuz biber oluyor. Yatay mimari denerek hala dikey mimariye devam ediliyor. Acaba ben mi yanlış anladım dedim ve aslında yataydan kastın dikey olabileceğini keşfettim. Ülke yönetmiyorlar da sanki ülke üzerinde resim yapıyorlar. Resim yaparken de  gerçekliği hakikatten soyutluyorlar gibi. Bende soyutlamalarına katkıda bulunayım, nasıl yatay mimari yapılabileceğini göstereyim dedim.


Fotoğraf:Nihal Eken

449-SEÇİM-GEÇİM (Çarşı-Pazar-Esnaf) EVRENSEL -8 MART 2019-ÖZCAN YAMAN



449-SEÇİM-GEÇİM (Çarşı-Pazar-Esnaf)
REDfotozin’den fotoğrafçılara çağrı


Redfotoğraf 2008 yılından bu yana gerçekleştirdiği kolektif çalışmalarına artık REDfotozin’i ekledi.
Bilindiği gibi ülkedeki sıkıntılar kolektif çalışmaları özgürce yapma ve sergileme olanaklarını kaldırdı. Redfotoğraf çalışmalarını mutlaka bir demokratik kitle örgütü ile gerçekleştirmekte idi. Son yıllarda kurumların içinde bulundukları durum bu olanağı yok etti. Sergileri gerçekleştireceği mekanlar sessizleşti veya yok oldu. Sokaklar etkinlikleri gerçekleştirmeye olanak vermiyor. O halde internet üzerinden Fanzin katalog yöntemiyle devam etmeyi düşünen grup, REDfotozin  olarak her ay yeni sayısıyla çıkma kararı aldığını başlıkta yer alan Seçim-Geçim konusuyla ilk sayısını oluşturmaya çalışıyor.  Fotoğraf çeken herkesin katılabileceği bir çağrıda bulunuyor. Böylece REDfotozin ayrıca bir arşiv işlevi görmüş olacak ve gerektiğinde etkinlik ve sergilerle devam edecek.
İsteyenlerin  pdf olarak indirip bastırabilecekleri Redfotozin’lere issuu.com üzerinden ulaşılabilecek.
Şimdiye kadar gerçekleştirilen etkinliklerin katalogları yüklenmeye başlandı. İncelemek isteyenler aşağıdaki linkten ulaşabilirler.
Çağrı notları aşağıdadır.
Nasıl bir FOTOFANZİN?
Manifestomuzda yazılı içeriğe uygun her fotoğrafçı fanzinde yer alabilecek. Katılım bu anlamda her fotoğrafçıya açıktır. Amatör-profesyonel gazeteci- sanatçı ayrımı olmadan herkes katılabilir.
Her ay belirleyeceğimiz ve duyurusunu yapacağımız konu çerçevesinde gelen fotoğraflardan yapacağımız seçkiyi bir sonraki ay yayınlayacağız.

 NİSAN 2019 SAYISI
KONU: SEÇİM-GEÇİM (Çarşı/Pazar/Esnaf)

Katılım:
1.         Katılım kendine fotoğrafçıyım diyen herkese açıktır ve ücretsizdir.
2.         Katılımcılar konuya uygun  en fazla 2 (iki) fotoğraf ile  katılabilirler.
            (Arşiv amaçlı daha fazla yollanabilir…)
3.         Yapıt gönderenler eserlerin kendilerine ait olduğunu beyan ve kabul etmiş sayılırlar.
4.         Redfotoğraf, yapıtların kurallara aykırılığını saptarsa (Manifestoda yazılı içeriklere karşı ‘’Irkçı, şoven, cinsiyetçi yaklaşımlar gibi...’’ yapıtları geri çevirme yetkisine sahiptir.
5.         REDfotozin’de yayınlanan yapıtlar, ticari olmamak kaydıyla sergileme – katalog -broşür – afiş vb. medya organlarında ve çeşitli ortamlarda fotoğrafçı adı belirtmek koşuluyla kullanılabilir. Bunun için katılımcılara bastırılabilinirse katalog ve katılımcı sertifikası verilir. Herhangi bir telif ödenmez.
6.        Herhangi bir konu başlığı için gönderilen fotoğraflara fanzinin sayfa sayısı ölçeğinde yer verilmeye çalışılacaktır. Bu nedenle gönderilen her fotoğrafın yayınlanması sözkonusu değildir. Fakat gönderilen fotoğraflar başka sayılarda ya da 5.maddede belirtilen ortamlarda daha sonra değerlendirilebilir.
7.        Fotoğraflarını gönderen herkes yukarıda yer alan maddeleri kabul etmiş sayılır.

Yapıtların Özellikleri ve Boyutları
1.         Fotoğraflar dijital olarak kabul edilecektir.
2.         Fotoğrafların JPEG formatında, en az boyut 20 x 30 cm. 300 dpi çözünürlükte olması gerekmektedir.
3.         Yapıtlar, etkinliğin konusuna  uygun olmalıdır.

Yapıtların Gönderilmesi ve İşaretlenmesi
            Yapıtlar internet üzerinden gönderilecektir. İnternet üzerinden katılanlar kişisel bilgilerini world sayfası olarak (ad - adres - telefon ve e-mail) ve eserlerini,  redfotograf@gmail.com  adresine e-mail ortamında göndermeleri gerekmektedir. 

Etkinlik Takvimi
1.         Katılım son tarihi: 05 NİSAN 2019








448-BAŞKA BİR SANAT MÜMKÜN MÜ?-EVRENSEL-15 ŞUBAT 2019 -ÖZCAN YAMAN



BAŞKA BİR SANAT MÜMKÜN MÜ?
Bu hafta yeni yayınlanan ‘’Başka Bir Sanat Mümkün Mü?’’kitabına yer ayırıyorum. Yıllardır Sanat ve siyaset ilişkisi ya da ilişkisizliği konusunda defalarca yazdım, yazıyorlar, konuşuyoruz. Tek kutuplu dünyanın ideolojisi olan kapitalizmin insanlığın son seçeneği olmadığını söylüyoruz. Tek kutupluluğa karşı ‘’Bu Düzen Değişmeli’’ Başka bir dünya  mümkündür diyerek karşı çıkıyoruz. Bu karşı çıkış daha çok siyaset ve ekonomide yaygınlık kazansa da sanat  ilişkisi olmadan eksik kalır. Özellikle İktidar/Güç ile sanat arasındaki ilişki gayet naziktir. Toplum mühendisliğinin sanatla uygulandığı koca dünya da aykırı ve karşı olmak değerlidir.

‘’Atölyealtı Sanat Kolektifi’’ yıllardır karşı dünyada söyleşiler, sunumlar ve sanat atölyeleri yaparak elde ettiği birikimin değerli bir parçasını geçen hafta kitaplaştırdı. Özellikle sanat dünyasının hatta Güzel sanatlar fakülte öğrencileri içinde bir başvuru kaynağı olarak okuyucularına sesleniyor. ‘’Başka Bir Sanat Mümkün mü?...
Sanat-Siyaset ve Estetik olarak üç bölüme ayrılmış olan kitapta; Alaeddin Şenel, Ali Artun, Aylin Kuryel, Begüm Özden Fırat, Ceren Özpınar, Doğan Göçmen, Emre Zeytinoğlu, Ezgi Bakçay, Feyyaz Yaman, Fırat Arapoğlu, Fuat Ercan, Julian Stallabrass, M.Kemal Coşkun, Sungur Savran yer alıyorlar.
‘’Sanat, Siyaset, Estetik ilişkisine Eleştirel Yaklaşımlar’’ alt başlığıyla konulara bakış açımızı sağlıyor.
Atölyealtı Sanat kolektifinin sunuş yazısı şöyle;
"... Sanatın topyekûn piyasaya teslim olduğunu, hiçleştiğini, tüm gücünü yitirdiğini iddia etmiyoruz. Aksine, 'Başka bir dünya mümkün mü? sorusundan yola çıkarak, 'Başka bir sanat mümkün mü?' sorusunu sormanın bir zorunluluk hâlini almış olduğu bilinciyle hareket ediyoruz. Çünkü her şeyin sanat, herkesin sanatçı kabul edildiği günümüzde sanat alanının giderek silikleştiğini görüyoruz. Mevcut dünya ve kapitalist üretim biçimi bir
bunalım içerisindedir. Bu bunalım hayatın her alanında kendini hissettirirken, sanatın tüm dallarında ciddi bir dizi krizin belirginleşmesi, bu krizlerden çıkış yollarının aranmasına yol açıyor. Nitekim elinizdeki kitabın merkeze koyduğu günümüzün sanat tartışmaları da buna işaret etmektedir. Biz de sanattan hayata, 'başka bir dünya ihtimali' içerisinde tüm bu alanların tekrar tartışılmaya açılması gerektiğini düşünüyor, sanatın hâlâ bir
gücünün olup olmadığının tartışılması gerektiğini düşünüyoruz. Bunun için kendi üretim alanımızda tartıştığımız bazı soruları yaygınlaştırmak, tekrar gündeme getirmek istedik.
...
Bugün kapitalist üretim ilişkileri içerisindeki sanat ve sanatçı bu ilişkilerden muaf mıdır?
Üretilen her sanat eseri meta mıdır?
Sanatın özerkliği neo-liberalizm koşullarında mümkün müdür?
Avangard sanat postmodernizm koşullarında varlığını sürdürebilir mi?
Herkesin sanatçı olduğunun öne sürüldüğü bir dönemde sanat demokratikleşmiş midir?
Yoksa avangard sanatın,hayatın sanat, sanatın hayat olduğu, herkesin sanatçı olabileceği toplum hayali, bugün piyasanın çağdaş sanat stratejisine mi dönüşmüştür?
Sanatın bu kadar demokratikleştiği, herkesleştiği söylenen bir dönemde neden hâlâ sanat kavramına ihtiyaç duyuyoruz?
Sanatın ve yaratıcılığın kökleri nelerdir?
Sadece yetenekli insanlar mı sanatçı olabilir? Bu gibi soruların önemini daima hatırlamanın ve hatırlatmanın bir zorunluluk olduğuna dair inancımız, bu çalışmayı doğurmuştur..."

Bir Başka Sanat Mümkün mü?
Patika kitap yayınları
254 sayfa
20 Tl.
info@patikakitap



447-RAF ÖMRÜNÜ UZATMAK YA DA KENDİ MUHALEFETİNİ OYNAMAK. EVRENSEL-8 SUBAT 2019-ÖZCAN YAMAN..




RAF ÖMRÜNÜ UZATMAK YA DA KENDİ MUHALEFETİNİ OYNAMAK...

Her malın bir raf ömrü var. Bunu bilen mal sahipleri türlü şekillerde bu süreyi uzatmaya çalışır. İndirim yaparlar, baktılar süre doluyor fakirlere fukaralara bedava dağıtıp imaj yaparlar. Bazen sahtekarlık yapıp etiketleri güncelleştirirler. Kendilerine rakipmiş gibi benzer ürünler piyasaya sunarak rekabet ediyormuş havası yaratırlar, hangi malın süresi dolmak üzereyse ya da stoku çoksa  strateji uygulayıp kendileriyle kendileri rekabet ederler.  Sonunda süresi dolanlardan kullanmadıklarını en aza indirip yok ederler...
Patakonya diye bir ülkede şikayet eden de, şikayet edilen de bir olabilir mi? Patakonya’da son yıllarda bir kara komedi sürüp gidiyor. Mübarek Rabbinalemin öyle bir iktidar nasip etmiş ki; her şeyi biliyor. Kızıyor, tehdit ediyor, tutukluyor sonra kendisi o kızdıklarını tehdit ettiklerini kendisi söylüyor. İroni demek bile yetersiz kalıyor. Bu şartlarda muhalefet ne yapacağını şaşırmış izliyormuş...
Demokrasilerde iktidar hakkaniyetle yönetmek demek ama otokrasilerde  güç demektir. Demokrasilerde muhalefet eleştirmek demektir ama despotik yapılarda iktidarı onaylamak demek oluyormuş. Ya eleştirirsen? Eleştirdiklerini iktidar sahiplenip bir sonraki seçimde muhalefetmiş, kendisi onlarca yıldır yönetmiyormuş gibi yaparmış. Buna iktidarın kendi muhalefetini oynaması denebilir.
Patakonya’nın canım deniz kenarları parsellenmiş ve yat kat limanları yapılmış. Karşı çıkanlar vatana ihanetle suçlanmış, mezarlıklar askeri bölgeler parsel parsel imara açılmış, karşı çıkanlar devlet gücüyle bastırılmış. Ülkenin büyük şehirlerinin dağları tepeleri kentlerin dönüşümü diye 50, 60, 70 katlı gökdelenlerle çevrilmiş. Yine karşı çıkanlar bunu eleştirmişler rantsal dönüşüme hayır demişler, yine devletin gücüyle bertaraf edilmişler. Velhasıl bina dikecek alan kalmayınca o ülkede seçimler yaklaşınca sanki muhalif olanların söylediklerini iktidar söylüyormuş gibi dikey değil yatay mimari esastır denmeye başlanmış. Bu arada imar aflarıyla bir süre geçmiş katları yarım olanlar ve bu arada boşlukları dolduracaklara yol verilmiş. Sonra deprem falan olmadan o kat kat binalar çökmeye başlamış. Çarşı pazar esnaf ekonominin canına okuyor diyerek devlet ÇPE (çarşı pazar esnaf denetimi) adında bir örgüt kurup soğan sarımsak stokçuluğuna darbe indirirken market, bakkal çakkala ayaklarını denk almazlarsa bu örgütün hışmına uğrayacakları deklare edilmiş. Fakat deneyimli olan market, bakkal çakalları enflasyonla mücadele için indirim yapalım derken bindirim yapmışlar.
Patakonya’da bu gelişmeler olurken, bizim ülkemiz üç tarafı deniz ve yılda 4 mevsim yaşıyor.  Bizde her türlü deniz mahsulü ve konserveciliği dünya standartlarında. Ülkenin doğusunda hayvancılık ve tarım organik ve dünya kanserden kırılırken sağlıklı nesillerle onlara nanik yapıyoruz. Büyük şehirlerde ne hava kirliliği var ne trafik ne de iklimi değiştiren koca gökdelenler, Selçuklu nizamında yatay mimari bol yeşillik içinde kayboluyor. Sağlık, barınma, eğitim diye bir sorun yok. Hamdolsun iktidar ve ona yardımcı muhalefet canla başla çalışıyor. Ha emekliler işçiler mi? Öyle bir sorun yok ki. İşçiler bu yıl zam istemediklerini bunun yerine geliri düşük olan memur ve emeklilerin durumlarının iyileştirilmelerini istiyor. Demokrasi var ya, insanlar miting falan da yapıyorlar tabii. Şu sloganlar dikkat çekiyor. “Yatay değil, dikey mimari istiyoruz.” “Her yere köprü olsun metro ne ki”, “Haliç köprüsü ve Atatürk köprüsü paralı olsun”, “Çalışmak ibadettir, öbür dünyada mükafat var”, “Toplu ulaşımlar kaldırılsın hür teşebbüs akıllı otomobiller üretsin”, “Savaş fabrikalarına lüzum çok” “Devlet yardımcımız olsun 5-10 çocuk doğuralım”. 16 yılda bana da artık komedi yazarlığı düştü. Aziz Nesin olamadım ama bu iktidarın raf ömrü bitesiye kadar olacağım inşallah.
FOTO- SABAN DAYANAN

446-Teşekkürler Fazıl Say-Özcan Yaman- Evrensel-25 ocak 2019



Teşekkürler Fazıl Say

Sanatçı Fazıl Say ile Başkan/Cumhurbaşkanı/AKP Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın konser hikayeleri geçen haftanın gündemi oldu. Yandaş ve muhalif medyalarda geniş çaplı değerlendirmeler, eleştiriler yapıldı.  Sonuçları üç ana grupta toplayabiliriz.
- Fazıl Say konser zamanına kadar çizdiği muhalif duruştan çark etti. İktidarın gücüne boyun eğdi. Dünya çapında önemli bir sanatçı olabilir ama iktidar karşısında biat etti. Otoriter devlet yapısına boyun eğdi. Fazıl Say’ın attığı tweetlerden, söyleşilerdeki konuşmalardan örnekler, Recep Tayyip Bey’in, Fazıl Say için söyledikleri vs. yazılıp çizildi. Liberallerin döneklikleri vs. vs.
- Fazıl Say’ın doğru olanı yaptığı, koskoca bir başkanla kavgalı olunmaması gerektiği, sanatın ülkenin mutluluğu için iktidarla vatan millet adına barışık olunması gerektiği...vs. Ama haddinin de bildirilmesi önemliydi ki Akit gazetesi bu işi üstlenmişti.
- Sanat ve siyasetin ayrı şeyler olduğu, sanatçıların duyarlı ve yaratıcı insanlar olduğu, Fazıl Say’ın  8.5 yaşından beri piyano çaldığı, dünyanın tanıdığı bir büyük sanatçı olduğu, ülkenin bekası ve geleceği için insani duyarlılık  ve hassaslığın önemi, Fazıl Say’ın sağduyulu davranarak ve Recep Tayyip Bey’in hatasını anladığını göstermesi bakımından doğru olanı yaptığı, hatta Recep Tayyip Bey’le kavgalı olan diğer sanatçılarda da aynı hassaslığın olması gerektiği vs...Demokrasinin hoşgörü olduğu, Fazıl Say’ın sanatçı duyarlılığı ile güzel bir davranış sergilediği vs.
Kabaca bu üç grupta ideolojik bakış açılarına göre olayı değerlendirdiler.
Ben biraz farklı yaklaşıp tersinden yorumlamak istiyorum.
“İki temel sorunu var insanlığın; adaletsizlik ve anlamsızlık.
Birine karşı hukuku bulduk, diğerine karşı sanatı.
Ama insanlar hukuka ulaşamadı… ve sanat insanlara…”
Nietzsche 20. yüzyılı böyle özetlemiş. 21. yüzyıla girdik epey bir sürede bu özet geçerliliğini koruyacak gibi. Buradaki terazinin bir kefesinde sanat-toplum ilişkisini, öbür kefede de yaşadığımız adalet(siz)-hukuk(suz)- antidemokratik yapısıyla siyaset ve iktidar yapısını tartınız.
Evet Fazıl Say’a teşekkür etmek lazım. Çünkü;
Seçimler gündem olmuşken, Suriye’de satranç oyunları sürerken, Metin Akpınar ile Müjdat Gezen meselesi yaşandı derken, Fazıl Say ile Recep Tayyip Erdoğan’ın karşılıklı incelikleriyle mesajlarını alınca kızdık veya sevindik. Dünya ölçeğinde yaşananları değerlendirdik. Yeniden okuduk, izledik. Sanat ile siyaset ilişkisini, sanatçı duruşu ile iktidar ilişkisini yeniden sorguladık. Hitler döneminden, Soğuk Savaş dönemine sanatçıların tavırlarını, köy enstitülerinden AKP iktidarına, geçmişi bir kez daha güncelledik. Fazıl Say’ın bir istisna olmadığını gördüm. Ya da Fazıl Say’ın duruşunun pek de garipsenecek bir tarafının olmadığını gördüm. Yazıp çizeceksek  AKP’nin ilk hükümetinde kültür bakanı olan Ertuğrul Günay’dan, onun bakanlığı zamanında içine tükürülen sanat eserlerine ve Mehmet Aksoy'un heykelinin yıkılışını hatırlayın. Bir uçak dolusu şarkıcı türkücü arasında bir zamanların Fazıl Say’dan daha solcu sanatçılarının savrulmalarını hatırlayın. Dünya çapındaki fotoğrafçımız Ara Güler’in duruşunu hatırlayın. Emine Hanım’ın modern sanata muhafazakar bakışıyla destek ve katkılarını hatırlarken, çağdaş sanatçıların hatıra fotoğraflarını hatırlayın. O kadar çok hatırlayacağımız sanat ve iktidar ilişkisini yaşadık ve yaşıyoruz ki...
Yarın başka sürprizlere de hazır olun derim.
İktidar güç demektir. Toplumun en az yarısı güce tapıyorsa, sanatçılar bundan azade değildir. Sanatçının görevi toplumu sorgulayan kitlelere dönüştürmektir. Bunun başarılamadığı ülkelerde elit ve korunaklı alanda olduğunu düşünen sanatçılar da toplumuna benzer. Toplumla ilişkileri yaşadıkları korunaklı alanların sarsılmasına kadardır. Yani sanat da , bilim de ideolojik bir içerik taşır. Kısaca üç tip sanatçı vardır.
A) İktidardan yana olanlar: Mevcut sistemin devam etmesi için sanatı meslek olarak yaparak iktidarın şatafatından yararlananlar.
B) Liberal olanlar: En çok da hümanizmden söz edenlerdir. Emek ve emekçinin haklarının savunulmasından, demokrasi söylemine kadar her alanda iktidarla halk arasında denge kurmaya çalışırlar. Hür teşebbüsün sanat yatırımlarını organize ederken sponsorlar düzeninin gelişmesinin faydalarının sanata nasıl dönüştüğünü ballandırırlar. Tarafsız ve bağımsız olduklarından dem vururlar. Zoru görünce iktidardan yana seçimlerini yaparlar.
C) Muhalif olanlar: Taraf tutarlar. Daima umut saçarlar. Sanatı bir meslek olarak değil, duygu ve düşüncelerin biçime kavuşturulmuş ifade biçimi olduğunu savunurlar. Sınıfsal yaklaşırlar. Sennur Sezer’in tanımlamasıyla işçi sınıfının yanında değil, içinde yer alırlar.
Şimdi soru şu olmalı;  sizin sanatçılarınız hangi gruptan?
İşte tüm bu sorgulamaları yeniden yaptırdığı ve hatırlattığı için bir kez daha teşekkürler Fazıl Say’a.

445-‘Lütfen şu dikey yapılaşmaya müsaade etmeyelim’* Evrensel- Özcan Yaman-11 ocak 2019


foto-kolaj: özcan Yaman

Foto-kolaj: Özcan Yaman

‘Lütfen şu dikey yapılaşmaya 

müsaade etmeyelim’*

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, 11.11.2017 tarihinde Kültürel Mirası İhya programında konuşmuştu. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın konuşmasından satır başları şöyleydi:
- Tarihimize sahip çıkacağız. Tarihimizle güçleneceğiz. Geleceğimizi bu eserlerin üzerinde inşa edeceğiz.
- Fatih’te selatin camilerin ara bölgelerindeki yüzlerce mescidi, o malum, tarihi inkar edenler yıktılar. Onlar yıktı biz ise inşa ediyoruz, ihya ediyoruz.
- Şehirlerimiz gecekonduların, zevksiz yapıların istilasına uğradı.
- Valilerimiz, belediye başkanlarımızdan rica ediyorum; lütfen şu dikey yapılaşmaya illerimizde, ilçelerimizde müsaade etmeyelim. Bu konuda, bizim mimari anlayışımızda yatay mimari esastır, biz buna odaklanmalıyız. Fevkalade şartların dışında buna odaklanmamız halinde şehirlerimizin çok daha güzel olduğunu, çok daha farklı olduğunu göreceksiniz. Şehirlerimizin çirkin binalarla kirletilmesine daha fazla tahammül edemeyiz. Köylerimizi, yaylalarımızı çirkin yapıların istilasına izin vermemeliyiz.
- Restorasyon deyince aklımıza içimizi acıtan nice görüntü de geliyor. Ülkemizde tüm gayretlerimize rağmen hâlâ önüne geçemediğimiz şekilde tarih ve kültür cellatları kol geziyor...
Evet yukarıdaki açıklamaları Mimarlar Odası değil, Cumhurbaşkanı/Başkan/AKP Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan yapmıştı. Seçimlere aylar kala hatırlatayım istedim.
Gördüğünüz gibi  fotoğrafla çok güzel yalan söyleniyor, bakış açısına göre algı yaratılıyor,  bu vesileyle “Fotoğraf ve gerçeklik” ya da fotoğrafla nasıl yalan söylenir görelim dedim. Osmanbey’den ne zaman Mecidiyeköy’e gitsem aklıma hep bu sözler ve bu görüntüler takılıyordu. 17 yılda kentlerin çehresi çok değişti. Binalar dikeyleşti. Yatay bina yapacak alan kalmadı. Taksim Meydanı beton alan ve saksıda ağaç şov meydanı oldu. Yazın sıcaktan yürümek zorlaşırken, kışın rüzgar ve soğuktan tir tir titreten bir modern anlayışın ürünü olarak duruyor. Hadi Cumhuriyet dönemi yapılanları yok sayıyoruz da Osmanlıdan kalanların silüet ve peyzajları ne durumda? Süleymaniye Camiinin minareleri 16.9 kulelere el sallıyor. Haliç’teki metro köprü Süleymaniye Camii’ne el sallıyor. Ataşehir’e yapılan  Mihrimah Sultan Camii taklidi yanındaki dev gökdelenler tarafından eziliyor. Peki bunları yapanlar kimlerdi? Neyse fazla uzatmayayım. Sizler fotoğrafları inceleyin ve söyleyin hangisi gerçek;  Caminin arkasında duvar gibi duran cam bina mı? Yoksa minaresi cam binayı geçen cami mi?
Şişli Camii için not:
“Erken Cumhuriyet Döneminde Bir Osmanlı Yapısı: Şişli Camii” Cumhuriyet İstanbul’unun ilk anıtsal dini yapısı” İstanbul’un Şişli ilçesinde, Halaskargazi Caddesi ile Abide-i Hürriyet Caddesi arasındaki adacıkta yer alıyor. Vasfi Egeli tarafından tasarlanan yapının inşasına Haziran 1945’te başlandı. 1949’da tamamlanan cami aynı yıl hizmete girdi.
(*) Cumhurbaşkanı / Başkan/AKP Genel Başkanı Erdoğan)


444-Metin Göktepe ve Yılmaz Onay’a sevgiler..- Özcan Yaman -4 Ocak 2019 .Evrensel-

444-Metin Göktepe ve Yılmaz Onay’a sevgiler...

Her ocak ayı Sevgili Metin Göktepe’yi hatırlatırken geçen yıl aramızdan ayrılan Yılmaz Onay Ağabey de hatırlananlara eklendi. 8 Ocak 1996 Metin’in katledilişinin 23. yılı. Metin’i uzun uzun anlatmaya gerek yok. O gerçeğin habercisi, sınıf mücadelesinin yılmaz gazetecisi olarak hep yaşayacak. Can Yücel’in dizeleriyle anıyorum...
metin’e metin bir metin...
metin’in kafasında bir darp var
polis karakolundan morga kadar
mosmor
bir darbe var
yüreğimizde beynimizde
soruyor bir işaret fişeği
biz ölerek mi yaşamayı
öğreneceğiz hala..
CAN YÜCEL
10 Ocak 2018 ise Yılmaz Ağabeyinin aramızdan ayrılışının birinci yılı. Yılmaz Ağabey ile 2005 yılında ‘Faşizmin yenilişinin 60. yılı etkinliğini hazırlarken tanışmıştım. Türkiye’de B. Brecht denilince akla ilk gelen kişilerdendi. “Savaş  El Kitabı” adlı Brecht çevirisinden mini bir okuma oyunu hazırlanacaktı. Av. Enver Akan ile Mehmet Esatoğlu’nun atölyesinde merhabalaşmıştık. Sonra 2007’de Hayat TV kuruluş toplantılarında, 2010 Bilgi Üniversitesinde sendikal mücadelede, 2011’de redfotoğraf ve Evrensel Kültür’ün düzenlediği “Mücadelede Kadın” sergisinde ve “Tiyatroma Dokunma” eylemlerinde hep objektifime takıldı.  Zaman zaman Teşvikiye’deki evine misafir oldum. Yılmaz Ağabey ‘Her ölüm erken ölümdür’ sözünü doğrulayarak gitti. 8 Mayıs 2005 tarihinde “Faşizmin yenilgisinin 60. yılı” için  ‘Savaş El Kitabı’ından  hazırladığım sunuma yazdığı ön sözle anmak istiyorum.
“1930’larda Alman burjuvazisi kendine bir führer buldu ve Hitler faşizmi adım adım önce kendi ülkesini ve halkını esir aldı, sonra tüm dünyayı ikinci dünya savaşı felaketine sürükledi. Sonrası malum. Ya bugün?  Bugün ABD’nin Neocon führerlerinin badem bıyığı yok. Üstelik kendi ülkelerinde tam bir Hitler rejimi uygulamıyorlar, henüz. Ama dünyada uygulamaya başladılar bile. Ve başlayan savaş felaketinin sonrası hiç de malum değil. Öyleyse, bugünü de görmek üzere bakalım geçmişe…”
Yılmaz Ağabey ‘Her ölüm erken ölümdür’ sözünü doğrulayarak gitti. Tanıdığım en naif, kibar ve hassas insanlardan biriydi. Şimdi yıldızlara bir dünya güzeli insan daha takıldı.
(‘Savaş El Kitabı’nı izlemek isterseniz  link: https://vimeo.com/251984100)



443)‘Yeryüzü, bize atalarımızdan miras kalmadı, çocuklarımızdan ödünç aldık’*-özcan yaman-evrensel-21 Aralık 2018

Fotoğraf: Sema Balila


‘Yeryüzü, bize atalarımızdan miras kalmadı, çocuklarımızdan ödünç aldık’*

"yık duvarları çocuk / yazılı yazısız kuralları
yasalar bozulmak için yapılır
yap boz / boz yap / yık parçala dağıt
kendi doğrunu bulana değin
mihenk taşı kalbinde gizli
göklerde arama çocuk’’
( Şiir: Adil Okay)

Çocuklar ve gelecek, çocuk hakları, mülkiyet ilişkileri, miras hukuku hak, adalet bla bla...
Her biri önceki yıldan kalan konular. Yeni yıla girmek üzereyiz. Hem bir yeni yıl yazısı hem de güncel mevzulara bir göndermesi olsun istedim. Bu hafta beni etkileyen Sema Balila’nın Çocuklar ve İstanbul fotoğrafından söz edeceğim. Fotoğrafı görünce dostlarım Adil Okay’ın, desenleri Ressam İsmail Yıldırım’a ait ‘’Ah çocuk’’ adlı şiir kitabı aklıma geldi. Paylaşmak istedim. Bu vesileyle güzel bir şeyler söyleyerek giriş yapmak gerek ki geleceğe yatırım olsun.

"Eskiyi yıkacak, yeniyi kuracak olan çocukların özgür, mutlu bir dünyada yaşayacağı güzel günlere umutların hep var olması dileğiyle yeni yılınız kutlu olsun’’

Bu fotoğrafta ne var? Üç çocuk, belli ki ötekilerden, belki çıraklıktan, belki hayta bir varoş okulundan kırmışlar günü. Ayağı toprağa basarak büyüyen çocukların sağlıklılığı var. Belli ki şehrin kilometrelerce uzağında gidecekleri bir plaj veya havuz keyfi yapacakları ne halleri ne durumları var. Muhtemelen bu deniz keyfini Beşiktaş civarında yapmaya karar vermişler. Çizdikleri kompozisyon, yüzlerindeki muzurluk içimizi ısıtıyor. Fotoğrafçı kadrajını oluşturmuş ve bu mutlu anı kalıcılaştırmış. Sıcak, içten ve olduğu gibi bizlere aktarıyor. Görüyor musunuz mutluluğu der gibi.

Başka ne gösteriyor? Bir kenti. Hem bize yakın hem bizden çok uzak bir kentin iki yakasını. Muktedirlerin ve ötekilerin dünyasını yani. Kısacası yalnızca bir fotoğraf ama bir çok hikaye anlatıyor. Bakıyoruz onlar bize neredeyse alay ederek bakıyorlar. Fotoğrafta dolaşmamızı sağlıyorlar. Aralarından arkalarındaki İstanbul’u görüyoruz, kentin asıl sahipleri bizleriz demenin rahatlığı sanki. Fotoğrafa bakanın vereceği anlam önemli tabii. ‘Belediye-zabıta mabıta yok mu denize girilmez yerde güzel İstanbul’un görüntüsünü bozan varoş çocuklarını engellesin.’ Aklıyla bakan için bu söylediklerim tabii ki geçerli değil. Çocuklar bize İstanbul’u sorgulatıyorlar öyle ya da böyle. Bunu görüp hem güzel hem de iyi çekmek önemli, Sema bence bunu başarmış. 

Varsın muktedirler dikey kentleşmeyi rantsal dönüşümle birleştirip dedelerinden miras aldıklarını zannede dursunlar. Ardından yatay matay kentleşme diyerek alay etsinler. Galataport, sanat kültür mültür derken kentin çivisini çıkarsınlar. Çocuklar var oldukça umut hep olacak.

 (*) Kızılderili atasözü
https://www.evrensel.net/yazi/82900/yeryuzu-bize-atalarimizdan-miras-kalmadi-cocuklarimizdan-odunc-aldik



442) DİSTOPYA MI DEDİNİZ? İŞTE CHAOSMOS.-Özcan Yaman-Evrensel-14 Aralık 2018





DİSTOPYA MI DEDİNİZ? İŞTE CHAOSMOS.

‘’...selamlamaya geldim seni yeryüzü umutları adına,
bedava ekmek ve bedava karanfil adına
mutlu emeklerle mutlu dinlenmeler adına
"Yarin yanağından gayrı her şeyde hep beraber"
diyebilmek adına
evlerin / yurtların / dünyaların
ve kosmosun kardeşliği adına...’’
(Kosmosun Kardeşliği Adına,
Nazım Hikmet, Paris - 13.04.1961)

Açılışına gidemediğim ve ilk fırsatta gidip izleyip etkilendiğim bir fotoğraf sergisi oldu ‘’Chaosmos’’. Fotoğraf sanatçısı Emin Altan 5 yıl ülke ülke dolaşarak lafın anlamıyla iğne ile kuyu kazarcasına çektiği fotoğraflardan bir seçki sergisi Chaosmos .
Belgesel fotoğrafın neredeyse kapsayıcılığını unutmuş , fotojurnalizm, sokak fotoğrafçılığı / enstantene fotoğrafçılığını her yerde görürken Emin Altan’ın Chaosmos sergisi   ‘belgesel fotoğrafın asıl böyle bir ağırlı da vardı’ dercesine  ortaya koyduğu büyük projeli zor bir sergi beni gerçekten sarstı.  Hikaye anlatan, uzun erimli projeli çalışan belgesel fotoğraf ustalarını hep önerir ve fotoğraf projelerini anlatır, örnek veririz (S.Salgado, H.C.Bresson, Lewis Hine ...) Başarılı projeli çalışan bir çok Türkiyeli fotoğrafçı var olmasına rağmen uluslar arası büyük ustaların yanında bu ustalara günümüz Türkiyeli bir fotoğrafçı ekleyemezdim. Belki Ara Güler olurdu. Bundan sonra büyük kitapçılarda S.Salgado’nun fotoğraf albümünün yanında olanca haşmetiyle  Emin Altan’ın ‘Chaosmos’ albümünü görürseniz şaşırmayın derim. Norgunk yayınevi tarafından Bülent Erkmen’in kurgu ve tasarımıyla Chaosmos  yayımlandı.

The Empire Project işbirliği ile düzenlenmiş olan Chaosmos sergisi 9 Kasım 2018 tarihinde Karaköy’deki artSümer galerisinde açıldı. 15 Aralık 2018 yani yarın son gün. Başka yerlerde de ileride mutlaka sergilenecektir, en azından aklınızda bulunsun mutlaka izlemeye çalışın derim. Mümkünse kitabı edinmek arşivlik bir değer olur.

Galeriye girdiğimde büyük boy koca fotoğraflar karşılıyor, Sade koca salonda sessiz çığlık atar gibiler. Her biri diğerinden daha etkileyici. Sanki photoshop’la kavramsal bir fotoğraf çalışması gibi. Örneğin; Koskoca bir obruğun altından yukarıya bakıldığında minnacık ışık giren bir delikten atılmış minnacık arabaları görünce oyuncak gibi algılayıp anlam vermeye çalışıyorsunuz.  Burası bu dünyada bir yer ve medeniyet çöplüğünün gittiği yeri gösteriyor. Her biri etkileyici fotoğraflar. Sanki büyük prodüksiyonla gerçekleştirilmiş  film platoları gibi. Sergiyi gezince ‘acaba buralar nereleri’ diye düşündüm. Hiçbir açıklama isim ve tarih yoktu. Oysa ki belgesel fotoğraflarda yer, mekan, zaman ve tarih olmazsa olmaz diye düşünürüm. Ortada duran çok kalın ve büyük bir kitabın sayfalarını çevirmeye başladım. Yaklaşık yarım saatte anca bitirmiştim ki neden yer mekan ve tarih olmadığına bir anlam verebildim. Sınırların, bölgelerin o ya da bu coğrafyanın bir önemi yoktu. Yaşananlar ‘kaos’du ve bu kaos tüm ‘kosmos’du. Koca koca binalar, mekanlar, araçlar ve deniziyle, kumuyla, dağıyla doğa ve insanlığın kendini yok edişinin fotoğrafları. Sanki başka bir gezegende daha önce yaşanmış hayatlardan kalıntılar gibi. Geleceğin distopik görüntüleri yani.
Emin bu durumu şöyle açıklıyor: ‘’ Günümüzde var olma adeta büyüme kavramıyla anılır oldu. Daha çok üretme, daha çok tüketme ve hatta daha çok üreme. Ben bu sürecin bir sıkışmışlıktan ibaret olduğunu ve doğanın ve insanlığın sonunu hızla getirmekte olduğunu düşünmekteyim.  Fotoğraflarıma konu ettiğim mekanlar ve nesneleri bu mutlak sonun bugünden öngörülen bir yansıması olarak değerlendiriyorum, burada bir distopya öngörüyorum. 
Görüntüler dünyası içinde her gün yeniden üretilen ve toplumların bireyleri tarafından yeniden üretime özendirilen bu  çıkışsız gelecek ile izleyenleri bugün yüzleşmeye davet ediyorum. Örneğin nükleer santralların yarattığı felaketler sonrası bu bölgelerde yaptığım çekimler (Fukishima ve Chernobly) ya da çölleşen Aral denizi kıyılarında ortaya çıkan çevre felaketleri ya da rekabete dayalı ekonomik çöküntüler buna örnek olarak Detroit otomotiv endüstrisi, İtalya ‘da kapanan akıl hastaneleri, savaş sektörüne yönelik yatırımlar. ‘’...
Galeriden çıktım kapının önüne inince çevreme baktım, gördüğüm fotoğrafları düşündüm ve telefonu çıkarıp Emin’i arayacakken cafenin önünde bakışırken buldum kendimi. Sergi, kitap ve fotoğraf üzerine uzun uzun sohbet ettik. Emin’le bir röportaj yapıp sizlerle paylaşmayı düşünüyorum.

Çok zahmetli olan editöryel hazırlık, masa başı işlemler ve kitap ve sergi sonunda 2018 kasım ayına yetişebilmiş. 

Bitirirken Emin’e sözü vereyim: ‘’...Ben bir gemi inşaat mühendisi olarak profesyonel hayatın içindeydim ve çok yoğun bir çalışma temposu içerisinde fotoğrafa çok az zaman ayırabiliyordum. Bu uluslararası fotoğraf festivalleri sürecinde tanıştığım çok önemli fotoğrafçılar oldu ve onların nasıl çalıştığını, işlerinin peşinde tutkuyla nasıl koştuklarını, sınır tanımadıklarını gördüm, benim dar zaman aralığına sıkıştırdığım projeler ile yetinemeyeceğimi bir kez daha anladım, kendi koşullarım yüzünden fotoğrafa küstüm de diyebilirim. Fotoğraf çekmeyi öteledim ve buna paralel olarak emekli olup fotoğraf projelerinin peşinde koşacağım bir hayatın hayalini kurmaya başladım. 45 yaşında bunu gerçekleştirmeyi hedefliyordum ama 49 yaşımda oldu. Emekliliğin hemen ardından 2012 yılında bu projeye başladım, 2017 yılında da son fotoğrafları çektim ve böylece Chaosmos ortaya çıktı.’’







Emin Altan (Foto:Özcan Yaman)





441) Kırmızı Kayık- Özcan Yaman- Evrensel- 7 Aralık 2018




KIRMIZI KAYIK
2018’in son haftalarında güzel bir sergi duyurusunu paylaşmak istedim. Çalışmalarını grafik ağırlıklı olarak, güncel hayatı fotoğraflayan Atilla Atala, uzun zamandır ‘Kayık’ imgesini kullanarak kavramsal alanda çalışmalar yapıyordu ve heyecanla Kırmızı Kayığın maceralarını sergilenmesini bekliyordum. Sergi duyurusunu görünce de paylaşmak ihtiyacı duydum.
Yarın (Cumartesi) saat 18.00 de açılacak olan sergi BUDE art & architecture Sanat Galerisi’inde. ‘’Yeni yıl Karma’’ resim ve fotoğraf sergisinde Atilla Atala, Ayşen Engin, Eser Güray, Hatice Nalbant, İclal Erentürk Güçsav, Neşe Gümüşcüoğlu ve Öznur Eren’in katıldığı sergi 3 Ocak 2019 tarihine kadar açık kalacak. 
Atilla Atala, Nesnel hayattan aldıklarını kendi yorumundan geçirip tekrar bize sunuyor. Kırmızı kayık ile yolculuğa çıkıyor deniz, dağ sokak, ev, masa, rakı kadehi demeden dolaşıyor. siyaseten eleştiri, gelecek adına umut yansıtan metaforik anlatımlı kavramsal fotoğraf kurgularıyla bu sergide yer alıyor. Ressam ve karikatürist olan Atilla Atala , mizahi ve ironik bir yaklaşımla fikirlerini  fotoğraf aracılığıyla gerçeğe aktarmakta ve çocukluk oyuncağımız olan kağıt kayığı ile bizi düş yolculuğuna çıkarmakta.
Dediğim gibi çalışmalarını takip edip izliyordum. Grafik ağırlıklı çalışan bir sanatçının kavramsal fotoğraflarını merakla bekliyordum. Sergide yer alan diğer arkadaşların da işlerini görmek, aynı mekanda resim ve fotoğrafların ortak dilini okumak güzel olacak. Belki daha sonra sergi ile ilgilide yazarım.
‘Bude’ ne anlama geliyor diye merak ettim, sanat galerisinin sitesinde okudum. ‘’Bude, Gürcü dilinde “kuş yuvası” anlamına gelir. Biz de ilhamımızı kuşlardan aldık. Yuvalarını özenle, sabırla ve ustalıkla inşa eden kuşlardan… ‘’ diyordu. Klasik anlamda bir sanat galerisi olmayıp Psikoterapi merkezi bünyesinde hayatla sanatın kesişip, sanatın yer aldığı bir mekanda sergilerin gerçekleştiriliyor.
 İzlemek isteyenler için Adres: Halaskargazi Cad. Selim Bey Apt. N0:86 Kat:4 D:5 Osmanbey, Şişli İstanbul.