Translate

Bu Blogda Ara

371)BENİM ANNEM,GÜZEL ANNEM-Evrensel- 9 aralık 2016-özcan yaman

babam Hasan Yaman-kardeşim Ünal -Ben-Annem Mürvet ve  Tarih 1965 olsa gerek



BENİM ANNEM, GÜZEL ANNEM...
Annem öldü. Tarih 22 Kasım 2016 idi. Arkasında dört çocuk bıraktı. Çocuklarından torunlarını gördü. 17'sinde ilk çocuğunu doğurdu. Adam vurdu hapse girdi. Altı yıl yatmış İnönü affıyla erken tahliye olmuş. Beni doğurmuş. Sonrasında peş peşe iki erkek kardeşimi. Babam kız çocuğunu aramış. Bulmaya ömrü yetmeyip 36 yaşında ölmüş. İstanbul Balat'a Samsun'dan göçmüşler. Bu arada Almanya'da 6 aylık göçmen işçi olmuş ve babamın zoruyla geri gelmiş. Unkapanı Cibali tütünde ve Çayırbaşı kibrit fabrikasında işçilik yaptı ve işçi emeklisi oldu.... Çocuklarının mürvetini gördü diyebilirim... 

Bir kadın düşünün 34 yaşında kocası ölmüş. 'Benim kocam, çocuklarım' diyerek saçını süpürge etmiş. Çocuklarını yetiştirme yurduna yerleştirebilmek için deli raporu almış. Evet benim annem eski bir mahpus, bir işçi ve bir büyük anne olarak hayata veda etti. 
Yıllarca Sarıyer Çayırbaşı'da yaşamış ve hepimiz mahalleden ayrıldığımız halde o ayrılmamış tek başına bir gecekonduda yıllarca yaşamıştı. Hastalıkları başlayınca ablamın yanında Çayırbaşı'ya uzak bir İstanbul köşesinde hayatına devam etti. Ama gönlü Çayırbaşı'daydı. Komşuları ya da kardeşleriyle sürekli görüşüyor arıyor soruyordu. Biz de cenazesini Çayırbaşı'ya mahalleye götürdük helallik aldık ve oradaki camiden Çayırbaşı'daki mezarlığa defnettik... 
Herkesin annesi güzeldir. Benim annem de güzeldi. Hayatı yaşam mücadelesiyle geçti. Kimliğine göre 80 yaşındaydı ama 14'ünde evlenince yaşı üç yaş büyütülmüştü. Anlayacağınız hikaye uzun, anlatırım bir ara... Bu dünyadan bizi yetiştiren bir büyük kadın geçti. Adı Mürüvet Yaman'dı. 
(https://www.evrensel.net/yazi/78061/benim-annem-guzel-annem)

oy mahpusluk mapusluk...
mürüvet ve Hasan Yaman

oy mapusluk mapusluk...

mahpushanede meslek halı dokuma
Almanyaya Göç vesikalığı



Hasan'ın gurur tablosu
(Fotoğrafçının azizliği işe yaramış Hasan'ın aynada sureti çıkmış)


Kocası ölünce çocuklarına baba da oldu
(Ünal-Özcan-Mürvet-Hüseyin-Bircan ve torun Serkan)





307)yüzleşmenin görseldili-özcan yaman-evrensel-24 nisan 2015



Yüzleşmenin görsel dili…


Yol yapmak için işçiye ihtiyaç vardır. Bitlis yol inşaatında zorla çalıştırılan Ermenilere erkek kadın demeden işlerinin bittiği infazlarla bildirilmiş. Bu gün o yollardan geçerken altında yatan insanları unutma! 
“Fotoğraf, dünyanın her köşesinde anlaşılan tek ‘dil’dir ve bütün ülkelerle kültürler arasında köprü kurarak insanlık ailesini birbirine bağlar. Siyasal etkilerden bağımsız olarak -insanların özgür yaşadıkları yerlerde- fotoğraf hayatı ve olayları doğrulukla yansıtır, başkalarının umutlarıyla çaresizliklerini paylaşmamıza imkân tanır, siyasal ve toplumsal koşulları aydınlatır. Böylece, insan türünün insani ve insani-olmayan yönlerinin canlı şahitleri haline geliriz...”
(Helmut Gernsheim, Creative Photography, 1962)
Dünyanın dört bir yanında yaşanan Jenosid uygulama ve suçları; “millî, Irkî veya dînî bir gruba karşı işlenilen ve o toplumu ortadan kaldırmaya yönelik saldırı ve öldürmeler”… son olarak Ezidi halkına karşı İşid çetelerinin yaptığı katliam ve yerlerinden sürmeler günümüzün modern dünyasında hala hızıyla sürmektedir. Soykırımlarla mücadele ve yüzleşme günümüzün başta gelen insanlık onuruna sahip çıkmanın bir zorunluluğudur. Türkiye’de bu soykırım gerçekliğinden azade değildir. Resmi tarihi sorgulatmak ve yüzleşmeyi sağlamak önümüzde duran bir görevdir. 
Fotoğrafçıların, yani tarihi görüntülerle kaydedicilerin tanıklığı 100 yıllık inkarla yüzleşmenin ve sorumluların cezalandırılması yolundaki görevleridir. 1915’ten 2015’e Ermeni soykırımının 100 yılı bu yüzleşmenin tarihi olarak yerini ‘barış ve kardeşliğe’ dönüştüreceği gelecek bir yüzyıla umut açması için bu fotoğrafları okuyalım… O zaman bu günü anlamak adına bir göz atalım geçmişe…
ft-nihat karadağ

Hrant Dink’in 19 ocak 2008 yılında Agos gazetesi önünde katledilmesini gösteren Nihat Karadağ’ın çektiği bu fotoğraf bende –ve bir çok insanda- duygularımızı gerçeklikle yüzleşmeye çağırdı. Yalnızca acıma değil aynı zamanda isyan duygularımızın da ayaklanmasını sağladı.
ft-2

Ne kadar tanıdık bir fotoğraf değil mi? Suç aletleriyle sergilenen Ermeni’ler. Bir yanda Ermeni halkına karşı katliam ve sürgünler başlamış, buna karşı örgütlenenler suç aletleriyle ifşa ediliyorlar?) (foto:2)
Kaynak:I. Dünya Savaşı Adapazarı Ermeni komitesi Ermeni direniş üyeleri Osmanlı arşivleri Sayfa: “68” belgelerden gizliliği koleksiyonunda “arşiv belgeleri 1914-1918 V.1 Ermeni faaliyetleri” bölümünde. 
ft-2
Bu fotoğraf Nazi Almanya’sında çakilmiş ‘katil ve kurbanlarının’ değil, 1920 Türkiyesi’nin Erzincan’ın da çekilmiş bir fotoğraftır. : Kurbanlar (Bishop Sımbat Saatetjan (solda) ve Protestan Ermeniler başkanı) ve katillerinin kimlikleri… (Foto: 3)
Kaynak: Hajkakan tscharderu pastaturtere (Ermenilerin tedavisi,..). Mas 1 (Bölüm 1), 1920 yılında K. Polis (Konstantin Opel), S.143

ft 4
 Gördüklerimiz bir karpuz sergisi değil, suçları köylerini korumaya çalışan Ermeni liderlerin halka korku salmak için kafalarının kesilerek sergilenişidir. Bu gün İşid terörünün yaptığını 100 yıl önce gerçekleştirenlerin dikkatlerine… Yer İran, tarih 26 ekim 1898 Osmanlı terörü 1915’in ön hazırlığını yaparken (Foto: 4) 
Kaynak: http://www.aga-online.org/aboutus/index.php?locale=tr “Droschak”, 1899/01/31, s 5
ft5
 
Kaynak : http://www.aga-online.org/aboutus/index.php?locale=tr Al’bom ‘’ armjan’- bezencev ‘’. Tiflis (1918)
 20 sosyalist Ermeni sürgün yolunda değil, Beyazıt Meydanı’nda idam edilerek katledildi. Mahkeme salonunda devletin katliamcı zihniyetini yargıladıktan sonra, ölüme aldırış etmeden başları dik ve “Yaşasın Sosyalizm” sloganları ile idam sehpasına çıktılar. Sosyal Demokrat Hınçak Partisi MK üyesi Paramaz’ın mahkeme başkanına söylediği sözler; “Siz ülkemizi bundan altı yüz yıl önce bizden koparmaya çalışıp, işgal ettiniz. Halkımızı sürekli olarak katliamlar yoluyla imha etmeye çalıştınız ve şimdi de tüm Osmanlı vatanını bir Türkiye’ye dönüştürme çabası içerisindesiniz. Ancak siz bunu yaparken suçlu görülmüyorsunuz da aynı şeyi yapmaya kalkışıp, tarihsel hakkımızı yeniden elde etme amacı için biz mi suç işlemiş sayılıyoruz yani” diyerek onurlu duruşlarını sergileyen Ermeni devrimciler idam edilmişlerdir. Bu idamlar Adana’da ve bir çok ilde gerçekleştirilmiştir. 

Ermeni halkını yerlerinden edip, infazlar, katliamlar yaşatanlar, Öksüz ve yetim bıraktırılan kızları  Halide Edip’le asimilasyon programlarını denemesi hangi insanlığa sığar?... Halide Edip (x işaretli), zorla Müslümanlaştırılmış Ermeni yetim kızlarla 

“…Fotoğraflar bize kanıt teşkil ederler. Hakkında bir şey işitip de şüpheyle karşıladığımız bir şey, onun bir fotoğrafı bize gösterildiğinde kanıtlanmış sayılır. Fotoğraf makinesinin faydalı olarak kullanıldığı alanlardan birisi, yaptığı kayıtla suçlayıcı bir nitelik taşımasıdır…” Susan sontag ‘Fotoğraf üzerine…’
Fotoğraflar, zihnimizi zorlar. Yaşananlarla yaşanacak olanları anımsatır. Soykırım fotoğrafları biraz detaya inilince hep birbirlerine benzer Ermeni halkına uygulanan Jenosid fotoğraflarının detaylarında dünyanın diğer uçlarında olan yaşanmışlıkları görürüz. Kiminde Nazi toplama kamplarını kiminde afrikanın herhangi bir noktasından Ruanda’da somali’de açlıkla inançlarla uygulanan soykırımlara toplu katliamları tanık oluyoruz. Dünya bu adaletsizlikleri yaşamaya devam ettikçe fotoğraflarda bu gerçekleri yansıtmay sürdüreceklerdir. Oysa ki bu görüntülerin zihnimizden çıkması adaletli bir dünyanın kurulmasıyla mümkün olacaktır. 

ft-özcan yamanft-özcan yaman

205-SERMAYENİN KÜLTÜR VE SANAT’A DESTEKLERİ (1)


Evrensel gazetesi
kadraj köşesi
22 şubat 2013
205-
özcan yaman




SERMAYENİN KÜLTÜR VE SANAT’A DESTEKLERİ (1)

 “1930'larda Alman burjuvazisi kendine bir führer buldu ve Hitler faşizmi adım adım önce kendi ülkesini ve halkını esir aldı, sonra tüm dünyayı ikinci dünya savaşı felaketine sürükledi. Sonrası malum. Ya bugün?  Bugün ABD'nin neocon führerlerinin badem bıyığı yok. Üstelik kendi ülkelerinde tam bir Hitler rejimi uygulamıyorlar, henüz. Ama dünyada uygulamaya başladılar bile. Ve başlayan savaş felaketinin sonrası hiç de malum değil. Öyleyse, bugünü de görmek üzere bakalım geçmişe…”
(Yılmaz Onay’ın 8 mayıs 2005 tarihinde “Faşizmin yenilgisinin 60. yılı” için düzenlenen gece de gösterilen “Savaş El Kitabı” filmine yazdığı önsözden.)

Biliyoruz ki sermaye ranta çevirebildiği her şeyi kullanır. Çevre-Doğa-İnsan-Sağlık-Sanat-Bilim-Elma-Armut-Su-Ev-Bark-Üniversite-Hapishane-Toplama kampı-Uzay-Ay-darbeler ... boşlukları aklınıza gelen kelimelerle doldurun. Bunların hepsi sizden önce sermayenin aklına gelmiş ve tüketim alanları içine çoktan girmiştir bile... Aslında büyük sermaye gruplarının hayırsever, sosyal sorumluluk projelerine değinerek bienalleri sorgulayacagiz.
İktidar kim yada kimlerdir? Sermaye mi? Asker mi? yoksa demokrasi(!) ile gelen hükümetler mi? veya onların yönettiği devlet erki mi? Demokrasi ise nasıl bir demokrasi?
Aslında bu soruların yanıtları yüzlerce kez verilmiştir. Örneğin dünyada yapılan askeri faşist darbeler incelendiğinde daha bir netlik kazanırlar. Hitler’in iktidara gelmesinden Şili’deki, Arjantin’deki ve Türkiye’deki darbelere kadar sermaye şirketlerinin  o muazzam güçleri ortaya çıkar. Bizlere ise demokrasi ile bir deli adamın (Hitler) ortaya çıkarak nasıl iktidar olduğu masalı anlatılır. 1980 darbesini ise başta Kenan Evren olmak üzere 5 generalin ‘kardeş kavgasını ortadan kaldırmak için’ kolları sıvadıkları anlatılır. Aynı masallar diğer darbe/darbeler geçiren ülkeler içinde anlatılır. Costa Gavras’ın “Sıkıyönetim” ve “Ölümsüz Z” belgesel filmleri bu durumları görselliğe dökmüştür. Eduardo Galeano’nun “Aynalar” kitabı (Sel Yayınları) ve Türkiye gerçeğini ise İktisatçı Mustafa Sönmez “Türkiye’de Holdingler ve Kırk Haremiler” adlı çalışmasıyla kalıcılaştırmışlardır.
Hepimizin bildiği, içtiği, giydiği ve kullandığı büyük markalar  ne kadar masumdurlar? Hitler ve nazi gençleri tarafından çok beğenilen ünlü giyim markası “Hugo Boss” yıllarca SS subaylarını giydirdi. Özellikle nazi subayları için üretilen kahverengi mont ve gömlekler unutulmazlar arasındadır. “Coca Cola” Naziler için portakal aromalı bir içecek tasarladı. 1936 ve 1939 dünya olimpiyatlarının sponsoru oldu. Gamalı haçlı açacakları ile bol görsel malzemeleri antika olarak dolaşımda bulunuyor. 1941 yılında “Fanta” adı ile Alman pazarına giriş yaptı. Daha detaylı fotoğraflarla görmek isterseniz:
(http://www.dodokolik.com/yazi/ilginc/314/naziler-icin-calisan-dunya-devleri/) internet sitesini ziyaret edebilirsiniz. Hepsi bu mu? Tabii ki değil, “Krupps” markası (evlerimizin en sevilen ufak mutfak aletleri üreticisi) Hoover, Siemens,   gibi liste artarak devam ediyor. Mahkûmlar ayrıca, Thhssen, Varta, Bosch, Daimler Benz, gibi Nazi çılgınlıklarının ekonomik temelini teşkil eden başka şirketler için de çalışıyorlardı.İsviçre bankaları mahkûmların altınlarını (mücevherlerini ve dişlerini) Hitler’den satın alarak dünyanın parasını kazandılar. Altınlar, sınırın kanlı canlı kaçaklara karşı sıkı sıkıya kapalı olduğu İsviçre’ye şaşılacak kadar kolay giriyordu. Unilever, Westinghouse ve General Electric firmaları da Almanya’daki yatırımlarını ve kazançlarını katladılar. Savaş bitince ITT firması, müttefiklerin bombardımanının Almanya’daki fabrikalarına verdiği zararı gerekçe gösterip milyonluk bir tazminat kazandı. ITT Tazminatı kazandı da çok mu masum kaldı? Nerdeee oda hemen yeni tezgahlanan darbelere para akıttı. ABD uzmanlarının yönlendirmesiyle geliştirilen bu operasyonlar Arjantin, Şili, Bolivya, Paraguay, Uruguay, Brezilya,Yunanistan ve Türkiyegibi ülkelerde darbelerde rol alıyorlardı...

Haftaya devam edeceğiz...


    153) 12 şubat 2012--Dersim’in nefes alışını dinlemek ve Kemal Özer


    Evrensel gazetesi
    Özcan yaman
    153) 12 şubat 2012



    Dersim’in nefes alışını dinlemek ve Kemal Özer

    “Nerede soluk alabiliyorsunuz diye sorsalar hiç tereddütsüz doğada derim. 
    Derin vadilerde, bir nehrin öyküsünde, başını karlı dağlardan kaldıran güneşin selamında, 
    çağlayanlarda, dağların uğultulu zamanında, yıldızlarla... 
    ve bu coğrafyaların kanayan yaralarına azıcıkta olsa merhem sürerek. 
    Unutmadan yeniden hatırlayarak... 
    Ve böyle de yaptım. 4 yıl başımı Munzur’un kalbine yasladım. 
    Nefes alışını dinledim Dersim’in.”
    Kemal Özer 

    Bir laf vardır. “Bu güzellikler insanı şair yapar” gibi. 
    Buradaki benzetme her güzellik karşısında herkesin şair olabileceği değildir tabii, ama güzelliği anlatalabilme becerisidir. Nesnelliğin gerçeklikle olan ilişkisinin farkına varılması ve soyutlanabilmesidir. Durum böyle olunca yukarıdaki sözün aslında ne kadar derin bir manaya işaret ettiği ortaya çıkar. Fotoğrafta bu güzelliklerin kalıcılaştırılmasının yolu kadraj dediğimiz bir seçicilikle ortaya konur.
     Bir yer düşünün ; dağları, ovaları ve binbir çeşit çiçekleriyle böceğinden vahşi hayvanlarına , yazın başka, kışın başka güzellikleri içindesiniz. İnsan burada şair olmazsa ne olur? Fotoğrafçı olur tabii. İşte anlatmaya çalıştığım bu yer Dersim’dir. Dersim’in doğal güzellikleri ve bu güzelliklerin yok edilmeye çalışılması (HES’ler ve barajlar) bazı insanları şair, ressam, ozan ve fotoğrafçı yapmıştır. Kemal Özer fotoğrafçı olmuş bir arkadaşımızdır. Yıllardır fotoğraf çeker. Evrensel ve Hayat Televizyonunun Dersim muhabiridir. Bir yandan gazetecilik yaparken bir yandan Dersim’in güzelliklerini belgeler. Şimdiye kadar milyonlarca kare fotoğraf ve video çekmiştir. Fotoğrafçı olmasına Dersim’in güzelliği mi, yoksa fotoğrafçı olması mı Dersim’i belgelemesine yol açmıştır? diye. Ben, Kemal’i Dersim’in fotoğrafçı yaptığını düşünüyorum.

    Yıllarca yaşadığı yerin fotoğraflarını ve videolarını çeken Kemal birde belgesel video/film hazırlamıştır. “Dersim Başeğmezlik ve Çiçek Ülkesi’ adlı 45 dakikalık belgesel filmde, Dersim’in tarihi ve doğal güzelliklerinin yanı sıra 1938 Dersim Katliamı da ele alınıyor. Tevfik Taş’ın metnini yazdığı Meral Bekar ve Enver Akan’ın seslendirdiği belgesel filmin müziklerini Cahit Berkay yapmıştı. Filmin çıktığı 2007 yılında Kemal Özer şöyle diyordu; “Nerede soluk alabiliyorsunuz diye sorsalar hiç tereddütsüz doğada derim. Derin vadilerde, bir nehrin öyküsünde, başını karlı dağlardan kaldıran güneşin selamında, çağlayanlarda, dağların uğultulu zamanında, yıldızlarla... ve bu coğrafyaların kanayan yaralarına azıcıkta olsa merhem sürerek. Unutmadan yeniden hatırlayarak... Ve böyle de yaptım. 4 yıl başımı Munzur’un kalbine yasladım. Nefes alışını dinledim Dersim’in. 
    Kemal’in fotoğraflarında en saf ve açık haliyle olduğu gibilik vardır. Hayat nasıl akıp gidiyorsa öyle. İster manzara çeksin ister bir eylem Kemal hayattan bir kareyi kadrajlar ve sabitler. O kare artık geleceğin dağarcığına aktarılmış bir görüntü olarak yerini alır. Öyle pek ahım şahım pahalı makinelere de sahip değildir. Ama elinde olanı değerlendirmeyi bilir. Dersim’e gidip Kemal’in misafirperverliğini yaşayan biri olarak hep sonraya bıraktığım gecikmiş bir yazı olarak Kemal’e bir teşekkürün ve saygının ifadesidir.
    Evet fotoğraflar Kemal Özer...








    79-GENÇ FOTOĞRAFÇILARA FISILTILAR-Evrensel-22 Ağustos2010- Özcan Yaman




    GENÇ FOTOĞRAFÇILARA FISILTILAR



    “…Ben bir fotoğraf çekmek için aylarca dolaştığımı bilirim. İspanya’yı çok severim.
    Bu ülke içerisinde istediğim pozları çekebilmek için 10 bin kilometre yol kat ettim. Madrit’te fotoğraf çekebilmek için öncelikle İspanya tarihini iyi bir tarihçi kadar öğrenebilmek gayreti ile yüzlerce eser okudum. Toplumu, insanları, yaşayışlarını araştırdım. Ondan sonra fotoğraf makinama elimi attım ve bir foto muhabiri olarak çalışmaya başladım. Başarının sırrını öğrenmek istiyorsanız siz de bu yoldan yürüyünüz...”
    W. Eugene Smıth

     












    Fotoğraf: Alaattin Timur
    60 yıl sonra turkcel kızıJ)
    Belki bu turksel kızını hep görüyoruz ama kağıt toplayıcısı nineyi bazılarımız görüyorduk. Alaattin öyle bir görmüş ki bravo demekten başka söz bırakmıyor. Hayatın çelişkisi karşımızda


    Genellikle kendi yaptığımız iş dünyanın en zor ve yorucu işidir. Başka işler hep kolay gelir. Genel yaklaşım böyledir. Halbuki kolay iş yoktur. Her iş emek ve çaba ister. Bazıları işlerin zorluğunu dışarıya sezdirmez ve didişir ha didişir. Çünkü yaptığı işi seviyordur. Bazıları abartır ha abartır. 
    Fotoğraf; Bir kere sanat dünyasının üvey evladıdır ve bir o kadar da vazgeçilmezi. Diyelim içinize ışık düştü ve fotoğraf yapma dürtüleri sardı. Öncelikle, bir fotoğraf makinesi almaya kalkarsınız. Sonra zaman harcayıp, fotoğraf çekmeye çalışırsınız. Bu arada bir şeyler olur; “Bir zamanlar bende fotoğrafla uğraşmıştım.” dersiniz, (Hafif bir tebessümle). Acaba ne olmuştur da böyle dersiniz? Ya da fotoğraf alanında ustalaşırken yeni dünyalar ve birikimler edinirsiniz. İşte sözüm bu tipten arkadaşlara:
    Sizde başlarken belki de basite almıştınız. Ama dalmayı yeni öğrenen dalgıçlar gibi güzelliklere ulaşmaya başladıkça daha derinlere inmektesiniz. Bu arada çevrenizde değişmekte; sizi anlayanlar ve anlamayanlar. Çünkü onlar suyun üstünde kalmışlar ve ancak başlarını suya sokarak sizi görmeye çalışmaktadırlar. Ve bir türlü akıl sır erdiremezler bu denli fotoğrafla uğraşmanıza ve fotoğraf üretmenizi küçümseyebilirler…
    Daha somut mu anlatayım? Peki o zaman;
    Diyelim sizin de sıradan bir hayatınız var. Hafta içi okul iş güç ve hafta sonları bu fotoğraf denilen hobi. Bir de arkadaş grubunuz ve içinde yer aldığınız sosyal çevreniz. Siz fotoğrafla uğraştıkça yavaş yavaş çevreniz de değişmektedir artık, hafta içleri de fotoğrafla uğraşır olmuşsunuzdur. Maazallah bir de geçim kaynağı ve sanat alanına yükselttiniz mi, işte hapı yuttunuz. Herkes tatil, gezi, piknikler, bayramlar ve seyranlar derdinde iken, siz bu sosyal ilişki-lerden fotoğraf yapıp yapamayacağınızı düşünürsünüz. İçine fotoğraf giren hiçbir gezi, tatil, bayram seyran çevrenizdekilerin düşündüğü gibi olmaz. Fotoğraf, onlar için hatıra fotoğrafları çektirmektir. Fotoğrafçı dediğin karısının, kocasının çocuğunun velhasıl eş dostlarının fotoğraflarını çeker (!) Fırsat bulursa çevresinin fotoğrafını çeker ve bol bol dans edip, tatilin, eğlencenin tadını çıkartır. Çünkü filancalar yaz geldi mi bilmem nerede tatil yapıyordur.
    Fotoğraf çalışmalarının iki aşaması vardır: Birincisi üretim aşaması ki, o bir karenin çekilmesi için geçen süre. İkinci aşaması o bir tek karenin kullanıma hazırlanması, Yani bilgisayarla olan bağıntısı. İşte iletişimsizliğin kaynağı…
    Bir fotoğrafçının ya da fotoğraf sanatçısının işi hiç de öyle kolay değildir. Oysa ki her şey dijitalleşti ya, kolay sanırlar. Dedik ya Fotoğraf deklanşöre basıldı mı bitti sanılır. Halbuki yeni başlıyor. Sorumluluk sahibi her fotoğrafçı deklanşöre her basışının ağırlığını duyar. O bir kare, o fotoğrafçı için çok önemli bir karedir. Artık o bir karenin demlenmesi gerekir. (Bazen de sıcağı sıcağına kullanılması söz konusu olabilir) Bilgisayara yüklersin arşivlersin. Photoshop ta saatlerce uğraşırsın ki her fotoğraf nihayi kullanım için mutlaka photoshop’tan geçer. Yapacağın çalışmalarda kullanılmak üzere gruplandırırsın. Bu arada fotoğraf alanında sana yetecek kadar da bilgisayar teknolojisini öğrenip geliştirirsin. Ama dedim ya dışarıdan bakanlar için boş şeylerdir bunlar… Çek bırak, fotoğrafçı dediğin çeker ya, Doğrudur bizler çekeriz:) Ama çekmek kadar, işlemek de kaçınılmazdır. Bazen bir kolaj yapmak için 3 gün beynimi yediğim ve bilgisayar başında uğraştığımı hatırlıyorum. Bir sergi hazırlamanın zahmetini -hem düşünsel, hem bilgisayar başında sabahlayarak- çok çekmişimdir. Ama dedim ya, siz artık bilgisayar ve hatta internet manyağı (!) olarak nam salmaya başlamışsınızdır. Düşünüyorum da ya ressam olsaydık ne olacaktı? Tuvaller, boyalar ve haftalarca süren çalışmalar. Havaleli döküntüler. Evde on tane basılı fotoğraf dergi araç gereç yer kaplıyor diye kopan fırtınalara ressam olsaydık nasıl katlanacaktık? O zaman da herhalde, “Sen ressamsın ne işin var bilgisayarla falan” denilebilirdi herhalde. Öyle boyalar tinerler, tuvaller, olmaz, öyle kukuman kuşları gibi de düşünmek yok. Al bir resim defteri karakalem eşinin dostunun portrelerini çiz mi diyeceklerdi acaba?” Çünkü onlar bizim işlerimizi bizden iyi bilirler(!) Evet arkadaşlar; tüm bu zorlukları yenebilirim diyor musunuz? Eşinizin, anne-nizin, babanızın veya sevgilinizin bu yaşam biçiminizle olan ilişkisine sınır koyabilirim diyebiliyorsanız hodri meydan. Yok olmaz diyorsanız, bence hiç başlamayın. İşinize gücünüze gidin. En iyisi gezin tozun hayata gelmenin tadını çıkartın (!)
    Bazı arkadaşlara rastlıyorum. Kendisi fotoğraf tutkunu ya, istiyor ki sevdiği de fotoğrafla uğraşsın. Sepet gibi yanında dolaştırıyor ya da o dolaşıyor. Sonra iki cami arasında kalıp ne yapacağını şaşırıyor. (Seviyor ya), ya fotoğrafı seçer ya da fotoğrafa elveda deyip o bildik sözleri söyleyen potansiyel arasında yerini alırlar. “Ben de bir zamanlar fotoğrafla uğraşıyordum”

    EVRENSELİN İŞGALİ:) *
    “Fotoğraf bir lekedir aslında’ demişti kurstaki eğitmen. Sanırım doğru söylüyor. Lekeleye lekeleye yaşıyoruz, iz bırakıyoruz hayatta. Sanatın kurslarla öğrenilemediğini öğreneli çok oldu elbette, ama yine de bir ışık gerek insana, ışıksız olmuyor, dünya da, fotoğraf da. Neyse konumuza dönersek, şahsen işgallere, ilgalara karşıysam da fotoğrafın ve sizin kaleminizin evrenseli işgali bence gerekli diye düşünüyorum... Öyle ya, zorunlu işgaller de varmış hayatta. ‘Digital makina çıktı mertlik bozulduysa da’ bizim gibi belleksiz bir toplumda, giderek varsılların ekipmanlarını yarıştırdığı bir alan olsa da, boş bırakmamak gerek buraları. Onun için bir bilenden okumak, duymak gerek. Eylem ve etkinliklerde eline digital makine geçen cümle vatandaşın fotoğraf çekmesi beni çok mutlu ediyor. Zira kaydediyoruz, olanı-olmayanı, geleni-gelmeyeni.
    En önemlisi de, hani derler ya; “Biz burada bunları yaptık, sen nerelerde ne hesaplar peşindeydin”. İşte bunu, en çok da bunu demek için… Fotoğrafı sizden dinlemek, okumak çok güzel, elinize emeğinize sağlık...”

    *Bu hafta sevgili okurumuz Macide Boymul’dan gelen e-postayı
    paylaşıyorum.













    Fotoğraf: Doğancan heperler
    Gençlik kampından…
    Gençlik kampından yansıyan fotoğraflar içinde en başarılı bulduğum bu fotoğrafı paylaşmak istedim. Doğancan’dan çalışmalarını beklediğimi hatırlatmak isterim.


     







    Fotoğraf: Murat Germen
    Murat Germen’in İstanbul Modern’deki YOL sergisindeki “ertelenmis arzular” isimli kavramsal çalışması.







    Fotoğraf: Özcan Yaman














    78-OFFF HAVALAR ÇOK SICAK …Evrensel 15 ağustos 2010-özcan yaman





    OFFF HAVALAR ÇOK SICAK …
    Havalar bugünlerde çok sıcak ve yapış yapış. Birçok fotoğrafçı çantalarını bırakarak yalnızca makinalarıyla sokağa çıkıyor. Hayat bazen insanları sınar, dayanıklılıklarını ölçer. Bazen de havalar bir soğur ki, yine fotoğraf çantaları bırakılır ‘makinayı tutamıyorum ki niye taşıyayım’ denir. Fotoğrafçılar için hele belgesel/enstantene fotoğrafçıları için bunlar birer sınamadır diyorum. Acaba bu sıcakların hayata etkilerini çalışan fotoğrafçı var mı? diye düşünüyorum. Bence kaçırılmaması gereken fırsat bu günler. Mayışmış insanlar, kediler, köpekler…Yalnızca bu günler mi? Yılbaşları, bayramlar veya yağmurlu havalar hep birer fırsat aslında. Herhalde belgesel deyince hep çatışma veya olumsuzlukları mı düşünüyoruz . Acaba hebercilik yada gastecilik damarımız mı kabarıyor? Yağmur yağar fırtına olur sel basar, insanlar mağdur olur ve yüzlerce hatta milyonlarca fotoğraf çekilir. Havalar sıcak.  Yangınlar çıksa, yollarda ayılıp bayılan insanlar haber kanallarının başında yer alsa, eminim fotoğrafçıların çoğu gastecilik hevesiyle yine milyonlarca kare fotoğraf avcılığına çıkarlar. Peki fotoğraf hele hele belgesel fotoğrafçılık bu mu? Yani basın fotoğrafçılığı, belgesel fotoğraf deyince akla tek gelen fotoğrafçılık mıdır? 
    Fotoğrafçılar yada fotoğraf meraklıları diyelim, yazın veya kışın gelmesiyle tatile  mi giriyorlar? Kuşkusuz çalışanlar da var ama ortaya ne koyuyorlar yada koyacaklar merak ediyorum.
    Bu sıcakların, kent yaşamına etkilerini, çarpıcı fotoröportajlar la  ortaya koyacak arkadaşlara ihtiyaç var.  Tatile, kampa giden fotoğrafçıların gittikleri yerlerde buna benzer çalışmalar yapmaları önemlidir. Çünkü fotoğrafçı bulunduğu her ortam ve şartta fotoğrafçıdır. Bu anlamda fotoğrafçının tatili olmaz, tatilde bile görevi fotoğraf üretmek olmalıdır diye düşünüyorum. Güzel sanatların fotoğraf bölümüne girecek gençler harıl harıl portfolyo hazırlamak için koca kentte fotoğraf çekmeye çalışıyor.
    Evet fotoğraf yapmamız , üretmemiz lazım. Yaz-kış demeden, sıcak-soğuk demeden. Sahilde denize atlayanları, otobüslerde bunalanları, yük taşırken terleyenleri çekelim…

    Son zamanlarda ‘belgesel fotoğraf; sanat mı değil mi? ’ diye tartışırken bir es verip sıcaklarla ilgili bir şeyler yazayım istedim.

    Bir arkadaş “ fotoğrafın ‘diyalektik materyalizm’le ne ilgisi var” diye soruyordu.  Demek ki yazdıklarımız boşa gitmiyor diye düşündüm. Bazı sonuçlar çıkarılıyor.  Oysa ki önceki yazılarım da yer vermiştim. Demek ki zaman zaman yenilemek grekiyor. Önümüzdeki günlerde yine bu konuyu işleriz…

    Aslında yeni anayasa  diye sunulan yamayasaya ilişkin yazmak ve fotoğrafla neler yapabilirizi konuşmayı düşünmüştüm haftaya belki…
    Bence, sizler ne düşünüyorsunuz? Fotoğraf tartşması sıkıyor mu? Evrensel’in arka sayfasını fotoğrafla işgal etmem sizlerde ne gibi düşünceler yaratıyor? Paylaşırsanız sevinirim. Maillerinizi ve fotoğraflarınızı beklerken tatilde olanlara iyi eğlenceler. Çalışmak zorunda olanlara kolay gelsin ve hastalara acil şifalar diliyorum…

    Marmara depreminin 11. yıldönümüne geldik. Bildiğiniz gibi 17 ağustos 1999’da yaşamıştık deprem şokunu. Koskoca on bir yıl geçti. Oğuz Gündoğdu hoca’nın deyimiyle  DEPREM İÇİN SAAT ÇALIŞMAYA DEVAM EDİYOR!..Gerçekten deprem gerçeğini tüylerimizi ürperterek hatırlatan bir cümle… Neredeyse, deprem gerçeği unutturuldu. Fotoğraflar ve videolar nostaljik  birer görüntü haline dönüştürüldü. Hatta, sanki Irak savaşından kalma görüntülermiş gibi kanıksattırıldı. Görüntüleri, inşaat şirketleri reklamların da kullanacakları birer malzeme haline getirdiler… “Şu kadar bin hatta milyon doları verin, depreme çoook dayanıklı garantili yapılarda oturun!”…Evet  DEPREM İÇİN SAAT ÇALIŞMAYA DEVAM EDİYOR!..diye uyarıyor Oğuz hoca. Tik takları duyuyormusunuz.? O çoook güvenli milyon dolarlık evlerinizin dışında da depreme yakalanabilirsiniz beyler, bayanlar …


     














    Fotoğraf: Zafer kutlu Bayhan
      


















    Fotoğraf:Sevgen bengi kıran                                                                                     

    Fotoğraf: Özcan yaman


     









    Fotoğraf:Paşa irmek




























    77-FOTOĞRAF VE SANATA DAİR-3- Evrensel- 8 Ağustos 2010-özcan yaman




    FOTOĞRAF VE SANATA DAİR-3-

    “…Fotoğrafa akıl, tarih Ve diyalektik gözüyle
    bakmayan kimse, o bir tek kareyi yeryüzünün büyük fotoğrafı içine
    yerleştiremez. Bunun boş gözlerle boşluğa bakmaktan farkı yoktur.
    Boş bakış fotoğraf karşısında YOKSULDUR!.” ( TEVFİK TAŞ)
    Murat Yaykın, önceki yazısının devamını bu hafta “Burjuvazi Belgesel Fotoğraf’ı”…başlığı ile yazdı. Yaykın son yazısında “…burjuvazi belgesel fotoğrafın tarihi tanıklığından rahatsız olur ve çeşitli yöntemlerle  de manüple etmeyi sisteminin sürekliliği için zorunlu görür. Sanat alanına kaydırma gayretleri subjektif olana kaydırma gayretleridir.” diyerek bitiriyor.
    Geçen haftaki  yazımda 4. madde olarak yazdıklarımı teyit eder biçimde. Ne demişim:. “Neo liberal politikalar ve onun ekonomik etkilerinin, Kültür ve sanatı da etkilediği, Küresel Kapitalizm tek merkezli bir yapıyı hayatın her alanına dayatırken “sanatçıyı”da özneliğinden koparıp sistemin bir parçası haline getirip “hakikati” de iktidarın bakış açısına göre sunmaya çalışıyor…”

    Yani burjuvazi kendi sanat tarifi yada kavramı içinde belgesel fotoğrafı hakikiliğinden koparıp, Murat’ın deyimiyle subjektif olana kaydırmak istiyor. Doğrudur, doğaldır…

    Hatta salt ‘belgesel fotoğraf ‘ için değil, bir çok alan için de böyledir. Muhalif ve alternatif sanat için de geçerlidir diye genişletebiliriz diyorum.

    Ve tekrar ediyorum,tartışmaya konu olan “Belgesel fotoğraf sanat değildir” düşüncesi de  yanlıştır. Ve bunu şöyle açıklamıştım: “Fotoğrafçı, azınlığın çoğunluk üzerindeki iktidarında, muhalif ve alternatif  ise; üzerine düşen, kendi dilini dahası kendi ideolojik literatürüyle kavramları anlamlandırıp görünürlüğünü sağlamak zorundadır. Sanat kavramını burjuva literatürüne göre değerlendirmek ve fotoğrafı muhalif diliyle ve gerçekçiliği ile özellikle ‘belgesel fotoğrafı’ işlevi bakımından tanımlamak ve ‘sanat değildir!” Demek bana doğru gelmiyor.

    Belgesel fotoğrafı burjuvazi çıkarları için niye kullanmasın ki ?  Her şeyi sisteminin işine yarayacak şekilde örgütleyen ve Marx’ın deyimiyle; “ Gölgesini satamayacağı ağacı keserken”  niye belgesel fotoğrafı kendi sanat kavramları içinde eritmeyi düşünmesin?

    Burjuvazi belgesel fotoğrafı kendi sanat kavramları içinde yok etmeye  çalışacak diye belgesel fotoğrafın da sanat  olarak kabul edilebileceğini red etmek ne kadar doğru olacaktır .
    Bu anlamda sorun yalnızca Belgesel fotoğraf için değil, tüm sanat dalları için de geçerlidir.

    Burada sanatı ‘öznelliğin’ birinci planda tutulması dolayısı ile ‘nesnelliğin’ önünde olduğu için  subjektif yargının baskın olduğu, ama belgesel fotoğrafta ‘nesnelliğin’ ‘öznelliğin’ önünde olmasının ‘sanat’olmasının önüne geçtiği gibi bir yargıya varmak ne kadar doğrudur? Ortaya çıkan fotoğraf öznel öncellikli ve subjektif ise “Sanatsal fotoğraf” - Objektif ve nesnel ise  belgeseldir ve burjuvazinin ideolojik tuzağına düşmemek için de ‘sanat’ tuzağına düşmemek gerekiyor gibi ortaya çıkan düşünceyi kabul edemiyorum.  Şimdi Murat ben böyle söylemedim diyebilir. Son yazısında ve öncekilerden de ben bunları çıkarıyorum. Fotoğrafta ‘sanat fotoğrafı’ tanımı bence yanlıştır. Fotoğraf ya vardır ( Kültürel birikim tarihsel ve toplumsal kalite kazanıp kazanmadığı) yada yoktur ( biçimsel olarak var olması, içerik olarak yetersiz olması). Bu tanım burjuvazinin sanatsal olanı gerçeklikten ayırma tanımıdır ve burjuvazinin fotoğraf alanında  sanat anlayışını anlatabilir. Bizler için böyle bir tanımlama olamaz. Yani fotoğraf ya vardır ya da yoktur. Varsa sanat da olabilir biçiminde yorumlanmalıdır  diye düşünüyorum.

    İdeolojik yaklaşımlar doğaldır ve her sınıf kendi açısından karşısındakini yok etmek için türlü yol ve yöntemleri kullanır. Aksi ise Murat’ın söylediği gibi “Fotoğraf sanat değildir” gibi bir anlayışa götürür. Burjuvazi sanatı kendi ideolojik yapısı için de kullanıyor diye sanat kavramını terk etmek mümkün değildir. Tam tersine sanatı işçi sınıfı ideolojisi doğrultusunda burjuvaziye karşı korumak ve geliştirmek gibi bir sorumluluğumuz vardır.

    Şimdi gelelim ‘Belgesel fotoğraf’ üzerine görüşlere;
    Bu konuda ne kadar fotoğrafçı varsa o kadar da tanım var diyebiliriz. Fotoğraf doğası gereği belgeseldir. İster sıradan enstantene bir kare olsun, ister bir projeye bağlı üretilmiş dizi fotoğraflar olsun, Yada son yılların icadı mobese kameralardan elde edilen görüntüler olsun, Basın ve haber fotoğrafları olsun hepsi belgesel fotoğraf içine girer. Dahası cep telefonlarından tutun, basit makinalar dahil günde milyonlarca insanın öyle veya böyle çekip paylaştığı çocuğunun, eşinin, sevgilisinin, manzara veya herhangi bir fotoğrafı belgesel fotoğraf alanına girer. Burada hangi fotoğrafların daha belgesel olduğuna nasıl karar vereceğiz?

    Fotoğrafçılar  arasında konuya çok katı yaklaşanlardan daha geniş yaklaşanlara kadar bir çok tanımlamada çıkarılabilir. Hayatta karşılığı olan ve gerçekliğini bozmayacak derecede müdahale edilmesi olabilir. (Fotoğrafını çektiğimiz konuyu engelleyen bir ağaç dalının kırılması veya işini yapan bir insana işini biraz solda yada sağda yapmasını söylemek gibi) Hatta kullanılan objektiflerin odak uzaklıkları dahi tanımlamalarda farklılıklar ve red edişleri getirebiliyor. Eleştirilerin ana noktası; nesnelliğin, gerçeğin fotoğraf olarak ortaya çıkışındaki algılanmasındaki hakikiliği olabilir. Örneğin S.Salgado’nun her bir karesindeki estetik kimi arkadaşlara göre ‘yoksulluğun estetize edilmesi’ gibi değerlendirilmesi ve red edilmesi. Bu gibi tartışmaların sonu gelmez. Yorumsuz yalnızca nesnelliğin geçerli olduğu bir kayıt olamaz. İster fotoğraf ister müzik ister video olsun. Meseleye salt yaşanan gerçekliğin o anda durdurulması olarak bakarsak ve böyle değerlendirildiğinde ‘belgesel’ bir zanaat yada sanat dalı yoktur denebilir. Yani ‘belgesel filmler’ olamaz. Belgesel müzik olamaz vs vs. böyle yaklaşımlar yanlıştır. Dolayısı ile ne kadar fotoğrafçı varsa o kadar da belgesel tanımı da ortaya çıkar.
    Son söz olarak;
    “Sanatın gücünü bildiğimiz içindir ki, Sorumluluğumuz bu denli büyük” ANNA SEGHERS

    Fotoğraf: Sabastio Salgado: Madenciler çalışmasından

    Salgado’nun bu fotoğrafı belgesel bir çalışmadan alınmıştır. Biçimsel olarak incelendiğinde Kompozisyon ve estetik açıdan artılara sahip bir fotoğrf olduğu şüphesiz. Peki nesnel olduğu ölçüde öznel ve subjektif bir fotoğraf değil mi?Fotoğrafın kadrajlanmasından karar anına kadar fotoğrafçının seçimini sergilemiyor mu? Sanatsal olarak değerlendirilemez mi? Yoksa ‘sanat fotoğrafı’ olur diyerek yalnızca belgesel fotoğraf demek doğru mu?

    Fotoğraf: Özlem Alkurt, Tekel direnişi

    Özlem’in fotoğrafı da bir belgesel çalışma. Bir çok belgeselcinin yaptığı gibi siyah beyaz da olabilirdi. Bu gibi yaklaşımlar fotoğrafın etki ve anlatım gücünü arttırmak içindir. Ayrıca alan derinliğine müdahale edilmiş. Oysa ki gerçekte biz böyle görmeyiz. (Her tarafı net görürüz) Yani nesnel gerçekliğin fotoğrafçı tarafından yorumlanıp yeniden sunulduğunu görüyoruz. Ne kadar nesnel ve ne kadar öznel?