Translate

Bu Blogda Ara

408-Bir kentin dikey yerleşimi-Evrensel 24 kasım 2017


Bir kentin dikey yerleşimi
24 Kasım 2017
Formun Altı


Çarpık kentleşmeyi düzelteceğiz diye dikey şehirleşmeyi "kentsel dönüşüm" adıyla nitelendirdiler. İstanbul'un sınırlarını neredeyse küçük bir ülke kadar genişlettiler. Artık Gebze'den, Edirne'ye kadar İstanbul. Gecekondulardan arındırıyorlarmış. Depreme dayanıksız binalarda insanlar ölmesin(!) diye İstanbul dışına yerleşime zorluyorlar. Adına da "kentsel dönüşüm" diyorlar. Hiç paradan puldan söz etmiyorlar. Hatta İstanbul'un karası bitti denizine gökdelenleri, rezidansları dikiyorlar hem de dikine dikine. Buyrun Ataköy sahiline bakınız. 
Peyzajmış, doğaymış, tarihmiş, kültürmüş hepsi rantla ölçülüyor. Süleymaniye Camii arkasına fon olarak 16/9 kule binalarını almış post modern bir görüntü veriyor. AKM '70'lerin bina örneğiymiş. "Ne lüzum var canım üstü tiyatro ortası opera; altı katlı otopark kenarları AVM en  üstü de rezidans olsun bak sen paraya, pardon modern sanat kültürüne..." 
Dolmabahçe Sarayı otelleri şahlandırıyor. Tüm kıyı sırtını dikey binalara dayamış yıkım talan sırasının kendilerine gelmesini bekliyor. Kadıköy-Karaköy-Beşiktaş vapur seferlerine katılanlar artık kanıksadıkları görüntüler eşliğinde "hey gidi İstanbul" bile demiyorlar. Katliamları, cinayetleri kısaca ölümleri adaletsizlikleri hukuksuzlukları kanıksamış bir toplum yaratıldı. 
Muktedirler daha iyi bilir...
Yıllar önce Kadıköy'den Haydarpaşa'ya doğru baktığımda bir camii iki minare ve minarelerin arasından sırıtan hastane tabelalı koca bina post modern bir görüntü sergilerdi. Bir başka açıdan da dinle- sağlık ilişkisi olarak da yorumlanabilirdi ya neyse. Yine epey zaman önce baktığımda minareler intihar etmiş, biri toptan diğeri yarım olarak. Arkadaki bina 1-0 kazandım der gibi duruyor. Anlaşılan bu talan ya da kentsel dönüşüme gönlü razı olmayan cami intiharı seçmiş. Yukarıda gördüğünüz iki fotoğraf arasında dört yıl var. 
Sanatın, kültürün ve finansın başkenti İstanbul. Üretenlerin değil, tüketenlerin şehri yapıldı. Metrobüs, metro, marmaray bağlantısı sizi şehrin en uzak en ücra köşesine götürüyor artık. Beyoğlu, Ataşehir sanat ve finansa akıyor, eyy vatandaş sen metrobüse ak...

Tarih:2013                                                                                     Tarih 2017 Kasım



407- Çağının tanığı bir fotomuhabir: YEVGENY KHALDEİ (1917-1997) 10 kasım 2017

EVRENSEL GAZETESİ
Kadraj köşesi
407- 10 kasım 2017
Özcan Yaman

Çağının tanığı bir fotomuhabir: 
                      YEVGENY KHALDEİ (1917-1997)

Sovyet foto muhabiri Khaldei’yi ismini bilmesek de hepimiz tanıyoruz. Faşizmin yıkılışının sembolü olan kızıl bayrağın Reichstag'ın tepesine dikilişini fotoğraflayan, çağının tanığı bir fotoğrafçıdır. 6 Ekim 1997 yılında mütevazi bir şekilde yaşadığı Moskova’da 80 yaşında hayata veda etmiştir. Khaldei’yi  ölümünün 20. Ekim Devriminin 100. Yılında saygı ve sevgiyle anıyoruz.
Sovyet Devriminin sıcaklığında dünyaya gelen Khaldei 10 Mart 1917'de Ukrayna’da doğdu. On iki yaşında bir çelik fabrikasında çalışmaya başlamış. Fotoğrafla burada tanışmış. Ölen anneannesinin gözlüklerinin merceğinden  bir kutu kamera yapmış. On beş yaşında fotoğrafları, yerel gazete olan Sosyalist Donbass'da yayınlanmış. Yevgeni Khaldei, yerel madencileri ve çelik işçilerini büyük ütopyayı yani Sosyalizmi inşa eden öncüler olarak fotoğraflamaya çalışmış.
On sekiz yaşındayken, Moskova Tass haber ajansında foto muhabir olarak göreve başlamış. Hitler SSCB ye saldırınca Khaldei Sovyet ordusunda teğmen olarak görevlendirilmiş. Savaşın 1,481 gününü Tass Haber Ajansı muhabiri olarak SSCB ve Almanya arasında tamamlamış. Çalışmalarının çoğu Pravda'da yayınlanmıştır.
Khaldei tarihte birçok önemli anlara da tanık oldu ve özellikle İkinci Dünya Savaşı ve Nürnberg Duruşmaları sırasında çektiği fotoğraflarıyla ünlüdür. Khaldei 1949 yılına kadar TASS haber ajansı ile çalıştı. Gündelik yaşam sahnelerine odaklanan özel bir serbest fotoğrafçı olarak çalıştı. 1970 yılında emekli olana kadar Pravda gazetesinde çalıştı.
Khaldei'in en ünlü fotoğrafı II. Dünya Savaşı sonunda Reichstag'ın üzerine Kızıl bayrağın dikilişini gösteren ikonik fotoğrafı olmuştur.

Kızıl Bayrağın hikayesi;
1945 Nisan'ında Kızılordu  Berlin'e girdiğinde Khaldei, kentin Nazilerden temizlenmesinin fotoğraflarını çekmeyi planlamıştı. Berlin’e girildiğinde bu büyük başarıyı simgeleyecek büyüklükte kızıl bayrak olmadığını anlayınca uçakla Moskova'ya döner ve gün boyunca bayrak arar. Resmi etkinlikler için kullanılan  kırmızı masa örtülerinden üç tane bulur  ve terzi olan amcasına masa örtülerini diktirerek Büyük kızıl bayrağı yaptırır.
Berlin'e geri döndüğünde 28 Nisan'da Tempelhof Havalimanı'ndan Büyük Alman Kartalı'nın üzerinde yanında getirdiği kızıl bayrakla çekimlerini yapar. Khaldei, 2 Mayıs'ta Brandenburg Kapısı'na girdiğinde Hitler'in öldüğü söylentilerini duyar. Khaldei kapının merdivenine çıkar ve kızıl bayrağı bronz atların üzerine açarak fotoğraflar. Khaldei, yanında taşıdığı  Kızıl bayrağı Reichstag'ın tepesine yerleştirmeye kararlıdır.
Reichstag binası Almanların Berlin'deki en simgesel binalarından biridir. Fotoğrafın çekilmesi sırasında olanlar, savaş devam ettiği için uzun süre netleştirilememiştir.

Stalin, yaklaşan 1 Mayıs İşçi Bayramı nedeniyle 30 Nisan günü binanın alınması için emir verir.
Böylece 1 Mayıs’ta dünya işçi sınıfına Faşizmin ezildiğinin müjdesini verecektir. 
Binanın kubbesinin olduğu bölgeye çok sayıda kızıl bayraklar uçaklarla bırakılır.
Yine 30 Nisan günü 380. Piyade Alayından M.M. Bondar ve 756. Piyade Alayından Yüzbaşı V.N.Makov'un binaya kızıl bayrak dikildiği yönünde raporları genel karargâha gelmiştir. Raporları okuyan Mareşal Georgi Jukov kendisine bağlı birliklerin binayı ele geçirdiğini ve kızıl bayrağın binadan dalgalandırıldığını ilan eder. Binanın dışında ve içinde yaşanan şiddetli çarpışmalardan sonra 30 Nisan günü saat 22:40 sularında kızıl bayrak Reichstag'a dikilir. 
23 yaşındaki Rahimzan Koşgarbayev Almanya'yı simgeleyen Germania adlı kadın heykelinin bulunduğu yere bayrağı diker. Ancak bayrağın asıldığı saatte hava karanlık olduğu için fotoğraf çekilemez. Ertesi sabah bayrak Almanlar tarafından indirilir. 
Bina 2 Mayıs günü  yeniden  ve tamamen  Kızılordu denetimine girer. 2 Mayıs 1945 günü Khaldei, kontrol altına alınmış Reichstag binasına fotoğraf çekmek için gelir. Yanında amcası tarafından üç adet masa örtüsünün birleştirilmesiyle oluşturulan Kızıl bayrak vardır. Bayrağı Reichstag’a dikmek için iki asker Gürcü asıllı Meliton Kantaria ve Rus asıllı Mihail Yegorov seçilir. Ancak sonradan Kaldei' nin anlatımına göre orada rastgele bulunan askerler bu fotoğrafın çekilmesini sağlamıştır; bayrağı asan 18 yaşındaki Kiev'li er Aleksey Kovalyov, Dağıstan'dan Abdülhakim İsmailov ve Minskli Leonid Goryçev’dir. 
Kaldei hızlıca değişik açılardan bir dizi fotoğraf çekti. İçlerindeki en etkileyici kare hepimizin bildiği “Kızıl bayrak” fotoğrafı olarak ikon oldu.













406- FATİH’İN BEDDUASI vesilesiyle...03 kasım 2017

Evrensel gazetesi
Kadraj köşesi
406- 03 kasım 2017
Özcan Yaman



 FATİH’İN BEDDUASI vesilesiyle...

Yaz aylarında banklarda, köşe başlarında geceyi sabahla buluşturan canlılar, kış gelince başlarını sokacak bir dam ararlar. Yaz bitti soğuklar başladı. Bu arayışlar artacak. Barınma canlıların temel ihtiyacı. Kediler, köpekler ve insanlar...
Son günlerde İstanbul’a bir “ihanet ettik”, “İstanbul’u mahvettik” yatay mimari, dikey mimari falan filan, Kentsel rantsal bölüşümdü derken, barınma ve konut meselesine göndermeler gidiyor. İstanbul’un siluetinin bozulması, bozanların birilerinin arkadaşları olması, rica ile binaların traşlanmasının istenmesi, olmadı bozuştuk demeler... Komedi anlayacağınız. Sonra o “silüeti bozan binaların yapımcısı” vatandaşın bağış ve yardımlarıyla yapılan ve bir büyüğümüzün adı verilen İmam hatip lisesinin açılışında gurur fotoğraflarının çekilmesi... Offf of  Bir yandan itiraflar sürerken şöyle bir tarihi notla karşılaştım.
“... Gün gelecek emlak ve toprak azalacak bu suretle İstanbul Türk malı olmaktan çıkacak”
Doğru mudur yanlış mıdır bilmem.  Ben Star Gazetesinin yalancısıyım. Yıllar önce İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin İstanbul’un fethi ile ilgili bir ansiklopedi de de yayınlandığını duymuştum. Belki ordaki ‘Türk’ kelimesinin yerinde ‘Osmanlı’ denmiş olabilirJ)
Peki hikaye neymiş? tam alıntılıyalım:
“Fatih, Ayasofya’nın önündeyken bir inilti işitti. Keşişin sesiydi. Konstantin’e fal bakmış ve şehrin Osmanlı’ya geçeceğini söylediği için zindana attırılmıştı. Fatih, bu kez kendisi için fal baktırdı. Keşiş ‘Gün gelecek emlak ve toprak azalacak bu suretle İstanbul Türk malı olmaktan çıkacak’ dedi. Fatih de ellerini gökyüzüne açarak “Bu yerleri yabancılara satanlar Allah’ın gazabına uğrasın’  diye beddua etmiş. “
Fatih Sultan Mehmet Hazretleri daha ‘Kentsel dönüşüm’ adı altında ‘Rantsal Bölüşüm’ü tasavvur edememiş olabilir. Ama sonuçta Fatih'in bedduası ne zaman tutacak bakalım:))
Kaynağı merak edenlere: 
STAR GAZETESİ:))
http://www.star.com.tr/…/fatih-istanbulu-harap-halde-gorun…/
Hakan Ottaş arkadaşın boru içindeki kedi fotoğrafını görünce aklıma barınma sorunu geldi.
Anlaşılan daha çok insanlar kapı önlerinde, Kedilerde su borularında sabahlayacaklar gibi...

Neyse ya, İroni son yılların modası...

Fotoğraf: Hakan Ottaş
Fotoğraf: Özcan Yaman

405- 13 Ekim 2017-- 10 Ekim 2017’nin ardından-- evrensel

Evrensel Gazetesi
Kadraj köşesi
405- 13 Ekim 2017
özcan yaman


10 Ekim 2017’nin ardından


Bu kana bulanan sosisli ekmek, 
10 ekim 2015 katliamında çekildi.

Emek ve ekmek mücadelesinin 
canla kanla yazıldığının 
kanıtı olarak okunsun
insanlık sayfasında...

Foto :Engin Çolakoğlu







"Cehennem acı çektiğimiz yer değil, acı çektiğimizi kimsenin duymadığı yerdir." Hallac-ı Mansur
Tarih 10 Ekim 2015’ti. Türkiye’nin başkentinde, güvenlik ve istihbaratın en üst düzeyde olduğu zannedilen yerde Ankara’da yaşadık büyük acıyı. 102 canımız katledildi. Geriye yüzlerce sakat ve acıyla yaşamaya mahkum insan kaldı.  
Devlet üç günlük yas ilan etmişti hani, hatırladınız mı? Araştırma, inceleme, belge bilgi toplamışlar, üstelik soruşturmanın gizliliği için bir sıkı çalışmışlar ki sormayın. Katliamdan bir yıl sonra ancak dava açılabilmişti. Bir de ne görelim ifadesi alınacak bir kamu personeli dahi yok. ‘Devletin memuru hiç suç işler mi?’ öngörüsü olsa gerek. Dava dosyasında katliam yok, terör var. ‘Gar patlaması, terör olayı,’ tanımlar böyle. Daha dosyasında ‘katliam’ tanımı yazamayan dava görülüyor anlayacağınız. 
Geldik katliamın 2. yılına. Ankara’da anma yaptırılmadı. Devlet yine en iyi bildiği işi yaptı: Gaz, plastik mermi, tazyikli su... Devlet gücünü bir kez daha gösterdi. Gerçi yeni değildi bu her ayın 10’unda genellikle tekrarlanan manzaralardı. Ama belki 2. yılı diye bir kez olsun olay çıkarmaz diye beklemiştim. Yanıldım. 
Unutmamak ve unutturmamak için yaşananları  bir hatırlayalım.
Roboskî 2011 (34),  Reyhanlı 2012 (54), Gezi 2013 (12), Soma 2014 (301), Ermenek 2014 (18) Diyarbakır HDP mitingi 2015 (4), Suruç 2015 (33), Ankara 2015 (102)…
2011 ile 2015 yıllarında toplamda 558 insan katledildi ve yüzlerce yaralı… Peki siyasi veya idari görev üstlenenlerden bir tane olsun sorumlu başbakan, bakan, mülki amir yok muydu? Bir tane istifa eden duydunuz mu?
Kardeşliğin gereği katliamların sorumlularının cezalandırılmaları için hesap sormaktır.
Bu gün bırakın hesabı anma yaptırılmıyor. 
Çünkü; başkasının acısına bakmayan bir toplumda muktedirlerin tezgahları hiç boş kalmaz…
Katliam yaşandığında haftalarca manşetlerinden indirmeyen yaygın ve havuzda yüzen medya  katliamın 2. yılında 3. sayfa haberi olarak bile değer görmedi.  Anaların ahı, o havuzunuzda sizi boğacak. Hani Türkiye’ye yapılan saldırıydı? Hani kardeşliğimize yapılan saldırıydı. Hani falandı filandı Yalancısınız... 
Bu topluma her şeyi yapabileceğinizi zannediyorsunuz. Oradan bakınca belki öyle görünüyor. Gerçeklerin üstü örtülebilir ama hakikatin gücü o örtüyü atar. Siz yalnızca 102 kardeşimizi öldürdüğünüzü zannediyorsunuz. Ama onlardan binlercesi doğuyor. Baba olacağının bilgisine dahi sahip olmadan katlettiniz Gökmen’i. Şimdi bir yaşını doldurdu oğul Gökmen Dalmaç. Babasının katlini unutacak mı sanıyorsunuz? 
Unutmayınız. Resmi tarihe karşı hakikatin tarihi gayriresmi tarih olarak yazılıyor. Gören göz, duyan kulak, yaşayan hakikati yazıyor. 
https://www.evrensel.net/yazi/80056/10-ekim-2017nin-ardindan


404) anKARA KATLİAMININ 2. YILI 06 Ekim 2017 - - Evrensel







Evrensel Gazetesi
KadraJ Köşesi
404) 06 Ekim 2017
Özcan Yaman


anKARA KATLİAMININ 2. YILI

Ankara Katliamı’nın üzerinden 2 yıl geçti. Son duruşma 25-26 Eylül tarihlerinde yapıldı. 
Bu gidişle duruşmalar daha çok sürecek, katliam kanıksattırılıp geçiştirilecek gibi. Son duruşma, yaygın medyada bir satır dahi geçmedi. Habere değer görülmedi...
Katliamın yaşandığı ilk gün ve sonrasında, katliamı “birlik ve beraberlik” ilanı eşliğinde haftalarca manşetlerden, canlı yayınlardan düşürmeyen medya nerede, diye sormayı da ihmal etmemeli. Penguen medyası dördüncü kuvvet olarak üstüne düşen görevleri bu katliam davasını 3. sayfa haberi olarak bile görmeye değer bulmamış. Bizleri yani ülkenin yaşadığı en büyük katliamı kanıksatma yarışına girmişler. 
Basın, yargı yürütme ve yasamadan sonra dördüncü kuvvet olarak bilinir. 15 Temmuz darbe girişimi bahane edilerek ilan edilen OHAL ve KHK’lerle iyice susturulmuş durumda. Hayatın Sesi televizyonu ve beraberinde muhalif ses çıkartan TV kanalları, gazete ve dergiler kapatıldı yüzlerce basın emekçisi işsiz bırakıldı. Yaklaşık 170 gazeteci hapiste. Başta Evrensel gazetesi olmak üzere BirGün ve Cumhuriyet ile bir kaç muhalif internet gazetesi sesimizi duyurmaya çalışıyor...
Medyayı kullanarak katliamları kanıksattıran, alıştırmaya çalışanlara karşı her şart altında ben ve benim gibi düşünenlerle birlikte nefes aldığımız sürece gerçekleri kaydedecek ve belgeleyeceğiz.
IŞİD ortaya çıktığı yıllarda iki insanın kafasını kesip katlettiler dendiğinde dünya ayaklanmıştı... Sonra 10-50  kişi işkenceyle öldürüldü dendiğinde kanımız donuyordu. Sonra akıl almaz yol ve yöntemlerle kafa kesme, kafeste yakma, kafesle suda boğma gibi yöntemlerini duyduğumuzda merak etmeyen bir toplum yaratıldı. Yarın IŞİD filanca yerde 500 kişiyi gazla boğarak öldürdü diye duyarsak “Ha IŞİD mi o yapar canım” diye kanıksamış bir toplum yaratılmaya çalışıldığını görüyorum. Ne yazık...
Devleti yönetenler, siyasi iktidar katliamları “olay/terör olayı” diye basitleştiriyor. Ülkenin başkentinde, güvenlik ve istihbarat açısından devletin en güçlü olması beklenen yerde, gerçekleşen bir katliama basit bir “olay” basit bir “terör olayı” denemez. Bu bir toplu kıyımdır ve uluslararası tanımı “KATLİAMDIR”. Ve devlet bu katilleri, emri verenleri, onları besleyen destekleyen palazlandıranları, nereye uzanırsa uzansın yakalamak ve bu davaları aydınlatmak zorundadır. Katliamlar karşısında sorumluluğu, hizmet kusuru, görev kusuru vb. nedenlerle dahi olsa bir tek yargılanacak yetkili yok(!) İstifa edecek bakanı, bürokratı olmaz mı? 
Hepsi ak pak ve sorumsuz mu? Peki kim sorumlu? Ölenler mi? Bir tek kaymakam, vali, emniyet amiri, polisi ya da askeri yetkili yok mu? Bu nasıl vicdan, nasıl adalet? Bir iş yerinde yaralanan biri olsa iş yeri bundan sorumlu oluyor da koskoca devlette, devletin kademelerinde en azından vicdan azabı çeken adalet duygusu olan bir kişi dahi istifa etmez mi? Haydi geçtim yargılanmalarını. Bu nasıl vicdandır?
Bir devlet adamı “FIRAT’IN BU YAKASINDA BİR KOYUN KAYBOLSA DEVLET SORUMLUDUR” demişti. Bırakın koyunları insanlar katlediliyor. Devlet ‘sorumluluğum yok’ diyor.  İşte bunadır isyanım. 

https://www.evrensel.net/yazi/80013/ankara-katliaminin-2-yili
















403) 29 eylül 2017 -- #Özgürlük

Evrensel Gazetesi
Kadraj köşesi
403) 29 eylül 2017
özcan yaman

#Özgürlük

Belgesel fotoğrafçı/aktivist Kazım Kızıl Diyor ki:
"Acaba kontrastı biraz arttırsam fotoğrafın gerçekliğini bozar mıyım?" sorusunu düşünecek hassasiyette gerçeğin peşinde olanlar, her gün 27 yalan söylemeden duramayanlar tarafından tutuklanıp cezaevine konuldu...
Biri dostumuz, diğeri abimizdir. #FreeÇağdaşErdoğan #FreeKemalÖzer
Fotoğrafçı Yücel Tunca diyor ki:
''Basın fotoğrafçıları, belgesel fotoğrafçılar sadece hükümdarları keyiflendirecek fotoğraflar çeken insanlar değildir. İsyan edenleri, ezilenleri, saldırıya uğrayanları, yoksulları, azınlıkları, hak talep edenleri, sıradanlar kadar sıradışı ve farklı olanları da fotoğraflar ve gündeme taşırlar.
Çağdaş Erdoğan soytarı olup muktedirleri memnun etmek için değil, diğerlerinin gözü olup seslerini duyurmak için fotoğraf çekenlerdendir.
Kardeşimiz, meslektaşımız Çağdaş Erdoğan tüm gazeteciler gibi serbest bırakılmalıdır.
Yaban kedilerinin, uçurum kartallarının, mavi kardelenlerin fotoğrafçısıdır Kemal Özer.
Örgütü doğanın ta kendisidir.  Kemal Özer'i serbest bırakın! 
#Gazetecilik suç değildir!
Bu hafta Kadraj köşesini sosyal medyaya açtım. Tepkilerini sosyal medya üzerinden gösteren iki arkadaşımızın paylaşımları genel bir özeti içeriyor. Ahmet Şık için yazdık, Kazım Kızıl için yazdık, Kemal Özer için yazdık, Tutuklanan tüm arkadaşlarımız için yazdık. Yazmaya da devam edeceğiz. Fotoğraflar çekilecek, haberler yapılacak...

















































402) 08 Eylül 2017-- KEMAL ÖZER S U Ç L U S U N.

    E^vrensel Gazetesi
    Kadraj köşesi
    402) 08 Eylül 2017
    Özcan Yaman
    https://www.evrensel.net/yazi/79836/kemal-ozer-s-u-c-l-u-s-u-n 


    KEMAL ÖZER S U Ç L U S U N.

    Kemal Özer Fotoğrafçı, Gazeteci üstelik Evrensel Muhabiri. Özer, Dersim’li. Fotoğraf, belgesel ve haber alanında yıllardır çalışıyor, ya da üretiyor diyebilirim.
    İşte suç; 2007 yılında Kemal Özer şöyle diyordu; “Nerede soluk alabiliyorsunuz diye sorsalar hiç tereddütsüz doğada derim. Derin vadilerde, bir nehrin öyküsünde, başını karlı dağlardan kaldıran güneşin selamında, çağlayanlarda, dağların uğultulu zamanında, yıldızlarla... ve bu coğrafyaların kanayan yaralarına azıcıkta olsa merhem sürerek. Unutmadan yeniden hatırlayarak... Ve böyle de yaptım. 4 yıl başımı Munzur’un kalbine yasladım. Nefes alışını dinledim Dersim’in.” bu sözlerin üzerine bir 10 yıl daha ekleyin.
    Aşkolsun sana Kemal “Kadraj” köşeme yeniden konuk olmak için gözaltına mı alınman gerekiyordu. İlk olarak 12 şubat 2012 tarihinde “Dersim’in nefes alışını dinlemek ve Kemal Özer” başlığıyla seni yazmışım. Bu yazıyı okurken hâlâ ne kadar güncel olduğunu düşündüm. Aradan 10 yıl geçmiş. Kaç buzağı torun torba sahibi oldu. Sorma gitsin. Sonra bir sabah gazeteyi açtım. Kemal gözaltında. Gerçekten inanamayınca işleyebileceğin suçları araştırdım.
    Biliyorsun bir ‘FETÖ’ darbe girişimi yaşandı. Sonrası OHAL, KHK başkanlık sürdü gidiyor. Ortalık Hak- Hukuk-Adalet ve Atletten geçilmiyor. Yıllardır Evrensel’in Dersim muhabiri ol, üstelik bir de belgesel doğa fotoğrafçılığıyla uğraş. Dersim’deki yaban hayatı fotoğrafla bu yüzden ve daha önce kaçak avlanmaya dair haberlerin nedeniyle tehdit edil. Munzur özgür aksın diyenleri haber yap, kurdun kuşun olduğu kadar yaşanan hak ihlallerini belgele... olacağı buydu işte. 
    Öyle gözüküyor ki sen bu suçları işlemeye devam edeceksin. Evrensel haberlerini basacak.
    O halde bu suçları “suç” olmaktan çıkarmak için demokrasinin, özgürlüğün ve barışın hakim olduğu günlere varmanın bedelleri olarak bizler ve Dersim halkı sana sahip çıkıyoruz.
    Bu vesileyle Kemal Özer ve 43 gündür tutuklu bulunan arkadaşımız Yusuf Karataş ile birlikte davalarını yakından izlediğimiz 200’e yakın gazeteciyle, adaletsizliğin bedelleri ödetilmeye çalışılan suçsuz insanlara ÖZGÜRLÜK!






401)01 Eylül 2017-- Bugün de günlerden hüzün...*

Evrensel Gazetesi
Kadraj köşesi
401)01 Eylül 2017
Özcan Yaman
Fotograf: Adil Okay
Bugün de günlerden hüzün...*
Bayram dolayısıyla neşeli bir yazı yazmak üzere oturdum bilgisayarın başına. Olmadı.  Mersin’de  yaşayan yazar, fotoğrafçı dostum Adil Okay’ın sosyal medyadaki paylaşımı tüm keyfimi bozdu, insanlığımdan utandım. O zaman ben de sizlerin keyfini kaçıracak ve benim gibi insanlığınızdan utanmanıza yol açacak bir 401. yazı olsun dedim. 
Bir zamanlar barınma ve açlık ihtiyacını giderme derdinden yola çıkan büyük insanlık neleri gerçekleştirdi bir bakalım? Paranın icat edilmesiyle emeği değersizleştiren, insanları ulus devletlere dönüştürerek ırkçılığı ve milliyetçiliği savaş kışkırtıcılığının merkezine yerleştiren; dinleri maddi ve manevi sömürü çarkı olarak kullanmayı marifet bilen bir büyük insanlık...
Biliyoruz ki canlı türünün en vahşisi insan dediğimiz yaratıklar. Yaşadığımız olaylar ve doğaya verdiğimiz zararlar artık dünyayı yok edecek boyutlara ulaştı.
Dostum Adil Okay sosyal medyada aşağıdaki açıklamayla bu görüntüleri paylaşmıştı. Üzerine söyleyecek söz bulamadım ve yazının başlığını da ondan alarak aynen paylaşmayı uygun buldum. 
Bu gün de günlerden hüzün... * Adil Okay 
“İnsan Hakları - kimlik hakları derken... Çevreyi unutuyoruz... Çevre derken sınıfı - emeği, iş cinayetlerini unutuyoruz. Oysa hepsi birbirine bağlı.
Ya hayvan hakları...  Bu yaz Caretta caretta üreme bölgesinde eyleştim. 
Sözüm ona koruma altında olan sahil pislikten geçilmiyor... 
Kapitalist firmaların devasa yük gemilerinin (Çöp parası ödememek için) denize boca ettikleri pislikler kıyıya vuruyor. Açık denizden bir köpük ve kir yığınının kıyıya yanaştığını görüyor ve kaçar gibi çıkıyoruz denizden....
Bunun yanı sıra insanların attıkları çöpler. Denizi kapitalistler, kıyıyı da “bizim insanlarımız” kirletiyor... Ve çok yakında da Mersin’e nükleer santral yapılacak. Soğutma esnasında kaynar sular denize boca edilecek. Zaten azalan balıklar da tükenecek. Caretta caretalar ne olur bilinmez. Hayvan hakları dedim ya. Bugün beni çok üzen bir manzarayla karşılaştım. İnsan türünden bir yaratık, bir köpeğin kafasına su bidonu geçirmiş. Hayvancağız kafasından bidonu çıkarmak için uğraşıyor ama başaramıyor. Diğer köpekler çaresizce bakıyor. Kurtarmak için yaklaştım. Nafile. Kaçtı hayvancağız. En şefkatli sesimle seslendim. Gelmedi. Ancak fotoğrafını çekebildim.
Belli ki insan türünden çok çekmişti. Umarım “insanlığından istifa etmemiş” birilerine yaklaşır da kurtulur, kafasına geçirilen su bidonundan.
Velhasıl... Yeni bir Orta Çağ’ın eşiğindeyiz. Hapishanelerde işkence... Yasal gösteri yapanlara işkence... Hayvanlara işkence... Sokak müzisyenlerine saldırı... Şort giydi diye kadınlara saldırı...
İşkenceciler sardı her yanımızı... Ama direneceğiz. Başka çaremiz yok...
Not: Daha önce Caretta caretta koruma alanında Davultepe sahillerinde çektiğim fotoğraflardan duyarlılık yaratmak amacıyla- bir pankart hazırlamıştık. Açtığımız bir sergide de yer aldı. Yerel yönetimler görmediler. Ya da görmezden geldiler. Bu tür pankartların çoğalması umudunu taşımıştım. Safmışım. İlgilenen olmadı. Ben de sergiden sonra evimin balkonuna astım.
08.8.2017, Adil Okay” 





400) 25 Ağustos 2017-- Sezon başlıyor..

Evrensel GazetesiKadraj köşesi
400)Özcan Yaman
25 Ağustos 2017

 Sezon başlıyor..

Artık her şeyin bir sezonu var. Bu bağlamda sanat sezonu da başlıyor. Galeriler şenlenecek ülkeye sanat festivalleri yayılacak. Kısaca halkımız sanata doyacak(!)  Bunun için hiçbir masraftan kaçınmayan Koç Holding ana sponsorluğunda İKSV’nin organizasyonuyla yine tüm kamusal alanlar ve mecralarda reklamından sergilerine her şey halkımızın iyiliği güzelliği için seferber olmuş şekilde. 

Hadi duyurularını da yapalım: 15. İstanbul Bienali, “İyi Bir Komşu” temasıyla 16 Eylül-12 Kasım 2017 tarihleri arasında ücretsiz olarak gerçekleştirilecek. Daha teferruatlı bilgiyi web sitelerinden alırsınız artık. 
Eğer bu bienal hızınızı kesmezse merak etmeyin arkası var. Dedik ya sezon başlıyor. 14-17 Eylül 2017 tarihleri arasında 12. edisyonu gerçekleştirilecek olan Contemporary, Art Beat gibi sanat kültür ve eğlence festivalleri de sizleri bekliyor(!) Bu festivallerle, fuarlarla ilgili geçmişte çok yazmıştım. Ana sponsorları Koç Holding, Akbank, Ülker ve başkaca sermaye gruplarının katkıları olmasa inanın halkımız mağdur olacak. Sergileri gezip, filmleri izleyip banka ve bisküvi reklamlarını tadıp kültürlendikten sonra da eleştiri yazılarımı sizlerle paylaşacağım. 
Sizlerden öncelikle “Bayram değil seyran değil eniştem beni niye öptü?” diye düşünmenizi istiyorum. (Malum bu kültür etkinlikleri bayram sonrası başlıyor.) 
Neden tam da şimdi şu sorular sorulur? 
İyi bir komşu asla şikayet etmeyen birisi midir? 
İyi bir komşu cinsiyetsiz midir?
 İyi bir komşu Facebook’ta arkadaşınız mıdır? 
İyi bir komşu mülkünü korumak için silah bulunduran kişi midir? 
İyi bir komşu arabasının arkasında ‘Sınırları Kapatın’ yazan birisi midir?
 İyi bir komşu sizinle aynı gazeteyi mi okur? 
Tüm bunlar 15. İstanbul Bienali’nin “İyi Bir Komşu” başlığının akla getirdiği sorular...
Cumhuriyet’ten Ceren Çıplak haberinde şunları yazıyor; “Bienalin küratörleri, sanatçı ikilisi Michael Elmgreen ve Ingar Dragset, iyi bir komşu ve ev kavramlarını farklı açılardan ele alacak. İkilinin, bienali, kendi ideolojilerini sanatçılara empoze etmeden farklı sanat eserlerini, bir araya gelerek birbirine komşu olacağı büyük bir mahalle gibi kurguladıklarını da söyleyebiliriz. Daha çok, “Beraber yaşamak dediğimiz şey nedir?” sorusuna odaklanan bienal, ev, komşu, aidiyet, “kök salmışlık”, farklı yaşam tarzları, değişen ilişki biçimleri, değişen demografi üzerine düşünmeye teşvik edecek. Bienal, siyasi sıkıntılar karşısında olduğumuzu da vurgulayarak diğer kimlikler meselesine de değinecek. Küratörler Dragset ve Elmgreen “Dünyada krizler, şoklar yaşanıyor. Bunu geniş bir perspektifle sorgulama zamanı. Bir nebze olsun uzlaşma, ortak bir nokta bulabilme çabası. Hayatımıza mikro düzeyde evde başlayan birtakım temel soruları sormakla başlıyoruz. Beraber yaşadığımız ortam, mahalle dediğimiz şey, birlikte var olmayı başardığımız mekanların olduğu bir yer. Bu sergi, özel alanlarla ilişkilenen farklı yaşam tarzlarını ve içinde yaşayanlar olarak bizlerin evdeki alanları en iyi şekilde kullanma ve kişiselleştirme biçimlerimizi araştıracak. Böylece evin nasıl da farklı kimliklere dair ipuçları barındırabileceğini ve tarih boyunca kendini ifade etmenin bir aracı olarak nasıl işlev gördüğünü inceleyecek” diyor.
OHAL’de KHK’lerle işinden, evinden, yaşam alanlarından uzaklaştırılanlar, adaletin atletle geçiştirildiği bir ülkede sizce bu soruların sahiciliği nedir? 
Grevlerin yasaklandığı, asgari ücretin yerlerde sürüklendiği, memurların, emeklilerin hali ortadayken bu sorular neyin nesi? 
Özgürlük, demokrasi ve barış kavramlarının anlamlarının değiştiği, medyanın tek sese biat ettiği, sansürün otomatikleştiği bir ülkede bu soruların anlamı nedir? 
İnsan haklarının olmadığı yerde komşuluk sorgulanıyormuş. Kim sorguluyormuş? Tüm bu sorunları yaratan siyasi iktidar ve onu iktidarda tutan sermaye grupları. Kolay gelsin ne diyelim…
(https://www.evrensel.net/yazi/79748/sezon-basliyor)