Translate

Bu Blogda Ara

70- EVRENSEL’İN 15 YILI ve fotoğraf-evrensel-20 haziran 2010-özcan yaman




EVRENSEL’İN 15 YILI ve fotoğraf
 “ …her şeyden önce görmeyi bilmek gerekiyor. Bir eserin zenaat değil de sanat eseri olabilmesi için bir daha tekrarlanamayacak, bir başkasınınki ile karıştırılamayacak özellikte olması gerekiyor. Benimle aynı yerde duran yirmi fotoğrafçı aynı görüntüyü çekmek için fotoğraf makinasını ayarlarken başka bir tablo görür karşısında. Her insan aynı sahneyi kendine özgü bir duyarlılıkla yansıtır.”.. Gisele Freund
  
Evrensel deyince aklımıza öncelikle Metin Göktepe gelir. Muhabir ve fotoğrafçıdır Metin. Toplamında gazeteciydi. Basın fotoğrafçılığı konusu başlı başına sayfalar dolusu yazmayı gerektirir ama ben biraz Evrensel’in fotoğrafla olan ilişkisi üzerinde durmak istiyorum.
Fotoğrafın basında kullanımının üzerinden yaklaşık yüz on yıl geçmiştir. Fotoğraf’ın basında kapladığı alan büyüdükçe büyümüştür. Toplumu sarsan büyük olaylar hep fotoğrafla açıklanır. Okuyucu önce fotoğrafla ilişki kurar ve yazıyla detayları öğrenir. Okuma yazma oranının düşük olduğu yerlerde ise fotoğrafın işlevi daha da artar. Bu bakımdan fotoğrafın ikna ve öğretme yeteneği basın için vazgeçilmez olmuştur. İlk kullanımından bu yana gerek fotoğraftaki teknik gelişmeler, gerekse matbaa ve basın sektöründeki gelişmeler hız ve kaliteyi arttırmıştır. Geçmişte, bir fotoğrafçının bilmesi gereken teknik bilgiler önemli bir yer tututarken günümüzde sıradan herkesin yediden yetmişe cep telefonlarıyla bile altından kalkabildiği bir noktaya gelmiştir. Bir çok gazeteci cebinde küçük bir makinayla haberden fotoğrafa tek başına her şeyi yapar hale gelmiştir. Yine geçmişte foto muhabirliği özel bir öneme sahipken, bugün fotomuhabirliği ortadan neredeyse kalkmıştır. Bu konuda ısrarla fotomuhabirlik sınırlarını terk etmeden çalışan Ali Öz istisnalar arasında gösterilebilir. Birde görselliğe önem veren dergilerin dosya olarak yaptıkları çalışmalarda fotomuhabirleri kullanılmaktadır.
Fotoğrafın iyi çekilmiş olmasının yanında kullanım biçimi de önemli (mizampaj).  Çok iyi bir fotoğraf kötü bir kullanımla harcanabiliyor. Yada tam tersi kötü bir fotoğraf gereksiz bir kullanımla boşuna yer işgal ediyor olabilir. Fotoğraf editörleri aslında gazetelerin bel kemiğidirler. Fakat ne derece başarılı oldukları tartışılır. Fotoğraf editörlerinin görevi arşivci  noktasına indirgenmiş, konuya uygun fotoğrafları bilgisayar arşivinden bulan kişi haline gelmiştir.
Evrensel ise bir okuldur, öğrenirken öğreten. Bir çok günlük gazete içinde tek bir günlük gazetedir. O bakımdan diyebiliriz ki birçok gazete çıkmakta ama gerçekte iki gazete ortada sermaye gruplarının gazeteleri isimleri ayrı olsa da sonuçta tek bir yere hizmet eden gazetelerle onların karşısında milyonların sesi kulağı olmaya çalışan Evrensel. Neredeyse bütün gazeteler ‘Bağımsız, tarafsız,milliyetçi ve siyasi bir gazete’ olduklarını logolarının altına yazarlarken, aslında düzenden yana, sermayeden taraf olduklarını vurgularken, Evrensel ‘emek evrenseldir’ diyerek bir karşı koyuşu temsil ediyor. Emek’ten yana taraf olduğunu söylüyor. Bu yüzden yok sayılmaya, görülmemeye çalışılıyor. Ama Evrensel’i gören okuyan milyonlarca insanın desteğiyle onbeş yıldır yayın hayatını sürdürüyor.
Bugün Evrensel’de yetişmiş bir çok gazeteci var. Kollektif çalışmanın ve paylaşmanın adıdır Evrensel. Gerektiğinde okurları ve çalışanları tarafından eleştirilen, gerektiğinde övülen ve ödüllendirilen bir gazetedir. Dedim ya bir okuldur Evrensel. Bilginin araç-gereçlerin kullanımlarının öğrenildiği ve öğretildiği bir okul. Sürekli daha iyi ve güzeli yakalamanın peşinde koşanların gazetesi Evrensel’dir. Kimi zamanlar yayınladığı fotoğraflarla mecliste sallanan, kimi zaman toplumsal olayların soruşturulmasına yol açan gazetedir Evrensel. İş yerlerinde yaptığı haberlerle hak alma mücadelesinin kazanımla sonuçlanmasını sağlayan gazetedir Evrensel. Çünkü okurları aynı zamanda muhabirleri ve fotoğrafçılarıdır Evrensel’in. Bu büyük ailenin ortak emek ve üretkenliği ile yoluna devam etmektedir Evrensel. İşçisinden bilim adamına, sanatçısından köylüsüne sahip çıkılan bir gazetedir Evrensel. Eksikleri ve hataları da var kuşkusuz. Bunları da aşa aşa, çoğala çoğala daha nice yılarda birlikte olacağız. Gisele Freund’un fotoğraf ve gazeteye ilişkin tanımıyla sonlandıralım.
“Fotoğraf,inanmayı kolaylaştırıcı, bir anı insan bakışı gerçekliğinde sunabilen yegane araç. Gazete ise insanı çevresinde olan bitenle ilişkilendiren, yaşadığı dünyanın parçası yapan, haber ileten ve  yayan başka bir araç. …Bu durum salt mali bir yatırım yada kaynak değil,düşüncelerin, görüşlerin, tasarıların yanı sıra idealizmin ve çoşkudan üzüntüye kadar farklı çoğu duygulanımında yer aldığı bir bütün….” Gisele Freund.




 























69-AÇIK ALANLAR VE GÖRSEL İLETİŞİM-Evrensel-13 haziran2010-özcan yaman



AÇIK ALANLAR VE GÖRSEL İLETİŞİM
“ Bir işi yapmak isteyen yolunu, istemeyen nedenini bulur!”                                       (Arap atasözü)
Açık alan nedir? Tabiiki kasdettiğim kamusal alanlardır. Yani toplumun, yani halkın, işçinin, işsizin , çoluğun çocuğun, yaşlının gencin , zenginin, yoksulun ortak kullanım alanlarıdır. Köylerden , Beldelere, ilçelerden illere kadar yerel yönetimler tarafından düzenlemelerinin ve bakımlarının yapıldığı, sözde toplumun yararına kullanıma elverişli hale getirildiği sokaklar, mahalleler, meydanlar, parklar, bahçeler  ve özel binalar dahil kamu binalarının dış yüzeyleri bu kamusal alan tanımının içinde yer alır. Hukuk sistemi özel alanlara bir çok haklar tanımıştır. Yani özel binalarının dış yüzleri kamuyu ilgilendirdiği için de belediyeler reklam  vergileri alarak kamunun hakkını korur.
Buraya kadar her şey normal görünüyor. Peki dışarıya çıktığınızda çevrenize biraz dikkatle bakın. Kentleşme modernleşme adına bir çok yaratıcı çalışmalarla görsel iletişimin tüm kanallarının zorlanmış durumda olduğunu göreceksiniz. Hareketli, renk renk LCD veya LED monitörlerden yayınlar-reklamlar, Binaların çatılarından, bodrumlarına kadar devasa birçok görseller. Caddeler, sokaklar parklar bahçeler ayaklı panolarla ışıl ışıl reklamlar, Her duvar dibi yollar ve duraklar ışıklı ve ışıksız Billboardlarla dolup taşmakta. Bunları uzatmak mümkün. Biçimsel olarak temel kullanılan öğe fotoğraf. İçerik olarak ise reklam, reklam yani para para para… Unutmayalım arada sanat ve kültüre katkı ilanları ve sponsorlu -sanatı seviyoruz - yollu reklamlar da yok değil. Malum belediyelerin bir görevi de sanat ve kültüre katkıda bulunma sorumluluğu var (!) Peki siz bu karmaşa içinde Avrupa Başkenti 2010, Modern Müzede bilmem ne sergisinin olduğunun dışında Sabancı Müzesinde bilmem ne sergisinin olduğu, Hangi bira şirketinin hangi müzikal ve tiyatroyu seyirci ile buluşturmasından başka hangi sanat ve kültür tanıtımlarını gördünüz?...
Eşitlik ve özgürlüğün parayla indekslendiği, Sanatın , kültürün harcanan parayla değerlendirildiği bir sistem yerleştirilmiş durumda. Maske de hazır Kent Kültürü(!) Çarpık kentleşme ve Görsel kirliliğe karşı düzenli ve kontrol edilebilir bir düzen getirme(!)  Özellikle 90’lardan sonra hızla bu günlere geldik. Bazı masum vatandaşlar; ne güzel belediyeler ve devlet para kazanıyor. Diye düşünüyor. Peki ulaşımdan, suya- elektrikten doğalgaza kentte yaşayanlardan çıkan para ne oluyor? Metrobüs bilet fiyatları ne oluyor? (Mücadele ile ancak 1.5 TL ye indirilebildi.) Ayrıca çöp vergisinden tutun otopark ücretlerine kadar her daim neden söğüşleniyoruz?
Kısaca; Kent kültürü diyerek kamusal alanlar parası olanlara ve onların her alanda ideolojik  saldırılarına cephe oluyor. Daha  daha çok kazansınlar diye reklamı sanatla süslüyorlar. Kentliyi hem beyninden, hem cebinden vuruyorlar. Oysa ki kentli nufus analiz edildiğinde % 70 hatta 80 üreten ve değer kazandıran insanlar ve ne yazık ki yoksul yada yoksulluk sınırının altında yaşayan alt gelir grubuna ait bir çoğunluğa sahiptir. Ama bu grup dış kamusal alanlarda temsil edilemiyor. Kendini ifade edemiyor. Tek taraflı bir temsiliyet de demokrasi olamaz. Paranın hakimiyetin de bir kent kültürü, olsa olsa azınlığın çoğunluk üzerindeki tahakkümü olur. Çoktandır kentsel dönüşüm diyerek merkezden çevreye doğru steril , yoksullardan arındırılmış finans ve sanat merkezli bol AVM’li (alış veriş merkezi) kentleşmeyi gerçekleştiriyorlar. Son örnek olarak AKM ve EMEK sineması ve binasının yıkılmak istenmesi  bunun en bariz örneği olarak belleklerdedir.
Şimdi; “Madem ki kentte yaşıyorum o zaman benim  de haklarım var” diyerek bu düzene karşı durmamız gerekir. Maalesef bu konuda da işçi sendikaları ve konfederasyonları (sınıfı temsiliyetleri bakımından)bi haber davranıyorlar. Kurumsal olarak Mimarlar odası ve TMMOB Meslek odaları olarak çabalıyorlar. Muhalif dernek ve partiler güçleri oranında destek veriyorlar. Ama yukarıda saydığımız görsellik içinde mitingten mitinge bilboardlara korsan olarak asılan afişlerin dışında bir şey yapamıyorlar. Yada bazı STK’lar resmi otoritelerce onanmış işbirliklerinin ödülü olarak muhalefetin sesiymiş gibi boy gösteriyorlar. Buna karşılık oluşturulan platformlar bu mücadelede önemli yer tutuyor. Bu platformlarda ne hikmetse kalıcılık sağlayamıyor ve edilgenleşip ya dağılıyor yada bir başka platformla yeniden var olma mücadelesi veriyorlar. Bu alanda en çok stencil ve Graffiti çalışmaları yapan kişi veya  kollektifler kararlı görünüyorlar. Bu etkin silahı da ehlileştirme yönünde yerel yönetimler uğraş veriyorlar. Bir çok alanda olduğu gibi bu alanı da muhalefetin elinden alıp kendi propaganda araçları olarak kullanmaktadırlar…
Gelelim fotoğraf cephesine; Sokak etkinlikleri ve sergileri ne yazık ki çok cılız. Yine buralarda bir şeyler yapmak için sponsorlu kültür faaliyetleri yapan STK lar için de yer almak gerekiyor gibi düşünülüyor. Böyle olursa da ne kadar kendi amacınızı ifade edebileceğiniz zaten şüpheli. Bireysel girişimler için ise başta işin ekonomisi olmak üzere bir çok sorun yaşanıyor.  Oysa ki dış kamusal alanları öyle bir hale getirdiler ki onlarla boy ölçüşebilecek teknik ve görsel kullanımı yoğun emeğin yanı sıra para gerektiriyor buda yetmez belediyenin, polisin ve hukukun karşısında onların kurulu sistemlerine karşı da mücadele etmek gerekiyor. Bunlara örnek olarak İstanbul Bienali günlerinde ortaya çıkan Diren İstanbul , Alternatif Platform çalışmalarını gösterebiliriz. Yani birey olarak değil örgütlenmiş güç olarak mücadele etmek gerekiyor. Özellikle siyasal ve sanatsal etkinliklerde geçici çalışmalar yapılmakta. Örneğin Cumartesi anneleri oturma eylemlerinde kullanılan fotoğraflar , Tekel’in Sesi Var! adıyla yapılan fotoğraf ve resim görselleriyle yürüyüş ve sergiler, Zaman zaman işlek caddelerde karşımıza çıkan performans yapan arkadaşların çalışmaları, Basın açıklamalarında kullanılmaya başlanılan büyük boy fotoğraflı, Karikatürlü ve resimli görseller. Yine ana caddeleri kesen ve ara sokaklara doğru artan undergrand sanat olarak tanımlanan stencil ve grafiti çalışmaları sayılabilir. Bilindiği gibi her yer paralı hale getirilmiş ve yapılan her şey çok önce para cezası sonra da güvenlik güçleri marifetiyle engellenmekte. Yani afiş asmak için bir bilboard yada bir duvar bulduğunuzda ve eylem anında yakalanırsanız zannediyorum 1.500 TL. kişi başına  yok yakalanmazsanız astığınız kurum adına 150 TL. para cezası ile karşılaşır üstüne birde afişiniz yırttırılır.
Her türlü reklam araçlarıyla en çok kullanılan fotoğraftır. Fotoğraf bu anlamda en etkileyici bir güce de sahiptir. Zaten görsel iletişim denince de fotoğraf akla gelir. Hedef kitleye en kısa ve çarpıcı yoldan etki etmek, insanların beyninde bir yer tutmak ve yönlendirerek amaca ulaşmak demektir. Bunu da telif haklarıyla kutsanmış bazen sanat adına  ama ille de reklam olarak metrelerce büyüklükte en son gelişmiş araçlarla kullanarak yaparlar. Oysa ki “Biz de bu kentte yaşıyoruz ve bizim de söyleyecek sözümüz var”. Diyerek bu kamusal açık alanları kullanma hakkımız var! Haftaya devam edeceğiz…
Her hafta olduğu gibi düşüncelerinizi ve fotoğraflarınızı beklediğimi bildirirken bol fotoğraflı bir hafta diliyorum.

68-BALIK TUTMAYI ÖĞRENMEK- Evrensel-8 haziran 2010- özcan yaman





BALIK TUTMAYI ÖĞRENMEK
İnsan, doğayı değiştirip- dönüştürürken, en önemli aleti olarak el ini kullanmıştır. Yani insanlık emek’le başlamıştır. Onun içinde ilk üretim aracı eli olmuştur. Emeğin üretkenliği aracılığı ile aktarılabilen, uyarlanabilen, maddi-manevi sonuçlar kültür dediğimiz kavramı oluşturur. İnsanın –doğayla olan mücadelesiyle başlayıp sürer  ve kendini sürekli yeniler, geliştirir. Sorun; İnsan için olan bu dönüşümlerin, gerçekte insanlığın ortak yarar ve çıkarlarına eşitlik ölçütünde, adilce ne derece kullanıldığıdır. Bu noktada kültürü sınıfsal bakış açısıyla ele alıp, kimliğini işçi sınıfının oluşturduğu bir ideoloji ile yorumlayabiliriz. Sınıflar ortadan kaldırılıncaya kadar, sınıfsal bir karakter taşıyacak olan kültür tanımı, sınıf mücadelesi içinde evrensel olma özelliğini ortaya koyar. Dolayısı ile sınıf olarak kültürün kavramlaştırılması ve marxist bakış açısıyla ele alınması zorunludur.
Genellikle atölye çalışmalarında en çok tartışılan kültür-sanat ve fotoğrafın sanat olup olmadığı yolundaki tartışmalardan yola çıkarak bir kültür tanımıyla yazıya başladım. Dahası diyalektik-materyalist bir bakış açısıyla fotoğrafın nasıl üretilip paylaşılabileceğini, sonuçta bilimsel bir yöntemin izlenmesinin gerekliliğini hep tartışıyoruz. Bir ara daha detaylı olarak önceki yazılarımda yazmıştım ama kısa bir özet yapmak gerekiyor gibi…
O halde şu soruyla başlayalım ve yanıtlayalım.
                                                      
Sanat nedir? Fotoğraf nasıl sanat olur?
Bu konuda ciltler dolusu kitaplar yazılmıştır. Özetleyecek olursam; Kültürel birikimin tarihsel ve toplumsal nitelik-kalite kazanmasına sanat diyebiliriz. Eğer fotoğraf da biz bu kültürel birikimden yararlanıp, konuya bir nitelik kazandırabiliyor ve bunu da yine fotoğrafla  verebiliyorsak Fotoğraf sanatını yapmış oluruz. Bunu başarabilen kişi de sanatçıdır veya fotoğraf sanatçısıdır. Nesnel gerçekliği, fotoğrafta da yorumlama yetisini gerçekçi ve bilimsel bir yöntemle sağlayabiliriz.  Sanatı,  bir anlatım biçimi ve düşüncenin eyleme  dönüştüğü bir yol olarak görürsek, gerçekçilik kavramını da anlamamız kolaylaşır. Bu yöntem bize neyin fotoğrafını nasıl çekeceğimizin yolunu gösterir. Tüm bunları halledebilmek için de fotoğrafın kendi kurallarını yani zenaat kısmını biliyor ve uygulayabiliyor olmamız gerekir.  Genellikle de kurslarda, atölye çalışmaların da fotoğrafın zenaat kısmını ilgilendiren teknik konuların çözümü ve estetikle yani güzel fotoğraf çekmenin üstünde durulur. Halbuki soyutlama yeteneğinin  kazanılması ve uygulanması önemlidir. Soyutlama yapabilmek için de öncelikle yorumlama yapabilmek  önemlidir. Bunlarda hayata karşı bir bakış açısı gerektirir. Hep söylenen bir söz vardır. “Fotoğrafı çeken fotoğraf makinası değil, vizörden bakan beyindir.”  Yani karşımızda duran nesnelliğin, bakış açımızdan geçirilerek yeniden üretilerek bir sunum yapabilmektir.  Yoksa nesnelerin kopyasını aktarmak, kavramsal anlamda fotoğraf yapmak değildir. Çektiğimiz fotoğrafa bakanlar baktıklarının dışında, başka bir şeyler görüyorlarsa ve biz bunu başarabiliyorsak  o zaman fotoğrafı sanatsal bir zemine taşımış oluruz. Yoksa, gece batan güneş fotoğrafını, çiçek böcek fotoğrafını, fotoğraf makinasının özelliklerini ve bilgisayar kullanılarak üretilen  fotoğrafları “ne kadar zor çekilen bir fotoğraf “ yada “ne güzel fotoğraf” düşüncesiyle bize sanat fotoğrafı diye çook sunarlar.  Yerleşik,- sanat fotoğrafı- anlayışı da bu olsa gerek. Oysaki çok sade ve yalın bir fotoğraf bile sanat fotoğrafı olabilir.
O yüzdendir ki terminolojik olarak kavramların anlamlarını bilmeliyiz. Yukarıda da belirttiğim gibi, her türlü kavramın sınıfsal bir tanımı vardır. Özgürlük, bağımsızlık, demokrasi gibi kavramların burjuva literatüründeki anlamı gibi sanat ve kültürün de anlamlarını burjuva literatürü dışında sosyalist kültür literatürü açısından değerlendirmek ve kullanmak gerekmektedir.
Bu hafta biraz fotoğraf konuşalım diye başladım. Çokca tartıştığımız konulara değinmekle,  hakkımı doldurdum. Haftaya daha fotoğraflı bir yazıda buluşmak üzere derken, bu köşe ile ilgili düşüncelerinizle birlikte, çektiğiniz fotoğrafları da beklediğimi hatırlatırım. ..







                                                                   

67-26 MAYIS AMELİYAT GÜNÜYDÜ…Evrensel-30 mayıs 2010-özcan yaman



26 MAYIS AMELİYAT GÜNÜYDÜ…
Tekel işçileri gibi haftalardır genel  grev için 26 mayısı bekledim.  Son haftaya girildiğinde sendikalar resmen döndüler. Sendika konferaderasyonları  bu tarihi seçmelerini , hazırlanmak ve 1 mayısın çoşkusunu alarak güçlü bir grev ve direniş yapmak olarak açıklamışlardı. Ne var ki işçiler örgütlenme ve hazırlık diye bir şey yapılmadığını görünce kendi göbeklerini yine kendilerinin keseceklerinin farkına çabuk vardı.  Ve sonuç ;26 mayıs, uzlaşmacı ve bürokratik sendikacılığa karşı işçilerin eylem gününe dönüştü. Başta TÜRK-İŞ ve Mustafa Kumlu olmak üzere,  diğer konfederasyon ve yöneticileri payları oranında fırçayı yediler. Sendikalar farkında olmadan kendilerini ameliyat masasına yatırdılar, halbu ki tarihi bir fırsatı kaçırdılar. İşçiler ameliyat önlüklerini giydiler ve 26 mayıs bu ameliyatın başladığı gün olarak tarihte yerini alacak gibi görünüyor.  Sorulması gereken , Nasıl bir sendika? Olmalıdır. Mesele sendika yöneticilerini bu hale getiren nedenlerin ortadan kaldırılarak yeni yöneticilerle tabandan tavana yenilenme olursa bu sorun çözülür gibi..Yoksa Kumlu gider, Kumsuz gelir.  Yalnızca isimlerin değil yapının değişmesi gerekiyor. DİSK’in kurulma nedenleri bugün dünden daha fazla ortadadır. Bu rüzgardan DİSK’in de payını alıp etkinleşip  sınıf sendikacılığını yeniden gözden geçireceğini umut ediyorum.  Sendikalarda  milletvekili olmak için başkan olanlarla yada eski milletvekili olanların sendikalarda tatlı hayat sürme dönemlerinin bitirilmesi lazım. Ülkede siyasi bir operasyonun yapıldığı görülüyor. Dincilik ve şeriatcılıktan yaratılan liberal-muhafazakar-demokrat ve açılımcı bir partinin sonunun geldiği görülmekte. O zaman yerine bir uckur videoluk muhalefeti güçlendirerek yola devam etme senaryosuyla özde değil görüntüde bir değişiklik sunuluyor. Eğer böyle olmasa idi sermaye medyası 26 mayıs taki eylemleri bile vermezdi. Şimdi medyası ve sendikalarıyla işçileri susturma ve uyutma planları yapıyorlar. Yarın işte halkçı politikalarıyla yeni sol (!) iktidar diyecekler. Sabır isteyecekler  ve acı reçete diyerek sözde sol bir partiye daha katmerli saldırılar yaptırtacaklar. (Yunanistan buna iyi bir örnek) 1978 yılını hatırlayanlar bilir. Karaoğlan Ecevit 12 milletvekili eksiği ile iktidar olmuş ve halkçı politika , yoksulluk ve köylülük üzerinden yola çıkmıştı. Milli eğitim, Gümrük ve Tekel Bakanlığı ve Sağlık Bakanlığı gibi yerlere AP-MHP-MSP gibi partilerden aldığı milletvekillerini getirmişti. Kıyıma uğrayan sosyalist ve demokratlar durumu anlatmaya çalıştıklarında “Bu bakanlıklardaki faşist kadrolaşmaları –kurdu, kurda parçalatacağız-“ diye açıklamıştı. Gümrük ve Tekel Bakanı olan Tuncay Mataracı malı hamuduyla götürdüğü için cezalar almıştı. Şimdi ise Tekel’den eser bırakmamaya yeminli gibiler. Sonrası malum Maraş katliamı, çorum olayları ve öldürülen aydınlar ve 12 eylül faşizmi. Bilmem tarihten ne kadar ders çıkarılır ama ben artık halkın bir belleğinin oluştuğunu düşünüyorum. Bu anlamda 26 mayıs’ın bir genel grev yolunda işçilerin ameliyat önlüklerini giydikleri ve kendi kurumları olan sendikalara çeki düzen verme gününe çevirdiklerini düşünüyorum.
Ama buradan KESK’i tebrik etmek gerekiyor. Sözünde duran ve uygulayan tek konfederasyon olarak işçi sınıfı tarihinde yerini alacak olan KESK’e ne mutlu…
Tekel direniş günlerinde ve sonrasında belgesel fotoğraf alanında teorilerini pratikle birleştiren Afsad, Mehmet Özer Belgesel Fotoğraf Atölyesine de bir merhaba demeden olmaz. Hiçbir sendikanın, “ya siz ne yapıyorsunuz arkadaşlar “deyip , “hele şu çalışmalarınızı getirin ülke çapında etkinlikler sergiler yapalım “ demediği  bir ortamda ellerinden geleni yapan bu fotoğraf atölyesi  dünyanın sayılı ajanslarından olan SIPA-PRES tarafından Paris’te Tekel belgesellerinin gösterimi için davet alması beni fazlasıyla memnun etti. İstanbul’da redfotoğraf grubunun çalışmalarında da fotoğraf ve sinevizyonlarıyla katkı koyan Mehmet Özer Belgesel Fotoğraf atölyesine başarılar diliyorum.
Yılmadan direnme ve mücadele kararlılığının gösterildiği bir 26 Mayıs yaşadığımızı, işçilerin ameliyat önlüklerini giydikleri gün olarak hatırlayacağımız, sendikaların nasıl olması gerektiği sorusunu sordurması bakımından önemli olduğunu ve gerçekleştirilecek ameliyatın başarısıyla güçlü bir Genel Grev  yapılacağı inancıyla…










66-NE OLACAK BU 26 MAYISIN HALİ?-Evrensel-23 mayıs 2010-özcan yaman



NE OLACAK BU 26 MAYISIN HALİ?

Son haftalarda yazı konum 26 mayıs oldu. Artık yazacak bir şey kalmadı. Bertold Brecht; “Eski iyi şeylerden değil, Yeni kötü şeylerden işe başla” diyor. Bu güne bakınca ülke yangın yerine dönmüş. Sendikalar hala, genel grev için uygun ortam yok diyorlar… ve resmen döndüler…TÜRK-İŞ, DİSK, KAMU-SEN ve KESK 26 Mayıs'ta yapılması planlanan greve ilişkin yaptıkları ortak açıklamada, daha önce alınan grev kararından geri adım atılarak, her konfederasyonun kendisinin belirlediği eylemleri düzenleyeceği belirtildi. KESK genel grevde ısrarlı görünüyor 27 mayıs’ta göreceğiz. Zonguldak’ta. madencilerin ruhu, Muğla’da katledilen Şerzan’ın ruhu, Sınır ötesi operasyonların sürmesi, halkın açlık ve sefaleti, ve de grev kararı aldıran Tekel işçilerinin direnişçileri sendikalara ne haklarını helal edecekler ne de güvenecekler. Belki de sendikaların istekleri bu. 1 Mayıs mevsimiyle birlikte eylem ve direniş sezonlarını kapattılar. Şaka bir yana sendikalar her halde icazetli bir genel grev düşünüyorlar olabilir mi? 16 mart katliamını protesto için uyarı grevi yapan bir zamanların sınıf sendikasına ne oldu? Sendikalar yasasına ve DGM’lere karşı bir avuç işçi sendikasına sahip çıkarak 15-16 haziranları yaratmadı mı? Tekel direnişi genel grev-genel direniş kararını aldırtmadı mı? İşçisine güvenmeyen bir sendika olur mu? Gerekçe güçlü ve örgütlü değiliz mi? Kusura bakmayın ama bir zamanların DİSK’i 600 bin üyeli oldu ise 15-16 haziranların sayesinde oldu. Demokrasi mücadelesinde 16 mart katliamına grev le cevap verdiği için oldu. Tekel işçileri sizlere bu fırsatı vermişti kaçırdınız.!
Formun ÜstüFormun AltıGELELİM DUYURULARA..
26 mayısla ilgili açıklama yapan redfotoğraf;
 26 mayıs’ı belgeleyecek ve tanık olacaktır…

Tekel direnişi süresince tanıklıklarını ortaya koyan fotoğrafçılar, 26 mayıs tarihini de belgeleyecektir. İşçi sınıfının önceki direniş ve eylemlerini fotoğraflayan fotoğrafçıların bizlere miras bıraktıkları görüntüler toplumsal bellekte yerini almıştır. Biz fotoğrafçılar da 26 Mayıs 2010 tarihini belgeleyeceğiz. Başarılı bir direnişi belgelemenin onur ve çoşkusunu yaşamak istiyoruz. Ama başarısız bir direniş olursa da yine belgeleyerek işçi sınıfının, sorumlu kurumlarının sorgulanmasının önünde belgeselliği sağlamış olacağız…
Tüm fotoğrafçılara çağrımızdır…
redfotoğraf olarak tüm fotoğrafçılara çağrı yapıyoruz. 26 Mayıs günü gidebildiğimiz, hayatın devam ettiği her yerde çalışalım. Fabrikalar, Atölyeler, Plazalar, Resmi kurumlar, Sokaklar, Sendikalar, Partiler okullar… O günü insanların olduğu her yerde fotoğraflayalım. Ve her zaman yaptığımız gibi fotoğrafları aşağıdaki mail adresine yollayalım.
Tekel işçileri yolu gösterdi ve direniş dedi. Bizlere düşen de tanık olup belgelemek.
Şimdiden kolay gele derken bu çağrımızı çevrenizde yaygınlaştırmanızı rica ediyoruz.
www.redftograf.com - redfotograf@gmail.com
fotoğraflarınızı uzun kenar 1024 piksel ve jpeg formatta, fotoğrafın çekildiği yeri ve isminizi yazmayı unutmayınız… redfotoğraf grubu ..

26 MAYIS ETKİNLİĞİ;
Tekel İşçileri sendikaları önlerine katmış ve nasıl direnileceğini göstererek ülke çapında bir destan yaratmışlardır. Sanatçı ve aydınlar uzunca bir aradan sonra işçilerle yeniden buluşmuş ve toplumsal muhalefetin özneleri olan işçilerle, hak alma mücadelesinde yan yana gelmişlerdir. Yüzbinlerce işçi emekçi meydanları doldurmuş ve birlikte oluşturulan gücü göstermiştir…
“1 Mayıs’ın çoşkusuyla 26 Mayıs’da üretimden doğan gücü kullanma ve genel direnişe” diyerek, bu günlere gelindi.
BANK-SEN, HOMUR MİZAH GRUBU, REDFOTOĞRAF GRUBU. KEMAL TÜRKLER VAKFI, MASAL’IN ASLI MÜZİK TOPLULUĞU’nun kolektif çalışmasıyla bir etkinlik düzenlenmektedir. Sorumluluk hisseden  aydın ve sanatçıların da katılacağı etkinlikte 1 Mayıs sergisi ve Tekel direnişini anlatan fotoğraf ve karikatür sergisi açılacak. Sinevizyondan Tekel ve 1 Mayıs belgesel çalışmaları gösterilecek. Söylenecek şarkılarla, marşlarla ve konuşmalarla 26 Mayıs etkinliği yapılacak.                      
Etkinlik ve sergi yeri: BANK-SEN (DİSK Genel Merkezi – Şişli giriş katı ve önü) 
Tarih: Açılış :25 Mayıs 2010  (30 Mayıs kadar sergi açık kalacak) Saat: 18.00 de





65-SORGULAYICI TAVRIMIZLA 26 MAYIS’A…evrensel-16 mayıs2010-özcan yaman


SORGULAYICI TAVRIMIZLA 26 MAYIS’A…
Hep ortada bir pastanın olduğundan ve pastanın paylaşılmasından bahsedilir. O pastanın üçe bölündüğünü ve üçte ikisini bir avuç zenginin paylaştığını ve kalan üçte birini çalışan ve üretenlerin paylaşmaya çalıştığı bir ülkede yaşıyoruz. Evet ortada bir pasta var ve nasıl paylaşıldığı önemli. Toplam nufusun ürettiği değerlerin %70’ini ülkeyi yönetenlerin ve onların sermaye çevrelerinin paylaştığı %30’luk kesim paylaşırken, Yine toplam nüfüsun ürettiği değerlerin  %30’unu  işçisiyle, çiftçisiyle işsiziyle  bütün bir halk paylaşmaya çalışıyor. Bir yanda kriz bahanesiyle servetlerine servet katanlar, öbür yanda evine  ekmek götüremeyen, ay sonunu getiremeyen yoksulluk sınırının altında veya sınırında yaşayan çoğunluk. Hak-Hukuk-Adalet nerede? Evet ortada bir pasta var ve nasıl paylaşıldığı önemli. Çalışan ve üreten çoğunluk adaletlice bu pastayı dağıtabilir. İktidar türlü oyunlarla kurdukları adaletsiz düzeni sürdürmeyi isteyecektir. Bunun içinde çokca başvurulan kötü polis rolünü oynayarak  en sert biçimde resmi ve sivil gücünü kullanır. Bazen de iyi polis rolünü oyuna sokar. Toplumun gazını alınca, kendi yasalarını tekrar oyuna sokar. Buna da demokrasi, insan hakları der. Kürt sorununu açılımla çözmüştür.(!) Dersim katliamını gündemleştirerek geçmişiyle nasıl hesaplaştığını göstermiştir(!) Taksim meydanını 1 Mayıs alanı yapmıştır (!) Çingenelerin insan olduğunu fark etmişlerdir (!) Yetmedi uçkur sorununu ülkenin sorunu yaparak gündemi örtmüşlerdir. İktidarıyla muhalefetiyle yerli ve yabancı sermayenin isteklerinin en iyi uygulayıcısı olacaklarını her fırsatta söylerken, halka karşı politikalarda nasıl kenetlendiklerini hep birlikte görmekteyiz.
Sağlık, eğitim ve çalışma yasalarının durumu ortada.  Özelleştirmelerle canına okunan işçiler ortada. Tekel’le yükselen toplumsal muhalefet sınavını vermek üzere 26 Mayısı üretimden gelen gücü kullanma ve genel direniş günü olarak ilan etmiştir. Tekel direnişi Zonguldak direnişinden  bu yana ortaya çıkan en büyük toplumsal muhalefetin sesi olmuştur. Tarihten ders çıkartmak gerekir. Zonguldak direnişinin nasıl sönümlendirildiğini unutmayalım. İktidar, her zaman medyasıyla, mecrasıyla güvenlik güçleriyle  işçilerin hak alma mücadelesini bastırarak “ülkenin ve milletin çıkarları” için gerekirse zor kullandığını ilan eder. Ama öncesinde sessiz ve derinden toplumsal muhalefetin içinde bölünme ve parçalanma yaratarak sorunu çıkaranların işçilerin ve emekçilerin olduğunu göstermeye çalışır. Dedik ya tarihten ders çıkarmak gerekir. 26 mayısı üretimden gelen güçleri kullanma ve genel direniş günü ilan eden sendikalar gereğini yapmak zorundadır. Tekel işçileri her fırsatta sorumlulara sorumluluklarını hatırlatmakta. 26 mayıs aynı zamanda sendikalar için bir sınav olacaktır. Üç ay sonrasına gün keserek eyleme hazırlık ve başarılı bir direniş yapacaklarını söyleyenlerin gerçek niyetlerini 27 mayıs da göreceğiz. Zaman içinde işçilerin direnişlerini yok etmeye mi çalıştıklarını yada söyledikleri gibi güç toplayarak ve çalışarak  bir 26 mayıs destanı mı yaratacaklar?
Ülkenin her yanı kaynamakta. İlk aklıma gelenleri saysam bile bir çok eksik yine kalacaktır.
Silikozis hastası işçilerin durumu ne halde? Tuzla ne alemde ? İzmir de Kent A.ş işçileri, tek bir grevciye kadar düşen ATV-Sabah grevi, Tübitak’taki eylemciler, İtfaiyeciler, İski İşçileri, Sinter metalciler, Marmaray işçileri, E-Kart emekçileri, UPS kargo çalışanları, Sağlıkta taşeronlaştırmaya karşı koyan çalışanlar, Sendikalaşmaya çalıştıkları için  işten atılmalara direnen Bilgi üniversitesinin aydın ve emekçileri ve tabii Tekel işçilerinin 4-c sorunu. Bu direniş ve eylemlerin sermaye medyasında yer almayışı ve yok sayılmaları. Görüntüyü mü kurtarıyor? Gerçekliği mi gösteriyor ? Yoksa hakikatin doğruluğunu mu ortadan kaldırıyor.? İşte 1 Mayıs’ın kitleselliğinin gösterdiği birlik ve dayanışmanın sınanacağı alan ve tarih 26 mayıstır. İşçi sınıfı kendi gündemini yaratmak zorundadır. Ne uçkur davası, ne Muğla’da yaratılan terör ne de o tarihe kadar yaratılacak başkaca bir provakasyon oyunu 26 Mayıs’ı gölgede bırakmamalı. Tarihte Maraş-Çorum, Sivas ve Gazi olayları ve katledilen aydın ve gazeteciler hep sınıfın gündeminin ekseninin kaydırılmasına yönelik olmuştur. Ya ders alınacak yeni bir tarih olacak, ya da tarihe geçen destan olacak 26 Mayıs. Toplumsal muhalefetin özneleri ile yaşayacağız, fotoğraf makinelarımızın tanıklığı ile belgeleyeceğiz bu günü. Geleceğe bırakacağımız 26 mayıs fotoğraflarıyla sorgulayıcı tavrımızı sürdüreceğiz. Bu niyetle fabrikaların, varoşların, Sendikaların Plazaların kısaca hayatın olduğu her yerde basalım fotoğraf makinelarımızın deklanşörlerine…
















64-TAKSİM ALANINDAN, 26 MAYIS’A…Evrensel-9 mayıs 2010-özcan yaman



TAKSİM ALANINDAN, 26 MAYIS’A…

Aylardır beklediğimiz 1 Mayıs’ı yaşadık. İlk defa kuşbakışı bir 1 Mayıs izledim. Derdim bomboş haliyle Taksim alanını çekerek, sonrasında 1 Mayıs alanı olmaya başladığı aşamayı ve sonunda “ işte 1 Mayıs alanı” dedirtecek fotoğrafları çekmekti. Bu arada gözümün önünde 1978 yılı 1Mayıs fotoğrafı canlanıyordu. Atatürk anıtından, AKM’ye kadar hınça hınç dolu meydan fotoğrafı.

77 katliamı sonrası ilk 1 Mayıs gösteriyordu ki sınıf sosyal gelişmeyi aşmıştı. Bundan korkan iktidar yasaklarına ve katliamlarına devam ediyordu. Ekonomik gelişmeyi aşan sosyal gelişme karşısında darbesiyle açık faşizme geçmeyi uygun bulmuştu. Evet tam otuz yıl 12 eylül faşizminin üstünden geçti. Darbecilerin yargılanması ve failleri belli cinayetlerin  aydınlatılması için toplumsal muhalefetin dinamikleri 12 Eylül’le hesaplaşmanın önündeki engellerin aşılması için uğraşıyorlar.
1 Mayıs değerlendirmeleri değişik kesimler tarafından yapıldı daha da yapılacak.
2010 1 Mayıs’ından Kitlesellik vebarışçıl havayaduyulan memnuniyet en büyük ortak payda oldu. Ama şu soruyu sormadan da geçemiyorum.:1 Mayıs İşçi sınıfının Uluslar arası  birlik, mücadele ve dayanışma günü değilmiydi? Enternasyonel’in okunmayıp, İstiklal marşının okunması beni ve bir çok kişiyi de şaşırttı. 1 Mayıs öncesi Tv’de yapılan bir açık oturumda Nazlı Ilıcak şöyle diyordu: “Artık sendikacılar da değişti. Öyle proleterya diktatörlüğü falan demiyorlar. Eskiden DGM’leri ezdik sıra MESS’te falan diyorlardı artık demiyorlar. Karşılığında işverenlerde değişti daha insancıl oldular “ gibi gibi.. Neyse bu konular çok tartışılacak.
Biz Nazlı Ilıcak hanıma enternasyonelin sözleriyle yanıt verelim…
Şimdi merak ediyorum 26 Mayıs’ı Genel Grev-Genel direniş için tarih veren sendikalar ne kadar gereğini yerine getirebilecek.? Yoksa Taksim’i aldık yeter mi diyecekler? Biz fotoğrafçılar o günü de belgeleyeceğiz.. İşin özneleri işte görev işte meydan diyorlar. Bizlere düşen de işçilerle birlikte olmak.
ENTERNASYONAL MARŞI
uyan artık uykudan uyan
uyan esirler dünyası
zulme karşı hıncımız volkan
kavgamız ölüm kavgası
mazi ta kökünden silinsin
biz başka alem isteriz
bizi hiçe sayanlar bilsin
bundan sonra her şey biziz

bu kavga en sonuncu kavgamızdır artık
enternasyonalle kurtulur insanlık

tanrı,patron,ağa,bey,sultan
nasıl bizleri kurtarır
bizleri kurtaracak olan
kendi kollarımızdır
isyan ateşini körükle
zulmü rüzgarlara savur
kollarının bütün gücüyle
tavı gelen demire vur

bu kavga en sonuncu kavgamızdır artık
enternasyonalle kurtulur insanlık

hem fabrikalar hem de toprak
her şey emekçinin malı
tufeyliye tanımayız hak
her şey emegin olmalı
cellatların döktüğü kan
bir gün onları boğacak
bu kan denizinin ufkundan
kızıl bir güneş dogacak

bu kavga en sonuncu kavgamızdır artık
enternasyonalle kurtulur insanlık

Söz: Euqene Pottier, Müzik: Pierre Degeyter

























(Sözleri Fransız işçi Eugene Pottier tarafından 1870 yılında yazılan, yine Fransız bir işçi olan Pierre Degeyter tarafından bestelenerek ilk kez 23 temmuz 1888'de Fransa'nın Lille kentinde okunan marştır. Fransa İşçi Partisi'nin seçim çalışmaları için bestelenmiştir. Eugene Pottier, Paris Komünü'nün sona ermesinin ardından siyasi mülteci olarak ABD'ye sığınmış ve ABD Sosyalist Partisi'nin kurucuları arasında yer almıştır. Daha sonra geri döndüğü Paris'te 1887'de hayatını kaybetmiş ve Enternasyonal'in bestelenmiş halini duyamamıştır.)